Ay’ın hallerinden kadınlık hallerine

Yüzyıllardır biz kadınlara eşlik eden, fakat günümüzde unutulmaya yüz tutmuş önemli bir bağ, Ay’ın hallerinin, kadının döngüsüyle olan sessiz, derinlikli ve güçlü bağı.

Köklerimize geri döndüğümüzde, doğa ile mükemmel uyumda bir yaşamın, orada bizi beklediğini görebiliriz. Bu, köklerimize geri dönüş yolculuğunda yürümek ve düşünmek, meditatif bir yolda olma hâli. Suya vuran suretimizde git gide belirginleşen köklerimiz. Attığımız her adım, kanatlarımıza bir dalga boyu daha yaklaştığımızın işareti. Çünkü köklerimiz yoksa, kanatlarımız da yok.

Kadınsal döngü ortalama yirmi dokuz buçuk gün sürer. Ay da, Dünya’nın etrafında dönerek yaptığı yolculuk için tam da bu kadar vakte ihtiyaç duyar.

„Yeni Ay“, menstürasyon vaktini simgeler, kanamamızı; döngümüzün başlangıcını. Bu evrede kadınlık hormonlarımızdan Östrojen ve Progesteron, bedenimizde en düşük seviyede seyreder, ta ki yumurtalıklarımızdaki yumurtalar, yumurtlanmak üzere gelişene dek. İşte aynı böyle bir tekerleme gibi, birbiri ardına, düzenli aralıklarla kendi kendini tekrar eden büyülü bir kadın oyunudur bu. Bu sayede giderek daha yoğun salgıladığımız Östrojen, rahim iç dokumuzu yeniler, yenilerken düzenler ve kim bilir belki de yeni bir başlangıca hazırlar. Bu evre, „İlk Dördün’ü simgeler. Yolculuğun ön dördüncü gününde „ovülasyon“ gerçekleşir, yani olgunlaşmış yumurta hücresi, tam da „Dolunay“ vakti, tılsımlı buluşma için hazırdır. Ardından „lüteal evre“ olarak adlandırılan ve progesteron hormonunun baskın olduğu son evre başlar, yani „Son Dördün“. Kanamaya başlamamızla, yavruağzı yuvarlağın iki ucu birleşir, döngü, dengeyle sürer. Denge ve döngünün birbirlerine böylesine benzemeleri de kadınlık hallerinin büyüsündendir.

Derinliklerimizin içinde, işte burada, bedenimizin her bir vuruşunu çok iyi bildiği, ölçüsünü çok iyi tanıdığı bir ritim gizli. Bizi taşıyan, yönlendiren, çıplak gözle göremediklerimize bağlayan. Kadınsal döngümüz, bölünmez, evrensel gizimiz. Bir giz ki, yalnızca bizim hissedebildiğimiz.

Günümüzdeyse kadınsal döngü dendiğinde, aklımıza bir tek kanadığımız o vakit geliyor. Eskiden sıklıkla „Ay hâli“ denilen. Sessizce üstesinden gelinmesi gereken, sevilmeyen, gelmesi çok da istenmeyen, geciktiğinde endişelenilenilen, kadını „kirleten“, bitmesiyle temizleyen, acıyla, ağrıyla olumsuzlaştırılan ve ne yazık ki doğaya karşı savaşarak ve Ay’ın hallerinden uzaklaşarak doğal döngünün kontrolünü çoğu zaman sentetik hormon haplarının ele geçirdiği, kan kırmızı, bir üvey zaman. Oysa ki yıldızlı gecede, farklı halleriyle gökte Ay hep çok duru, hep çok özel.

Bir kültür ne kadar katılaşır ve doğrusallaşır, kadınsal döngünün doğal ritminden ne kadar uzaklaşırsa, kadının döngüsü içinde yaşadığı rahatsızlık, o kadar şiddetli bir hal alır.

Kadınsal döngü sürecinin felsefesi, bir çeşit ışık ve gölge oyunu. Yin ve Yang gibi.

Yin’in gecenin karanlığı gibi sessiz, hafif, yumuşak, serin, nemli, büyük, uzun, geniş, ayrıştıran, su gibi, hava gibi, içsel ve durağan yanlarıyla; Yang’ın aydınlık bir gün gibi türkülü, ağır, sert, sıcak, kuru, küçük, kısa, dar, bütünleştiren, toprak gibi, ateş gibi, dışa dönük ve hareketli yanlarını; her geçen gün Ay’ın farklı hallerinde vücut bulan biz kadınlar, değişken danslarımızla Evrene parıltılı ve iyileştirici güçler olarak yolladığımızın farkında olalım.

Dünyamız, kadın bilgeliğinin yeniden dengelenmesi gereken bir noktaya çoktan ulaşmadı mı?