Arazi Kullanımının İçme Suyu Ekosistemi Üzerindeki Olumsuz Etkileri!

İçme suları genel olarak suyun doğal döngüsü çerçevesinde belirli bir yol izler. Buharlaşan sular havada soğuk tabakayla temasından sonra su damlacıklarına dönüşerek yağmur, kar, dolu ve benzeri yağış şekilleriyle yere düşer. Burada da süzülerek yer altındaki bir rotayla kaynak suyu olarak yer yüzüne çıkar. İşte bu kaynak suları da biz tüm canlıların ihtiyacını karşılamada farklı yollarla kullanılır. Su temel ihtiyaçtır. Aynı zamanda beslenme için temel haktır. Temiz suya erişim ise bulunulan alandaki arazi kullanımının doğru olarak planlamasından geçer.

Çiğdem Özonat’ın Uzmanlık tezi olan “Arazi kullanım değişikliklerinin içme suyu havzaları üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesi”nden özet alıntılarla konuyu açmaya çalışacağım. Bu Tez 2017 yılında Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından onaylanmıştır. Öncelikle suya erişim ve temel ihtiyaç olan su hakkını şöyle açıklamaktadır: “Temiz ve yeterli içme suyuna erişim kamu sağlığı, hayati ihtiyaçların sürdürülebilirliği ve ekonomik gelişim için azami düzeyde önem taşımaktadır. İçme suyunun ehemmiyetine birçok uluslararası konferansın sonuç bildirisinde yer verilmiş; ayrıca, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 64/292 sayılı yasa tasarısı ile yeterli, güvenli ve uygun fiyatlı içme suyuna erişimin bir insan hakkı olduğu kabul edilmiştir.”

Bu hakkı tescil ettikten sonra temiz suya erişimi engelleyen ve su kirliliğine neden olan sırayla şu faktörleri sıralamaktadır. Öncelikle hava kirliliğinin su kaynaklarını nasıl kirlettiğine değinerek, şöyle yazmaktadır; “Konut alanlarında ısınma amaçlı olarak kullanılan fosil kökenli yakıtlar, hava kirliliğine sebep olmakta olup; atmosferde biriken kirleticiler, yağışlarla su kaynaklarına ulaşarak su kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir. Isınma kaynaklı emisyonlar, atmosferde karbon monoksit, kükürt dioksit, azot oksit, hidrokarbon yüklerinin birikimine yol açmaktadır.”diyerek bu ağır metal içerikli gazların yağışlarla yeryüzüne düşerek hem toprağı, hem de yer altına süzülerek yer altı kaynak sularını kirletmektedir. Bu vesile ile temiz su kaynakları hızla azalmaktadır.

Devamında kaynak sularını kirleten önemli etkenlerden biri de evsel atık suların olduğunu da şöyle aktarmaktadır; “Alıcı ortamlara arıtılmadan deşarj edilen evsel atıksuların hem ekolojik hem de insan sağlığı üzerine bir çok etkisi bulunmaktadır. Evsel atıksular çok büyük oranda karbon, azot, fosfor gibi organik besinlerden, yüksek konsantrasyonda mikroorganizmalardan ve bazı zararlı inorganik bileşiklerden oluşmaktadır… Evsel atıksuların arıtılmadan su kaynaklarına deşarj edilmesi fekal kirliliğe yol açmakta olup; bu suların insani amaçlı tüketimi ise tifo, dizanteri, kolera, hepatit gibi hastalıklara neden olabilmektedir.” Diyerek bu tur kaynak sularına bulaşımın yaratacağı hastalıklara da işaret etmiştir.

Yine üretilen katı atıklarında toplandığı alanların doğru seçilmemesi ve su kaynaklarına yakın alanlarda toplanması işle, yağmur suları ve diğer nedenlerden dolayı yeraltına olan sızmalarının sonucunda kaynak sularına ulaşması ve oradan insan kullanımına ulaşmasının yaratacağı sakıncalara da işaret etmektedir; “Türkiye’de bir yılda üretilen katı atık miktarının yaklaşık %64’ü düzenli depolama sahaları ve kompost alanlarında bertaraf edilirken, geriye kalan katı atıkların bertarafı dereye veya göle dökme, gömme, açıkta yakma gibi sağlıksız koşullarla sağlanmaktadır… Evsel atıkların toplanıldığı yerler hastalık taşıyıcı organizmaların üremesi için uygun bir ortam oluşturmakta, bu zararlı organizmalar sızıntı suları ile su kaynaklarına ulaşmakta ve neticede bu kaynakları tüketilmesi çeşitli hastalıklara neden olmaktadır.” Demektedir. Katı atık depolarının sızmalarını önleyecek şekilde inşa edilmesini istemektedir.

Organize Sanayi bölgeleri ve büyük fabrikaların kurulma alanlarının doğru seçiminin önemini de şöyle uzun uzun açıklamaktadır; “Ancak, uzun vadeli ve çevreyi dikkate alan bir sanayileşme politikası yerine, kısa vadeli kalkınma amacını dikkate alan sanayileşme politikalarının uygulanması; sanayileşmede yanlış yer seçimi kararlarının alınması; sanayi alanlarındaki altyapı eksiklikleri çevre sorunlarının artmasına yol açmaktadır. Sanayi kuruluşlarının özellikle üretim faaliyetleri esnasında yeterli önlemleri almadan alıcı ortama verdiği katı, sıvı veya gaz halindeki atık ve artıklar nedeniyle, toprak, hava ve su kaynakları yoğun bir şekilde kirlenmektedir.

Araştırmaya göre, ana kimyasal maddeler sanayi, kimyasal gübre ve tarımsal ilaçlar sanayi, demir-çelik metal ana sanayi, selüloz kâğıt ve karton sanayi, çimento, kireç ve alçı sanayi, taş ve toprağa dayalı sanayi ürünleri en kirli sanayi sektörleri arasında sıralanmış olup; bu sektörlerin ülkemiz imalat sanayisindeki payı ise %20’lere yakındır. Bu durum, kirlilik yoğun sanayilerin ülkemizdeki su kaynakları üzerinde önemli bir baskı oluşturduğunu ortaya koymaktadır.

 Genel anlamda, endüstriyel atıksuların arıtılmadan su kaynaklarına boşaltılması su kaynaklarında fiziksel ve kimyasal olmak üzere iki tür kirliliğe neden olmaktadır. Fiziksel kirlilik suyun rengi, tadı, kokusu, bulanıklığı, sıcaklığı gibi özelliklerine etki etmektedir. Atıksulardaki organik ve inorganik maddeler askıda katı madde konsantrasyonunu artırarak suda bulanıklığa yol açmaktadır.” Demektedir. Burada sanayi bölgelerinin yer seçimi çıkan atıkların doğru bertaraf edilmesini, fiziksel, biyolojik ve kimyasal arıtma işlemlerinin yapılmasını arzu ederek, su kaynakları ile yaşam alanlarına uzaklığının öneminden söz etmektedir.

Bazı sektörlerin havaya saldıkları ağır metal içerikli partikül maddelerden dolayı oluşan olumsuzluklardan ve soğutma sularının arıtılmadan alıcı ortama salmalarından da şöyle söz etmektedir;  “Çökebilen partiküller su yataklarında birikerek çamur tabakaları oluşturmakta olup; çamur tabakası içindeki organik maddeler zamanla ayrışarak kötü kokuya neden olmaktadır. Fiziksel kirliliğin bir türü olan termal kirlilik ise sanayilerde kullanılan soğutma sularının arıtılmadan alıcı ortama deşarj edilmesi neticesinde ortaya çıkmaktadır. Soğutma sularının alıcı ortama deşarjıyla suda ani sıcaklık artışları gözlemlenmektedir. Sıcaklık artışı sıcaklığa duyarlı su canlılarının ölümüne sebep olurken; bazı canlı türlerinin daha hızlı üremelerine ve sınırlı canlı türünün suda baskın hale gelmesine yol açmaktadır.” Diyerek bu yanlış uygulamaların sularda zararlı mikro organizmaların oluşmasına ve çoğalmasına neden olduğu gibi yararlı bakteri ve mikro organizmaları da yok ettiğini belirtmektedir.

Endüstri bölgelerindeki atıkların doğru şekilde bertaraf edilmemelerinin sakıncalarına da şöyle vurgu yapmaktadır; “Endüstriyel atıkların uygun bir şekilde bertarafı sağlanmadığında, atıkların içeriğinde bulunan ağır metaller ve diğer tehlikeli kirleticiler yağışlar yoluyla çözünmekte ve çözünen kirleticiler yerüstü ve yeraltı su kaynaklarına ulaşmaktadır. Sulara taşınan kirleticiler seyrelmekte olup; kısmen karbonat, sülfat, sülfür olarak katı bileşik oluşturarak su tabanına çökmekte ve bu bölgenin katı bileşikler açısından zenginleşmesine yol açmaktadır. Sediment tabakasının adsorpsiyon kapasitesinin sınırlı olması nedeniyle suların ağır metal ve diğer kirletici konsantrasyonlarında sürekli olarak artış gözlemlenmektedir.”

Fabrika bacalarında çıkan gazların, egzoz gazları, termik bacalarında çıkan zararlı gazların sulardaki ve canlı yaşamındaki olumsuz etkilerini de şöyle açıklamaktadır;  “Fabrika bacalarından çıkan ve oldukça zararlı olan gazlar, su buharı ile reaksiyona girerek asit oluşumuna yol açmaktadır. Oluşan asit yağış yoluyla su kaynaklarına ulaşmakta, suyun pH oranını doğrudan etkileyerek mikroorganizmaların yok olmasına, birçok sucul türün ise azalmasına yol açmaktadır. Kurşun, civa, kadmiyum, krom gibi ağır metaller de sanayi faaliyetleri neticesinde atmosfere salınmakta olup; atmosferik taşınımla su kaynaklarına ulaşmaktadır. Ağır metaller, ters ozmos sisteminin bulunmadığı içme suyu arıtma tesislerinde tutulamamakta ve içme sularına karışmaktadır.” İçme sularına karışan bu ağır metaller tüm canlı yaşamını ve doğal çevresini olumsuz etkileyebilmektedir. Onun için Ekosistemin korunması için her türlü endüstriyel faaliyette ve diğer atıkların bertarafında, alan seçimini doğru yapmak, uzun vade de getiri ve götürülerini iyi hesaplayıp adım atmanın önemi burada ortaya çıkmaktadır. Hayati öneme sahip içme ve kullanma su havzalarımızın korunması, sağlıklı suya erişimin sağlanması sosyal devletin görevidir. Suyun ticarileştirilmesi değil, ücretsiz, kolay ve temiz suya erişimi sağlanmalı. Temiz su hakkı için  su havzaları özel koruma alanları ilan edilmelidir. Her türlü yapılaşma ve sanayi tesisi yapımı yasaklanmalıdır.