Topluca… El âlem hep beraber… Işık tutuyorlar yolumuza… Hala Aydınlanma Çağındayız… Herkes topluca ha oldu, ha olacak…
Hepimiz Mevlana’yız, hepimiz Şem’s… Mistik bir bilinmezlik içinde arıyoruz habire o bulamadığımız şeyi… İnternette profillerimize “Sevgi, sabır, tevazu güzellemeleri yazıyoruz” sonra yine hayata dönüp, öfkeli, sabırsız, sesimizi yükselterek devam ediyoruz… Aslında “kimde ne eksikse, en çok ondan bahseder…”
O nedenle bugün Dünya “ doğruluk, eşitlik, namustan ve ahlaktan” bahseden diktatörler tarafından yönetiliyor… Küçük düzeyli ya da yüksek ölçekli başarılar hep bu konuşmaların üstüne kuruluyor. Bin kere yazdım bin kere daha yazarım en sevmediğim insan profilidir…
“Hırslı, kendini göstermeye çalışan, güçlü saydığının yanına çöreklenen, üst’üne yalakalık yapan, ast’ını ezen, başkasının parası ve kudreti ile gerdeğe giren hanımefendi görüntülü pespayeler ve beyefendi görüntülü şerefsizler”
Nitekim onlarda bir sebep yaşamıma sızmışlarsa, benimle tanışmışlarsa iki sohbetimiz olmuşsa beni sevmemişlerdir zaten… Onlara bir şey demesem de onlar bana bakarken bu fikrimi gözüm onlara söyler… Başarı hırs mı gerektirir, şans mı bilmiyorum… Satranç akıl oyunuysa da, ben içinde zar olan tavlaya meraklıyım… Şans ’a inanırım… Bazı insanlar kendileri bile inanamazlar bulundukları noktaya… Ondandır sürekli kendilerini gösterme ve oldukları şeyi ispat etme çabaları…
Oysa aydınlanmak gerekir… Dimi abiler, ablalar… Varılmak istenen mutlu sondur aydınlanmak.
Bu yüzyılın vebasıdır… Yön şaşırtmasıdır bu yalancıktan aydınlanma zamazingoları… Çünkü Kapitalist toplumun dayattığı düşünceden yoksun bu mistik oyuncaklar insanı tamda kaçması gereken bilinçsizlik çukuruna, hem de bu bilinçli olma hali diyerek atmaktadır. Bu sebeple daha kendini anlayamamış, kendiyle yüzleşememiş insanlar habire yalan bir olmuşluk haliyle başka insanlara yol göstermeye çalışmaktadırlar…
Bu basitleştirilmiş “hap” olarak alınır hale gelmiş “dünyayı anlama hali” ne tür bir yanılsamadır?
Bunca zamandan sonra tekrar üniversiteye dönüp okumaya çalışma sebebim bu soru aslında… Tarih boyu kim nasıl anlamış, nasıl anlatmış varlığı… Felsefenin aslında tüm açmazlarımıza farklı pencereler açmış bir bütünü ne diyor…
Bunca yaşam uğraşı arasında düşünmenin bile lüks olduğu bu zamanda birileri iş o sebep paket halinde “aydınlanmalar” sunuyor toplumlara…
Oysa meselenin özünü, su katılmamış ve su katılmış gerçeklerini görmektir, düşünme ile birlikte gelişen bir yetidir aydınlanmak. Fikir üretmek için gerekli harcı oluşturmanın neticesidir.
Bireysel veya belli bir kesime hitap eden fikirler aydınlanmış fikirler olamaz. Parlak denebilecek düşünceler ancak ve ancak somut olarak insanı temel alıp, toplum çıkarını gözettiği zaman aydınlanmış fikirler olur.
Soyut veyahut ticari arzuları temel alan, bir yandan insanlığa faydalı olarak görünüp, diğer yandan başta kendi ülkesine ve Dünya’ya zarar veren, hiç fark ettirmeden sadece bir kişinin huzur ve refahı için ortaya atılabilecek fikirler aydınlanmış fikirler olamaz.
Aydınlanmak, haksız-yanlış fikri savunmak değildir.
Bir bilgeye göre aydınlanmak: karşıdan gelen kişiyi, dil, din, ırk, mezhep, güzellik, huy, boy vb. herhangi bir beşeri değer ile görmeden, koşulsuzca ve tamamen kabullenerek kucaklamaktır.
Benim aydınlanma yolunda çok uzun zamanım olduğu da buradan bellidir… Girizgâhta belirttiğim gibi sevmediğim çok insan, yargıladığım çok değer, kızdığım çok şey vardır…
Biliyorum ben o aydınlığa uzaktayım… Ama en azından “farkındayım”…
Ben kimim? Neden buradayım? Nereye gidiyorum? Yaşamın anlamı nedir? Verebilseydik cevapları ortadan kalkardı bu sorular…
Kendinle ve evrenle bir olmak yani aydınlanmak, hem çok kolay bir şeydir çünkü tek koşulu birlik bilincidir ama hem de çok zordur çünkü insanda buna engel teşkil edecek bir sürü EGO vardır. Ki biz insanlar kaçınılmaz bir şekilde zaten ego tabanlıyızdır, bizi dünyaya bağlayan odur. Egolar, yargılar, alçak benlik, sahte rehber falan bunların hepsi aydınlanmamızı engelleyen şeylerdir ve mantık zihin dediğimiz şeyleri alet olarak kullanırlar.
Zaten dünya okulunun amacı da odur, onları yenebilmektir. Fakat aydınlanmanın zor olan tarafı onları kabullenerek yenmektir.
Belki de kendinizi, kendi karanlığımızdan daha karanlık bir ortama sokmayı başardığımız gün başımıza gelecek olaydır “Aydınlanmak”… İşte o nedenle “karanlık beyinler ve ruhlar” kimilerinin aydınlığıdır.
Beni en çok rahatsız eden kendimden de bildiğim o karanlığı karşımda görmektir. O yüzden “kötü” birini beş yüz metreden tanır, bir halta yaramadığını anlarım… Başkalarını kandırırken beni kandıramaması ve birçoğunun hedefinde olmam bundandır.
Kant “aydınlanma; kişinin kendi aklını kullanmaya cüret etmesidir.” Der…
Daha büyük bir cüret var mıdır yaşamda…
Başkalarının akılları ile değirmen döndüren, başkalarının değerlerini düstur edinen insanlar için benim gibi düşünen insanlar zararlıdır. Gereksizdir. İnsan kendine kendi gerçeğini hatırlatan insanları sevmez… Uzak tutmak ister… “Yok etmek” ister… Ama ben yok olsam bir başkası vardır.
Benim için makbulü “insansal onuruna uygun davranma düşüncesi” dir.
Yine Kant der ki;
Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır sapare aude!
Kimdir, nedir bu vesayeti altına girip aklımızı emanet ettiğimiz değerler… Bugün dünyanın bize dayattığı herşeydir…
Aklını kendin kullanmak cesaretini göster!
HAMİŞ; “kötü belli olduğunda iyi de belli olur”… Ben ol ki anla… Desem anlar mısın?
- “Aidiyet” Ait Olmanın Tadının Kaçtığı Şeyler - 23 Aralık 2019
- Dedikodu - 17 Ekim 2019
- Anne var, anne var… - 19 Eylül 2019