ABD’nin, Suriye’deki askeri varlığını sürdürme kararı, bir kez daha emperyalist müdahalelerin insan hakları ve güvenlik söylemleriyle nasıl meşrulaştırıldığını gösteriyor. ABD Ulusal Güvenlik Danışman Yardımcısı Jon Finer’ın açıklamaları, Amerikan birliklerinin IŞİD’le mücadele bahanesiyle bölgede kalacağını belirtiyor. Ancak, bu kararın arkasındaki gerçek motivasyonların ne olduğunu sorgulamak gerekiyor.
“Terörle Mücadele” Söyleminin Ardındaki Çıkarlar
ABD, 2014’te IŞİD’in yükselişiyle Suriye ve Irak’ta askeri operasyonlara girişmişti. Ancak IŞİD’in 2019’da büyük ölçüde yenilgiye uğratılmasına rağmen Amerikan askerlerinin hâlâ bölgede konuşlanması, bunun sadece bir terörle mücadele misyonu olmadığını düşündürüyor. ABD, bir yandan bölgedeki jeopolitik çıkarlarını korurken, diğer yandan petrol zengini bölgelerdeki ekonomik nüfuzunu sağlamlaştırmayı hedefliyor olabilir. Üstelik bu askeri varlık, bölgede yeni çatışma dinamiklerini beslemekten başka bir işe yaramıyor.
Finer, ABD’nin Suriyeli isyancı grupların liderliğindeki yeni yönetimi “izleyeceğini” ve “yapıcı” olduklarını kanıtlamaları gerektiğini ifade etti. Ancak burada bir çelişki var: ABD, Esad rejimine karşı savaşan Heyet Tahrir el-Şam’ı hâlâ terörist olarak tanımlıyor. Peki, Suriye halkının kendi kaderini tayin hakkı nerede? ABD’nin bir yandan bu grupları eleştirip diğer yandan yeni yönetimin kapsayıcı olması gerektiğini söylemesi, Batı’nın Ortadoğu’ya dair çifte standartlarını bir kez daha ortaya koyuyor.
Emperyalist Müdahalelerin Bedelini Kim Ödüyor?
ABD’nin Suriye’deki varlığı, terörle mücadele adı altında sürdürülen bir işgalin devamıdır. Bu işgalin bedelini ise her zaman olduğu gibi Suriye halkı ödüyor. 13 yıllık bir iç savaşın ardından ekonomik kriz, yoksulluk ve yerinden edilmiş milyonlarca insanla boğuşan Suriyeliler, şimdi de ABD’nin askeri varlığının getirdiği yeni belirsizliklerle yüzleşiyor. “İstikrar” vaadiyle bölgede kalan ABD, aslında savaşın yıkıcı etkilerini derinleştiren bir faktör haline gelmiştir.
Neden Şimdi?
Esad rejiminin devrilmesi ve Şam’ın isyancı gruplar tarafından ele geçirilmesi, ABD için hem bir fırsat hem de bir tehdit olarak değerlendiriliyor. ABD’nin bu süreçteki rolü, sadece IŞİD’i kontrol altına almak değil, aynı zamanda bölgede nüfuzunu artırmak. Ancak bu müdahaleci politika, Ortadoğu halklarının kendi kaderlerini tayin etme hakkını sürekli olarak baltalıyor.
Suriye’deki durum, kapitalist emperyalizmin Ortadoğu üzerindeki kontrol arzusunun bir yansımasıdır. ABD, kendi çıkarlarını terörle mücadele bahanesiyle maskeleyerek, aslında bölgede yeni bir düzen inşa etmeye çalışıyor. Ancak bu düzen, halkların ihtiyaçlarına değil, uluslararası şirketlerin ve askeri-endüstriyel kompleksin çıkarlarına hizmet ediyor.
Suriye halkının gerçek özgürlüğü ve refahı, ABD veya başka bir gücün askeri müdahalesiyle değil, bölgesel dayanışma ve halkların kendi iradesiyle mümkündür. Emperyalist güçlerin bölgedeki varlığı sona ermeden Ortadoğu’da gerçek bir barış ve adalet sağlanamaz.