Gün itibariyle henüz sadece 43 yaşındayım. Dünyanın orta yaşlıları arasında sayılsam da sonsuzluktan ibaret evrenin küçücük bir bebeğiyim. Laf aramızda, dünyanın orta yaşlıları arasındaymış gibi de hissetmiyorum kendimi. Yeniyetmeliğim daha henüz geride kaldı. Duygularımın aklımdan büyük olduğu yaşlarım henüz birkaç gün geçmişte. Aklımın duygularımdan büyük olduğu en sevimsiz mantık yaşlarım da daha dün müydü ne? Hangisi neydi, ne zamandı? Unuttum gittiler. Hepsini kişisel tarihime teslim ettim ve şimdi tam da olmayı bütünüyle sevdiğim “an”dayım. O yüzden 43 yaşım için “Henüz” kelimesini kullanmayı, “Artık” kelimesi yerine tercih ediyorum tüm kalbimle (*).
Yazının başlığının ciddiyetine ise aldanmayın sakın. Bu şahs-ı muhterem, en haşin mantık yaşlarını yaşarken bile sert bildirilerin altına imza atacak biri olmadı ki tam da şu “an”da olsun. Aklımın esip gürlediği, şimşekler çaktırdığı, savaş çığlıkları attırdığı en çetin günlerde bile içinden eteğini çekiştiren, bazen kulağını çeken ama hep vicdanını için için sızlatan bir ses yumuşamaya davet etmiştir onu. Şimdi düşünüyorum da ne mutlu bana ki aklın, çıktıkça dikleşen yamaçlarında hiç yalnız bırakılmamışım çok şükür. Çünkü biliyorum ki bir kez olsun küsseydik birbirimize o en derindeki vicdan rehberimle barışmak, uzlaşmak kolay ya da mümkün olmayabilirdi.
Kâh güle oynaya, kâh düşe kalka ulaştığım 43 yaşım, sevgili biricik hayatım. Bazen çok zor, bazen çok kolaydı her şey. Bazen kahkahalarla, bazen derin kederlerle boğuldum göz yaşlarına. Bazen kaçıp kurtulmak istedim senden, bazen sıkı sıkıya sarıldım sana. Bazen hiç umursamadım, çarçur ettim seni, bazen de sana yan gözle olsun bakana geçirdim tırnaklarımı…
İşte şimdi, hayatın ne çatık kaşlarla, gerilmiş kaslarla ciddiye alınacak kadar ağır ne de dalgası geçilecek kadar hafif bir şey olduğunun idrakindeyim. Her ikisinin de hakkını fazlasıyla verdim ve bu yüzden ciddiyet ile dalga geçmenin tam ortasında bir yerde sükûnet manzaralı bir ev kurmak istiyorum bundan böyle. Mülkiyeti senin olan, kiracısının ben olduğum bir ev. Orada, her an yüreğimin derinliklerinden gelenleri sonsuzluğa yavrulamak, yavrularımı göğsümde, emzirdikçe çoğalan bir şefkat ve sevgiyle büyütmek ve evimi uçsuz bucaksız kâinatın bir noktasında sonsuza dek var olacak bir yuva yapmak istiyorum. Manzaraya karşı oturup belki çayımı yudumlarken, bana lütfettiğin her şeyin yine sana dönüşünü ilk kez görmüş gibi hayranlıkla seyre dalmayı hayal ediyorum.
Geçmişin kavgalarını yaktım gittiler, biliyorsun. Geleceğin olasılıklarını da ben bilmem, sen bilirsin. Seninle didişmemem gerektiğini biliyorum artık sevgili hayat; daha fazla kafa tutmam sana. Sen bana olduğu gibi kabul etmenin yani koşulsuz sevmenin gücünü öğrettin; ne verirsen kabulümdür. Biliyorum ki verdiğin her şeyi eğer istersem değiştirme hakkım evrimle bakidir. İşte tam da bu noktada hayata sonsuz bir güvenle teslim olmak ise ne güzel bir özgürlüktür.
Hülasa-i kelâm… Kendimi, hayatın beni bildiği kadar bilmek ve sevdiği kadar sevmektir en önemli kararım. İşte budur manifestom sana 43 yaşım. Hoş gel… Hayırlarla gel… Olduğun gibi gel…
(*) Sumru Yavrucuk’un oynadığı, Shirley adındaki tek kişilik tiyatro oyunundaki bir replikten esinlenme de söz konusudur.
- Hatıralar - 1 Ekim 2024
- Doğruluk mu? Cesaret mi? – Elif Demirbaş Topçu - 2 Haziran 2024
- Onsuz da Olmay… - 4 Aralık 2023