Türkiye, son yıllarda siyasi, sosyal ve kültürel açıdan derin bir kutuplaşma yaşamaktadır. Bu kutuplaşma, toplumun farklı kesimleri arasında güven, saygı ve işbirliği eksikliğine yol açmakta, demokratik değerleri ve kurumları zayıflatmakta, çatışma ve şiddet riskini artırmaktadır. Peki, Türkiye’deki kutuplaşmanın nedenleri ve sonuçları nelerdir?
Siyasi Söylem
Türkiye’deki kutuplaşmanın en önemli nedenlerinden biri, siyasi söylemin kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı olmasıdır. Siyasi partiler ve liderler, rakiplerini düşmanlaştırmakta, onlara hakaret etmekte, onları hedef göstermekte ve onlarla diyalog kurmaktan kaçınmaktadır. Bu durum, siyasi kutuplaşmayı derinleştirmekte ve toplumsal barışı tehdit etmektedir.
Örneğin, 2019 yılında yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye’de siyasi partilerin seçmenleri arasında en çok güven duyulan parti yüzde 40 ile AK Parti iken, en az güven duyulan parti yüzde 3 ile HDP olmuştur. Aynı araştırmada, seçmenlerin yüzde 60’ı AK Parti’yi “milli iradeyi temsil eden” bir parti olarak görmüş, ancak yüzde 16’sı HDP’yi böyle görmüştür. Seçmenlerin yüzde 54’ü AK Parti’yi “demokratik” bir parti olarak nitelendirmiş, ancak yüzde 11’i HDP’yi böyle tanımlamıştır. Seçmenlerin yüzde 52’si AK Parti’yi “terörle mücadele eden” bir parti olarak algılamış, ancak yüzde 9’u HDP’yi böyle algılamıştır.
Bu veriler, Türkiye’de siyasi partiler arasında ciddi bir güven bunalımı olduğunu göstermektedir. Bu bunalımın temelinde, siyasi söylemin kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı olması yatmaktadır. Siyasi partiler ve liderler, rakiplerini “terörist”, “hain”, “vatan haini”, “bölücü”, “dış güçlerin maşası” gibi ifadelerle suçlamakta ve onları toplumdan dışlamaktadır. Bu durum, siyasi partilerin seçmenleri arasında karşılıklı nefret ve düşmanlık duygularını körüklemekte ve toplumsal bütünlüğü zedelemektedir.
Sosyal Eşitsizlik
Türkiye’deki kutuplaşmanın bir diğer nedeni de, sosyal eşitsizliğin artmasıdır. Türkiye, gelir dağılımında dünyanın en eşitsiz ülkelerinden biridir. 2019 yılında yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye’de en zengin yüzde 1’in geliri en yoksul yüzde 50’nin gelirinin yaklaşık 20 katıdır. Aynı araştırmada, Türkiye’nin Gini katsayısı (gelir eşitsizliğini ölçen bir gösterge) 0,41 olarak hesaplanmıştır. Bu değer, OECD ülkeleri arasında en yüksek ikinci değerdir.
Sosyal eşitsizlik, toplumda adalet duygusunu zayıflatmakta, yoksulluk ve yoksunluk sorunlarını artırmakta, sosyal hareketliliği engellemekte ve toplumsal huzuru bozmaktadır. Sosyal eşitsizlik, aynı zamanda siyasi kutuplaşmayı da beslemektedir. Zira, sosyal eşitsizlik, toplumun farklı kesimleri arasında çıkar çatışmalarına yol açmakta, siyasi partilerin seçmenleri arasında ekonomik farklılıkların derinleşmesine neden olmaktadır.
Örneğin, 2019 yılında yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye’de siyasi partilerin seçmenleri arasında gelir düzeyi açısından önemli farklılıklar vardır. Buna göre, AK Parti seçmenlerinin yüzde 28’i aylık geliri 2 bin TL’nin altında olanlar oluştururken, CHP seçmenlerinin yüzde 18’i bu gruba dahildir. Aylık geliri 5 bin TL’nin üzerinde olanlar ise AK Parti seçmenlerinin yüzde 13’ünü, CHP seçmenlerinin ise yüzde 23’ünü oluşturmaktadır.
Bu veriler, Türkiye’de siyasi partiler arasında ekonomik açıdan bir kutuplaşma olduğunu göstermektedir. Bu kutuplaşma, toplumun farklı kesimleri arasında dayanışma ve işbirliği ruhunu zayıflatmakta, siyasi partilerin seçmenleri arasında karşılıklı anlayış ve saygıyı azaltmaktadır.
Kültürel Çeşitlilik
Türkiye, tarihi, coğrafi ve kültürel açıdan zengin bir ülkedir. Türkiye’de farklı etnik, dini ve kültürel gruplar bir arada yaşamaktadır. Bu gruplar arasında Türkler, Kürtler, Aleviler, Sünniler, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Çerkezler, Lazlar, Romanlar ve daha birçokları sayılabilir. Bu çeşitlilik, Türkiye’nin gücü ve zenginliği olarak görülebilir. Ancak, aynı zamanda bu çeşitlilik, toplumsal bütünlük ve uyum açısından da bazı sorunlar doğurmaktadır.
Türkiye’de kültürel çeşitliliğin kutuplaşmaya etkisi konusunda yapılan araştırmalar, farklı grupların birbirlerine karşı önyargılı, güvensiz ve düşmanca tutumlar sergilediğini göstermektedir. Örneğin, 2019 yılında Kadir Has Üniversitesi tarafından yayınlanan “Türkiye Sosyal-Siyasal Eğilimler Araştırması”na göre, Türklerin %63’ü Kürtleri sevmiyor veya hiç sevmiyor; Kürtlerin %55’i ise Türkleri sevmiyor veya hiç sevmiyor. Aynı araştırmaya göre, Sünnilerin %57’si Alevileri sevmiyor veya hiç sevmiyor; Alevilerin %64’ü ise Sünnileri sevmiyor veya hiç sevmiyor. Bu veriler, Türkiye’deki etnik ve dini gruplar arasında ciddi bir kutuplaşma olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu kutuplaşmanın nedenleri arasında tarihsel travmalar, siyasi rekabet, eğitim sistemi, sosyo-ekonomik eşitsizlikler ve kimlik siyaseti sayılabilir. Bu nedenlerden dolayı, farklı gruplar arasında karşılıklı saygı, anlayış ve diyalog eksikliği yaşanmaktadır. Bu da toplumsal barış ve demokrasi açısından riskli bir durumdur.
Medyanın Dili
Medya, toplumun önemli bir parçasıdır. Medya, hem toplumu yansıtan hem de toplumu şekillendiren bir güçtür. Medya, insanların bilgi edinme, haber alma, fikir oluşturma ve ifade etme hakkını sağlayan bir araçtır. Ancak medya aynı zamanda toplumu bölme, kutuplaştırma ve manipüle etme potansiyeline de sahiptir.
Türkiye’de medyanın dili konusunda yapılan araştırmalar, medyanın büyük ölçüde kutuplaştırıcı, ötekileştirici ve ayrıştırıcı bir dil kullandığını göstermektedir. Örneğin, 2017 yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi tarafından yayınlanan “Türkiye’de Medya ve Kutuplaşma” raporuna göre, Türkiye’deki medya kuruluşlarının %80’i siyasi iktidarın etkisi altında bulunmaktadır. Bu medya kuruluşları, iktidarın çıkarlarına hizmet eden, muhalif sesleri susturan, tek sesli ve tek tip bir medya yaratmaya çalışmaktadır. Bu medya kuruluşları, toplumu ikiye bölen, “biz” ve “onlar” şeklinde ayrımcı bir dil kullanmaktadır. Bu dil, toplumda farklı görüşlere tahammülsüzlük, kutuplaşma ve kutuplaşmanın derinleşmesine neden olmaktadır.
Yayın Politikası
Medyanın dili kadar, medyanın yayın politikası da kutuplaşmayı etkileyen bir faktördür. Medyanın yayın politikası, medyanın hangi konulara ne kadar yer verdiği, hangi konuları nasıl ele aldığı, hangi kaynaklara başvurduğu, hangi görüşleri temsil ettiği gibi hususları kapsamaktadır. Medyanın yayın politikası, toplumun gündemini belirleyen, toplumun ilgi alanlarını yönlendiren, toplumun algısını etkileyen bir unsurdur.
Türkiye’de medyanın yayın politikası konusunda yapılan araştırmalar, medyanın büyük ölçüde tek taraflı, yüzeysel ve sansürlü bir yayın politikası izlediğini göstermektedir. Örneğin, 2018 yılında Reporters Without Borders tarafından yayınlanan “Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi”ne göre, Türkiye 180 ülke arasında 157. sırada yer almaktadır. Bu endeks, Türkiye’de basın özgürlüğünün ciddi şekilde ihlal edildiğini göstermektedir. Türkiye’de medya kuruluşları, iktidar tarafından baskı altına alınmakta, sansürlenmekte, kapatılmakta veya el değiştirmektedir. Bu durumda medya kuruluşları, toplumun gerçek sorunlarına değil, iktidarın istediği konulara odaklanmakta; toplumun farklı seslerine değil, iktidarın tek sesine kulak vermektedir. Bu yayın politikası da toplumda bilgi eksikliği, yanlış bilgilendirme ve kutuplaşma yaratmaktadır.
Türkiye’deki derin kutuplaşmanın nedenleri arasında siyasi, sosyal, kültürel çeşitlilik, medyanın dili ve yayın politikası önemli rol oynamaktadır. Bu faktörler, toplumu bölme ve ayrıştırma eğilimindedir. Bu eğilim ise toplumsal barış ve demokrasi açısından tehlikelidir.
NHY/ Deniz Çınar
- Talihsiz Anjel Hala ve Edirne Kuşatması Günleri - 29 Ocak 2025
- Bilim İnsanları, Bazı Kişilerin Neden Covid Olmadığını Buldu - 21 Haziran 2024
- Tüketicinin İyimserliği Azalıyor - 21 Haziran 2024