Uzun zamandır etkilerini hissediyorduk ancak sonuna geldiğimiz yaz bize iklim değişikliğinin korkunç yüzünü gösterdi değil mi?
Neler neler yaşadık!
Sıcak hava dalgaları sonucu termometrelerin neredeyse elli dereceyi gösterdiği günler gördük. Kendimizi atacak bir ağaç gölgesi aradık ve tekrar anladık o kadim canlıların insan hayatı için ne kadar önemli olduğunu. Orman yangınlarına şahitlik ettik. Çanakkale’deki köyümüzün ilerisinde gökyüzünde biriken dumanları ve dünyanın dört bir yanından gelen haberleri endişe ve üzüntüyle takip ettik. Sonra, fotoğraflarda yangınlar sebebiyle can veren canlıları görüp kahrolduk. Nehirlerin, pınarların, çayların gözümüzün önünde kuruyup küçüldüğünü, su seviyelerinin azaldığını gördük ve bir kere daha hatırladık. Tüm dünya kuraklık tehdidi altında. İnsan için hayati olan su, korunmaya muhtaç bir durumda.
Neler oluyor, bir felakete doğru mu gidiyoruz?
Yanıtı dolandırmadan verelim, on yıllardır bildiğimiz ve alıştığımız şekilde yaşamaya devam etmeyi düşünüyorsak, evet. Bir felakete doğru gidiyoruz ve boyutları düşündüğümüzden çok daha büyük olacak.
Dünya Meteoroloji Örgütü Genel Sekreteri Petteri Taalas’ın sözlerini bir kere daha hatırlayalım: “Buzulların erimesi ve deniz seviyesinin yükselmesine karşı mücadeleyi çoktan kaybettik. Bu kötü haber. Çünkü o kadar yüksek seviyelerde sera gazı salındı ki, sular binlerce yıl yükselmeye devam edecek. Emisyonları azaltmak için hangi adımlar atılırsa atılsın, aşırı hava koşulları 2060’lara kadar devam edecek. Daha sonra durumu tersine çevirmek için bir şans elde edilebilir.”
Yani, artık aşırı iklim olaylarına karşı risk yönetimi ile sonuçları hafifletme şansımız yok. O tren kaçtı. Bundan sonra uyum kabiliyetimizi geliştirmek ve önümüzdeki son derece çetin süreci iklimin sert seyrine uyum sağlayarak geçirmemiz gerekiyor.
Karamsar bir tablo var değil mi? Evet, ancak kaderciliğe de yer yok. Gerekenleri yapmalı ve o sert dönemece hazırlıklı olarak girmeliyiz.
Benim, bireysel olarak ümidim var…
Ülkeler bağlamında baktığımda bir hareket görüyorum. Paris Antlaşması, Avrupa Yeşil Mutabakatı, ülkelerin bireysel olarak almakta olduğu önlemler ivme kazanıyor. Yönetimlerin mutlaka bu ivmeyi artırması gerekiyor, çünkü bazen kısa vadeli hedeflerin bu büyük amacın ötesine geçmesi söz konusu olabiliyor. Buna izin verilmemeli.
Ümidim, ülkelerin yaptıklarından ziyade, iklim değişikliğini “dert edinenlerin” aksiyonlarından kaynaklanıyor açıkçası.
Bakın, gençler biraz yukarıda ifade ettiğimiz gibi ülke yönetimlerinin aksiyonlarını yeterli görmüyor ve onları hızlandırmak için dava etmeye başladı. Özellikle 2017 yılında ülkelerini vuran ölümcül orman yangınlarından sonra, hükümetin iklim değişikliği konusunda eylemsiz kalmasından “dehşete düşen” Portekizli altı genç, 32 Avrupa ülkesini mahkemeye verdi.
Gençlerin yanında “dert edinen” başka kesimler de var. Bilim insanları ve yeni nesil girişimler.
Öyle şeyler yapıyorlar ki insanın ümidi artıyor.
Örneğin, Hawaii Üniversitesi’nden bir astronom, küresel ısınmayı durdurmak için sıra dışı bir öneri getirdi. Astronom Szapudi, Dünya’ya ulaşan güneş ışığı miktarını azaltmak için son teknoloji hafif malzemelerden yapılmış ve bir asteroit ile dengelenmiş devasa bir güneş kalkanının uzaya yerleştirilmesini öneriyor. Mantık basit: Dünyaya düşen güneş ışığının % 1,7 kadar bir kısmını dahi engellemek, küresel sıcaklıklarda büyük bir artışı önleme potansiyeli taşıyor. Sıcak hava dalgalarına engel olabilir mi? Neden olmasın?
Orman yangınları mı dediniz? James Dyson Ödülü’nün Türkiye Ulusal şampiyonu, nesnelerin interneti tabanlı ve uydu bağlantılı bir sensör sistemi olan “ForestGuard 2.0” projesi oldu. Sistem, orman yangınlarını çok erken bir seviyede tespit etmeyi vaat ediyor… James Dyson Ödülü, James Dyson Vakfı tarafından her yıl düzenlenen, sürdürülebilirlik odaklı bir mühendislik yarışması. Gecikmeksizin yapılacak müdahaleler, ormanları korumak için son derece etkili olabilir.
Ya tüm dünyayı tehdit eden kuraklık tehlikesi?
Bu alanda her gün birçok gelişmeye şahitlik ediyoruz. Havadaki nemi suya çeviren cihazlar kadar kirli suyu arıtabilmek için de ardı ardına çalışmalar açıklanıyor. Avustralya’nın Commonwealth Bilimsel ve Endüstriyel Araştırma Kuruluşu’ndan (CSIRO) bilim insanları, kirli suyu tek bir geçişten sonra içilebilecek kadar temiz hale getirebilen “Graphair” adı verilen grafenden yapılmış ince bir film geliştirdiler. Haydi, Avustralya’ya kadar gitmeyelim. Daha önce bu köşede yazdığımız bir yazıda, Türkiye’de benzer bir sonucu elde etmek üzere bakterilerden yararlanan 7CBasalia şirketinden bahsetmiştik.
Her şey devletlerden ve siyasetçilerden beklenemez. Seçim kazanma düşüncesi bazen uzun vadeli faydaların önüne geçebilir.
Burada, “dert edinenlerin” yaratacağı fark belirleyici olacak. “Dert edinenler” de ayak seslerini duyurmaya başladı…
Bir sonraki yazıda görüşene kadar, sağlıcakla kalın.
- Bilimden Korku Filmi Senaryolarına - 24 Şubat 2025
- Dünyada 4B Hareketi ve Sürdürülebilirlik - 16 Aralık 2024
- Yeme İçme Alışkanlıklarınızı Radikal Şekilde Değiştirmeye Hazır mısınız? - 31 Ağustos 2024