Trump Etkisi ve İnsan Haklarında Derinleşen Küresel Çöküş

Uluslararası Af Örgütü’nün yayımladığı “Dünyada İnsan Haklarının Durumu” raporu, 2024 yılının sadece sayılardan ibaret bir takvim yaprağı değil, aynı zamanda insanlık için karanlık bir dönüm noktası olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Raporun en çarpıcı ifadelerinden biri kuşkusuz şu: “Trump etkisi, sadece ABD’yi değil, tüm dünyayı insan hakları açısından geriye savurdu.” Bu ifade, özellikle dünya siyasetindeki otoriter eğilimlerin artık münferit sapmalar değil, sistematik bir bozulma halini aldığına işaret ediyor.

Donald Trump’ın ikinci dönemine adım attığı ilk 100 gün, yalnızca sembolik bir başlangıç değil; çok taraflılığa, adalete ve eşitliğe dayanan küresel düzene doğrudan bir saldırı olarak değerlendiriliyor. Bu saldırı, ABD’nin tarihsel olarak kurucularından biri olduğu uluslararası kurumlara ve insan hakları mekanizmalarına yönelmiş durumda. Trump yönetimi, sadece içeride göçmen karşıtı politikalarla, sığınmacıları kriminalize eden söylemlerle değil, aynı zamanda küresel ölçekte insan hakları korumalarını zayıflatarak da etkisini hissettiriyor.

Ancak, rapor sadece Trump’ın politikalarını hedef almıyor. Af Örgütü Genel Sekreteri Agnès Callamard’ın da ifade ettiği gibi, bu “hastalık” daha derinlere uzanıyor: Dünyanın dört bir yanında otoriter yasalar, baskıcı liderler ve susturulmuş toplumlar artık yeni norm haline geliyor. Bangladeş’te protestoculara verilen “gördüğün yerde vur” talimatı, Mozambik’te yüzlerce kişinin öldüğü seçim sonrası müdahaleler, Sudan’daki iç savaşta 11 milyonu aşan yerinden edilme… Hepsi bu yeni “normalin” dehşet verici parçaları.

Türkiye de bu eğilimden azade değil. Protestolara getirilen genel yasaklar, barışçıl göstericilere yönelik hukuksuz güç kullanımı, sivil topluma ve muhalefete yönelik kriminalize edici uygulamalar, ülkenin otoriter gidişatının bir başka ifadesi. Öte yandan Güney Kore örneği, bu karanlık tabloya bir nebze umut katıyor: Halkın örgütlü direnişi, sıkıyönetim ilan eden başkanı görevden aldı, haklar geri kazanıldı. Bu durum, halkın örgütlü direnişinin hala etkili olabileceğini gösteriyor.

Raporda öne çıkan bir diğer tema ise, silahlı çatışmaların yaygınlaşması ve uluslararası insancıl hukukun açıkça ihlal edilmesi. İsrail’in Gazze’deki eylemleri, Rusya’nın Ukrayna’da artan sivil hedef saldırıları, Sudan’daki sistematik cinsel şiddet ve Myanmar’daki Arakanlılara yönelik ayrımcı uygulamalar… Hepsi, savaş suçlarının artık cezalandırılmadığı bir küresel sistemde “yeni olağanlar” haline geliyor.

Bu kaotik düzende en büyük darbeyi alanlardan biri de geleceğimiz: Gelecek nesiller. İklim krizi karşısında kayıtsız kalan devletler, teknolojik dönüşümün doğurduğu eşitsizlikleri körükleyen politikalar ve en kırılgan kesimlerin -kadınların, LGBTİ+ bireylerin, göçmenlerin- haklarına yönelik saldırılar, sadece bugünü değil, yarını da karanlığa mahkum ediyor. Trump yönetiminin dış yardımları kesmesiyle birlikte Suriye’deki gözaltı kamplarında sağlık hizmetlerinin çökmesi, Yemen’deki çocuklara yönelik beslenme programlarının sonlandırılması, Tayland sınırındaki mülteci kamplarının boşaltılması… Bunlar, küresel adaletsizliğin somut ve ölümcül sonuçları.

Af Örgütü’nün çağrısı net: Çok taraflılık ve uluslararası hukuk, her şeye rağmen güçlendirilmeli. Bugün dünyayı yönetenler, İkinci Dünya Savaşı sonrası inşa edilen insan hakları sistemine sırtlarını dönüyor. Bu, sadece hukukun değil, aynı zamanda insanlık onurunun da çöküşü anlamına geliyor. Bu çöküşe direnmek ise sadece sivil toplumun ya da birkaç aktivistin değil, herkesin sorumluluğu.

Bugün içinde yaşadığımız bu zalim çağda, suskun kalmak da bir tercihtir. Ancak insan hakları gibi temel ilkeler, sessizlikle değil, dayanışmayla, mücadeleyle ve dirençle korunabilir.

Çünkü bu, sadece bir rapor değil. Bu, insanlığın çığlığıdır.

  • NHY / Amnesty International – The State of the World’s Human Rights 2024