Estetik: Hayatta Kalmanın ve Direnişin Bir Aracı

Gazze’de çocuklar korkuyla ölümü beklerken, Avrupa’nın başkentlerinden yükselen ses yalnızca uğultulu bir sessizlik. Diplomatik cümlelerin arasında boğulan gerçek, “iki tarafa da itidal” çağrısına sıkıştırılan bir yıkımın adı artık. Avrupa, mazlumdan değil güçlüden yana tavır alıyor. Ama bu suskunluk yalnızca onlara özgü değil. Türkiye de utangaç bir vicdanın cılız sesiyle geçiştiriyor olup biteni.

İktidarın “One Minute” günlerinden kalma Filistin söylemi artık içi boş bir tekrar. Limanlarda İsrail’e giden mallar yüklenmeye devam ederken, ekranlarda öfke nutukları atılıyor. İslamcı iş çevreleri, Filistin için değilse bile İsrail ile işbirliğini sürdürebilmek için bin bir takla atıyor. Göstermelik öfkelerin, sahte mitinglerin ardında bir ticaret dili konuşuluyor. Kudüs meydanlarında poz verenler, Tel Aviv ile iş bağlantısı kurmaktan çekinmiyor. Kısacası ne Avrupa’da ne Türkiye’de gerçek bir yüzleşme yok.

Ancak bunca ikiyüzlülüğün arasında hâlâ başka bir dil konuşuluyor: sanatın ve estetiğin dili. Geçtiğimiz günlerde bir sanatçı buluşmasında bir Filistinli yönetmenin kısa filmini izledim. Filmdeki ölü kuzu, sadece bir simge değil, ölümle yüzleşmenin en çıplak haliydi. O sahne ne siyasetin gündelik diline sığar ne de haber bültenlerinin sansürlü gerçekliğine. Ama sanatın diliyle, o görüntü kalbe saplanır.

Tam da bu yüzden estetik bir lüks değildir. Hayatta kalmanın, hafızayı korumanın ve insan kalmanın yollarından biridir. Acıdan kaçmanın değil, ona dokunmanın biçimidir. Gerçekle temas kurma arzusunun belki de en dürüst yoludur. Çünkü sanat, siyasi açıklamaların kaldıramayacağı hakikatleri üstlenir. Estetik, çoğu zaman susturulmuş vicdanın yerine konuşur.

Bugün Avrupa’nın Filistin karşısındaki suskunluğu, yalnızca diplomatik bir sorun değildir; bu aynı zamanda bir estetik körlük, bir vicdan felcidir. Aynı şekilde Türkiye’nin gösterişli ama içi boş tepkileri de vicdani değil, hesaplıdır. Gerçek tepki, ticaretin yönü değiştiğinde, işbirlikleri sorgulandığında, çıkarlar feda edildiğinde ortaya çıkar. Ama bunu yapan yok. Herkes kendi konfor alanında, kendi ideolojik gözlüğünden bakıyor ölümlere. Ve gözlük, gerçekliği olduğu gibi göstermiyor.

Sanat ise başka bir şeyi vaat eder: o gözlüğü çıkarmayı. Gerçeğe doğrudan bakmayı. Bazen bir fotoğrafla, bazen bir şiirle, bazen de sessiz bir film karesiyle. İşte o yüzden estetik yalnızca güzeli üretmez; aynı zamanda hakikati taşır. Bu çağda, sessizliğin ve inkârın ortasında estetik, bir tanıklık biçimidir. Bir direniş biçimi. Susturulanların yerine konuşur, unutturulanları hatırlatır.

Filistin’de bir çocuğun ölümü, bir gösterge değildir; o çocuğun adı, hikâyesi, oyuncak ayısı, hayalleri vardır. Onu ancak sanat gösterebilir. Siyasetçiler rakamlardan bahsederken, sanat bir çocuğun gözlerine odaklanır. Bu yüzden bugün en politik alanlardan biri sanattır. Ve bu yüzden en fazla bastırılan da odur.

Avrupa’nın sessizliğiyle Türkiye’nin sahte öfkesi arasında bir yerde, estetiğin dili hâlâ hayatta. Bize düşen, bu dili yalnızca duymak değil, savunmaktır. Çünkü estetik, hayatı sıradanlaştıranlara karşı bir başkaldırıdır. Güzelliği değil, gerçeği korumanın adıdır.

Ve işte tam da bu yüzden, estetik bir lüks değil; yaşamsal bir gerekliliktir.