Sinop Cinayetleri

Sayfamızın yazarlarından Tolga Ersoy’un Sınırsız Yayınlarından çıkan son kitabını en iyi anlatan bir bölümü aşağıda bulacaksınız. Akıcı ve çarpıcı ifadeleriyle okuru yakalamayı her seferinde başaran Ersoy bu kitabıyla okurularını bir kez daha şaşırtmayı başararak kitabın içine çekmeyi başarıyor… 

Kitaptan bir bölüm:

“Gün çoktan sona erdi dostlar, önceki günün yağmuru yalnızca anımsananların değil sıkısından bir fırtınanın da habercisiymiş meğer, şimdi ben iskelenin üstünde bu kara fırtına ile ruhumu serinletirken ayaklarımın altından geçen dalgaların tekdüzeliğinin suçunu poseydonun gücü adına bağışlıyorum, dalgaların, az ötede onları bekleyen, adına kimilerinin garra/kara dedikleri toprak parçasına ulaştıklarındaki coşkulu kükreyişleri, bulunduğum yer için hiçbir şey ifade etmiyor; çelimsiz çocukların açlığa övgü dışında hiçbir anlamı olmayan oyunlarındaki isterik kahkahalarını anımsıyorum, nedendir bilinmez. Gökyüzü ile denizin fırtına sözleşmesi yaptıkları ufka dalıyorum, elimi uzatıyorum, elimin ufka kadar uzandığını görüyorum. Eskiden sebebini hiçbir zaman bilemediğim suçluluk duygusu ile ancak seyretmekle yetindiğim fırtınalı ufuk çizgilerini ellerimle çizebileceğimi görüyorum. Oradayım biliyorum. Karanlığa rağmen orada olduğumu biliyorum ve orada olup olmadığımı başkalarının bilmesini artık hiç önemsemiyorum. Çünkü o “eski” duygularımdan hiçbirinden eser kalmadı artık. Beklemekten ya da bağışlamaktan, değer vermekten ya da önemsenmemekten…

Eylemlerimden bağımsız bir kirdi bu aynı zamanda bana olan borçluluk durumunun somut göstergesi; bana borçlu olduklarını düşünüyordum onun ve şu anda adını cismini anımsamadığım diğerlerinin: Borçlarını ödemeleri gerekiyordu. Ölüm, borçlarının gecikmiş, affedilmiş ve silinmiş faizleriyle birlikte geri ödenmesinden başka bir şey değildi ve hiç kuşku yok ki, çok şeydi. Ve bu yaşamımın geri kalanına bırakacağım hikayelerden birisi olacaktı, olmalıydı. Yaşanmış, sonuna dek gerçek; inkar edilemez.

Bugüne ne kadar da çok benziyordu DÜN; yağmur başladı başlayacak. Haberci damlaların ılımış rakımı seyrelttiğini anımsıyorum dün, geceden, önce soğuktu kuşkusuz, her şey değişir! Yalnız olmadığımızı anımsıyorum; fırtına bulutlarının yalnızlar dışında herkesi evlerine kovaladığını da. Islandığımızı anımsıyorum dün, geceden sarsak damlaların sorumsuzluğunda.

Ve hatta denizden esen rüzgarla birlikte ruhlara dolan ve onu göz yaşlarıyla dışarı boşaltan taze yosun kokusunu sanki bugünmüş gibi anımsıyorum, oysa ağlamadığımı anımsıyorum; veda ettiğim…

Onların, benden başka herkesin her şeyin hayatıydı bu. Bu hayat onlarındı ve ben sadece onlara ait bu dünyanın içinde yaşıyordum. O an durumu tersine çevirmeye karar verdiğimi anımsıyorum. Birlikte. Zamanın bir çember olduğu duygusunu yaşadığımı… Her şeyin benzer olması her şeyi aynılaştırmıyor. Farklılık arttıkça, yaşanılan an ile dün arasındaki nicel benzerlikler göz doldurmak üzere birbiriyle yarışıyor. Aksi halde bu günlüğe dönmek yerine, öykümü anlatmak yerine başlayamayan yağmurla ancak mücadele edebilecek gücü olan yazılarımla tanışmış olacaktınız ve o durumda ben şu an hâlâ bu masada oturuyor isem şimdiki ben olamayacaktım kuşkusuz. Bir tür göreceliğe hapsedilme duygusu bu… böylece göreceliliği gerçekliğe indirgeyerek, haz duygumu bağımsızlaştırarak onu yalnızca dünyevi olmaktan kurtaracaktım.

O güne kadar kendi hayatının bile kahramanı olamamış biri olarak peşinde olduğum “şey” sadece hayatı değildi, daha fazlasıydı, daha fazlası olmalıydı; çünkü geride kalan yaşamı, yaşamları o anda cisimleştirilmekten uzakta kalan diğerlerin yaşamları, geride kalan yaşamımdı. Diğer taraftan geride kalan yaşamları fazlasıyla benim geride kalan yaşamım olmaya aday görünüyordu. İşin en keyif verici yanlarından birisi de onların geleceğe ait beklentileri ile, hayalleri demek artık daha doğru oluyor, onların geleceğine ait benim planlarımın kesişmesinin, çatışmasının sonuçlarını bilen yeryüzündeki birkaç kişiden biri olmaktı. “