Politik işlevi olan, özel alanlara ayrılmış, kamusal alanlarla beraber insanların daha da özgürleştikleri, ekonomisi genel olarak ticarete dayalı yerleşim yerlerine ‘’şehir’’ denir. Ancak, bu tanımı biraz açmak gerekiyor. Weber, ‘’Bir evler topluluğuna sahip olmasının yanı sıra şehir, kendisine ait toprağa dayalı mülkiyeti ve gelir ve giderlerden oluşan bir bütçesiyle aynı zamanda iktisadi bir birliğe de sahiptir. Bu ekonomik birlik, aradaki nicelik farkları ne kadar büyük olursa olsun, köylerde de ortaya çıkabilir’’[1] diyor. O zaman öncelikle toplumsal fonksiyonlar başlığı altında ekonomik ilişkilere ve bireyler arası ilişkilere bakarak ‘’şehir’’ kavramını incelemek gerekir. Şehirin fiziksel ve idari fonksiyonları da dikkate alınmalı ve hepsi birlikte değerlendirilerek ‘’şehir’’ açıklanmalıdır.
Ekonomik İlişkiler
Tek başına ekonomik varlık gösterimi bir yerleşim yerinin şehir olması için yeterli değildir. Köylerde her türlü tarım, özellikle hububat, yetiştiriciliği yapılmaktadır. Hatta tarım faaliyetlerine bağlı olarak ticaret de yapılmaktadır. Köy içinde ticaret yapan küçük esnaf da bulunabilir. Ancak, ‘’şehir ‘’ genel hatlarıyla, hububat üretiminin yapılmadığı, ticaretin hakim olduğu, iktisadi faaliyet gösteren bir sosyal yerleşimdir. Şehirde ticaret odaları ve birlikler vardır ve ticari ilişkiler akraba, kan soyu yakınlığına göre şekillenmez. Sosyal yapıyı oluşturan tüm bireyler birbirleri ile etkileşim halindedirler. Şehirdeki ticari faaliyetler sadece hayatı idame ettirmek için değil, ekonomik kazanç yoluyla zenginleşme için yapılır. Bunun için ithalat ve ihracat yapılarak, iktisadi faaliyetler şehrin sınırlarından öteye taşınır. Ekonomik canlılık şehire doğru göçü canlandırır ve nüfus homojen özellik taşımaz. Bu duruma örnek olarak İzmir verilebilir. Osmanlı İmparatorluğu’na 15. yy’da katılan İzmir, ticari bir liman şehri olmaktan çok uzaktı. Coğrafi keşifler neticesinde Osmanlı şehirlerinin doğu ile batı arasında ulaşım ağı olmaktan çıkmasıyla, yabancı tüccarlar yeni faaliyet alanlarını keşif yoluna gittiler. O zamana kadar Osmanlı başkenti İstanbul’un tarımsal ürün ihtiyaçlarını karşılayan İzmir yerleşimi, zengin toprakları ve korunaklı limana sahip olması ile dikkatleri çekerek, yabancı tüccarlar için cazibe merkezi haline geldi. Bu sebeple İzmir’e göç edip ticari faaliyetlere başlayan yabancı tüccarlar, Osmanlı’nın gecikmiş dikkatini de oraya çekerek, altyapı hizmeti getirilmesine ve ticaretin vergilendirme usulü ile kurallara bağlanmasına vesile olup, İzmir’in şehirleşmesine önemli katkıda bulundular.[2] Yabancılarla beraber, Osmanlı tebaası olan Yahudiler de şehire yerleşip ticari faaliyetlere giriştiler. Ekonomik fonksiyon olarak pazar yeri önemli unsurlardan biridir. Osmanlı şehirleri baz alındığında bunlar, bedesten, han, pazarlar olarak belirtilebilir. Ticaretin olmazsa olmaz şartlarından biri güvenli faaliyet yeridir. Bütün ticaret bölgesinin merkezi olarak kurulan bedesten, sağlam ve kâgir yapısı ile tüccarların değerli mallarını koruyan bir çeşit iç kale oluyordu.
Bedestenlerin kâgir ve sağlam yapılar olması, ahşap dükkânların dehşet verici bir âfet halinde yayılan yangınlarda yok olması göz önüne alınarak hiç değilse değerli malları koruyabilmek bakımından daha emniyetli olmasıyla izah edilebilir. Bunlarda tüccarların kıymetli malları dışında çarşı esnafının, tüccarların kasaları, evrakları, defterleri, yakın tarihlere gelinceye kadar önemli bir sosyal müessese olan esnaf ve zenaatkâr loncalarının belgeleri muhafaza ediliyordu.[3] Şehirdeki ticaret faaliyetleri daha profesyoneldir. Ticari işlemler, kişisel ilişkilere bağlı olarak değil, yasalar ve kurallar çerçevesinde yürütülür.
Bireyler Arası İlişkiler
Köyler şehirlere göre daha kapalı yaşama sahip, kişisel özgürlüğün pek olmadığı, hayatın, köylünün gelenek ve göreneklerine göre şekil aldığı yerleşim yerleridir. Şehirler, kamusal alana sahip olan yerler olarak, hareket özgürlüğü sunan, kişinin yaşamını kendi istekleri doğrultusunda yönlendirebileceği yerleşimlerdir. Bu tanım her ne kadar şehrin doğası olsa da gerçekte şehrin bulunulan bölgesine göre mahremiyet algısı ve özgürlük anlayışı değişebilmektedir. Şehirdeki evlerin apartman şeklinde ya da birleşik nizam olması özel hayatın gizlenebilirliğini büyük ölçüde engellemektedir. Evinden dışarı çıkan kişi, mahalle bireylerinin gözetmenliğine maruz kalmakta ve neredeyse her hareketi izlenmektedir. Ancak mahalle dışına çıkılıp şehrin kamusal alanlarına doğru ilerledikçe birey özgürleşebilmektedir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde mahallelerin küçük ve hatta bazılarının duvarla çevrili olup kapılarının belli saatlerde kapatıldığı düşünülünce mahalle içi özgürleşmenin imkansızlığı bir kez daha anlaşılır.[4] Her ne kadar Weber, ‘’Toplumsal bir düzen olarak kentselliğin özelliği, birincil temasların yerine ikincil temasların ikame olmasıdır. Bununla bağlantılı olarak, akrabalık bağları zayıflar, mahallenin (komşuluğun) önemi azalır, toplumsal dayanışmanın geleneksel temelinin zayıflaması, endüstriyel, eğitimsel ve eğlence türü faaliyetlerin, uzmanlaşmış kuramlara transferi söz konusu olur’’[5] demiş olsa da doğu şehirlerinde toplumsal alışkanlıklara bağlı olarak böyle olmamıştır. Gerçi Weber’in ‘’şehir’’ betimlemesi doğu kentlerini kapsamamaktadır ancak oryantalist bakış açısından uzaklaşıp, yerleşimleri toplumsal özellikleri ile beraber ele alırsak doğuda da ‘’şehir’’ olduğunu görürüz. Osmanlı şehirlerinde mahalle bireylerinin birbirlerinin görgü şahidi ya da durumu ve iyi niyetini sorgulayabilecek yetkili kişi olma özellikleri devlet eliyle teşvik edilmiştir. Mahkemelerde kişinin toplum içindeki durumu ve nasıl bilindiği yaşadağı çevrenin sakinleri tarafından ispatlanıyordu. Mahremiyetin, Osmanlı şehirlerinde kamusal alan içinde süreklilik arzeden bir kayboluş ve alenileşme tehtidi altında olduğunu söyleyebiliriz.[6] Osmanlı şehirleri bu özelliği ile Batı şehirlerinden ayrılmaktadır ancak böyle bir özelliğe sahip olması bu kentleri ‘’şehir’’ kabul etmeye engel değildir.
Fiziksel Fonksiyonlar
Bir yerleşim yerinin şehir olarak kabul edilebilmesi için öncelikli olarak kamusal alanlara sahip olup olunmadığına bakılmalıdır. Bireylerin hangi din, ırk, millet olduğuna bakmaksızın aynı hizmeti alabileceği, serbetçe dolaşabileceği alanlar olmalıdır. Mesela park, yürüyüş yolları buna örnek olarak verilebilir. Okul, vilayet, devlet teşkilat binaları gibi kamu yapılarının varlığı önemlidir. Şehirlerde kişiler devlet ile ilişkilerini bizzat devletin hizmet binalarında kendileri yürütürler. Devletin altyapı olarak imar ettiği su sistemi, köprü, yol gibi kamusal hizmet yapıları mevcuttur. Osmanlı döneminde vakıflar aracılığı ile bir çok hizmet binaları yapılmıştır. Bunlara örnek olarak, imaretler, medreseler, camii ve mescitler verilebilir. Şehirler mahallelere ayrılmıştır ve etrafında etkileşimde olduğu kasaba ve köyler vardır. Bazı şehirlerde özel mahalleler görülebilir. Mesela Ermeni mahallesi, Yahudi mahallesi gibi. İstanbul’dan örnek verecek olursak, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Aksaray’dan getirilip yerleştirilmiş kişilerin bir arada bulunduğu ve geldikleri yerin adıyla anılan mahalle ve yine Osmanlı döneminde Yahudilerin beraber yaşadığı Balat söylenebilir. Pera yabancı tüccarların bulunduğu başka bir mahalle olarak da örnek olarak verilebilir.
İdari Fonksiyonlar
Şehirler içerisinde kamuya ait yerler dışında, bir de politik işleve sahip, şehrin yönetimi ve devletle olan ilişkilerini yürütmek için imar edilmiş binalar vardır. Şehirler her ne kadar Osmanlı döneminde özerk yönetime sahip yerler olarak kabul edilmese de, devletle olan ilişkisi dışında bir takım yerel işlerde diğer şehirlere benzemeyen uygulamalara sahiptir. Buna örnek olarak uzunca bir dönem Kadı atanmayan İzmir vilayetini verebiliriz. Ayrıca, bazı şehirlere vergi indirimi gibi imtiyazlar verildiği de bir gerçektir. Her ne kadar Osmanlı dönemi için şehir sakinlerinin kendisini yönetme hakkı olmasa da en azından yönetici ve merkez ile bir çeşit pazarlık yapılabiliyordu. Doğu şehirlerinde halkın idari yönetime katılım imkanı yokken batı şehirlerinde kendilerini yönetebilme imkanı ve katılım kanallarının olmasına bağlı olarak örgütleri vardı. Osmanlı şehirleri için merkeze bağlı yönetici, merkeze bağlı mahkeme olmasına rağmen daha önce de belirtmiş olduğum bir şehire sağlanan bir tür esneklikten söz edebiliriz. Şehir yaşamının devamlılığını garanti eden, huzur ve güveni sağlayan idari fonksiyonların etkin bir biçimde kullanımı ve yerel yönetimin görevini yerine getirmesidir.
Yukarıda bahsetmiş olduğum fonksiyonlar birbirleri ile etkileşim halindedir ve bir tanesinin yokluğu şehiri şehir olmaktan çıkarmaz. Şehirli profesyoneller için çeşitli iş imkanlarının olduğu ve içinde yaşayan nüfus için kişisel özgürlüğün daha fazla olduğu ‘’şehir’’, yenilenebilirlik ve gelişebilirlik özelliklerine sahiptir. Bu bağlamda düşünüldüğü zaman ‘’şehir’’ bir yerleşim yeri değil yaşayan bir unsurdur.
Bibliyografya
1. Kitap
Eldem, E., Goffman, D., Masters, B., Doğu İle Batı Arasında Osmanlı Kenti Halep, İzmir ve İstanbul, (çev.) Sermet Yalçın, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2003
Weber, Max, Şehir:Modern Kentin Oluşumu, (çev. ) Musa Ceylan, Yarın Yayınları, İstanbul 2000
- Makale
Ergenç, Özer, “Osmanlı Şehirlerindeki ‘Mahalle’nin İşlev ve Nitelikleri Üzerine”,
Osmanlı Araştırmaları/The Journal of Ottoman Studies , 1984, sayı 4, s. 69-78
Yılmaz, Fikret, ‘’Osmanlı’da Mahremiyetin Sınırlarına Dair’’, Toplum ve Bilim, 1999/2000, sayı 83, s. 92-110
- Ansiklopedi
Eyice, Semavi, ‘’Bedesten’’ mad., İslam Ansiklopedisi, 1992, cilt V, s. 302-311
[1] Max Weber, Şehir, çev. Musa Ceylan, İstanbul, 2010, s.97-98
[2] Daha fazla bilgi için bkz; Edhem Eldem, Daniel Goffman, Bruce Masters, Doğu ile Batı arasında Osmanlı Kenti, çev. Sermet Yalçın, İstanbul, 2003, s. 88-151
[3] Bkz. Semavi Eyice, ‘’Bedesten’’ mad., İslam Ansiklopedisi, V, s. 303
[4] Özer Ergenç, Osmanlı Şehirlerindeki Mahallelerin İşlev ve Nitelikleri Üzerine, Osmanlı Araştırmaları, 1984, IV, s. 69-78
[5] Max Weber, Şehir, çev. Musa Ceylan, İstanbul, 2010, s. 53
[6] Fikret Yılmaz, ‘’Osmanlı’da Mahremiyetin Sınırlarına Dair’’, Toplum ve Bilim, 1999/2000, sayı 83, s. 92-110
- Avrupa’da Mutlakiyet - 19 Ağustos 2018
- Foksiyonlar Açısından Şehir Tanımı - 29 Mart 2018
- Şiddet Üzerine Düşünceler - 15 Şubat 2018