Sanat halk için, hayat zaten kısa

Yaklaşık iki yıl önce, siyasi partilerde, derneklerde, kahvehanelerde, evlerde, sokaklarda “Ne olacak bu memleketin hali?”, “Burası Türkiye, ne olursa olsun hiçbir şey değişmez”, “Bu halktan hiçbir şey olmaz” vecizeleri (!) sürekli tekrarlanırken, 2013’ün 31 Mayıs’ını 1 Haziran’a bağlayan gece, köklü bir değişimin yaklaştığını muştulamıştı. Birçok kişi “Üç beş ağaç için ortalığı ayağa kaldırıyor anarşikler!” diye oturduğu yerden ahkâm keserken, yüz binler Taksim Meydanı’na akın edip polisi kovmuştu ve hep birlikte yaktıkları isyan ateşi Türkiye’nin dört bir yanına yayılmıştı.

Mücadele, kolektif zekâ, dayanışma

Başlangıçta Gezi direnişi diye anılan hareket, kocaman bir halk isyanına dönüşmüştü. İstanbul’dan sonra başta Ankara, İzmir, Antalya, Eskişehir ve Hatay’a yayılan eylemler, milyonları sokağa dökmüştü. Çok değil, bir hafta içinde kendine has sloganları, duvar yazıları ve resimleri, şarkıları olan bir isyan dalgası ülkeyi sarmış, böylesi toplumsal hareketlerin nasıl bir bilinç sıçraması yaratabileceğini göstermişti. Kolektif zekâyı, yaratıcılığı körükleyerek, her meydanda, isyanın yayıldığı her parkta dayanışmayı örgütleyerek, “İnsan doğuştan bencildir” önermesini yerle bir etmişti.

Kitleler, gerek sokak sokak, meydan meydan, barikat barikat savaşırken polis şiddetine karşı ürettikleri sloganlarla gerekse çatışmalar durduğu zaman düzenlenen müzik dinletileri, sokak tiyatroları ve pandomimlerle, kolektif resim çalışmalarıyla yaratıcılığın sınırlarını zorluyorlardı. Liberal yazarların “Güvenlikçi paradigmaya karşı yeni bir dil üretmek lâzım” diyerek, maddi koşullara hiçbir şekilde yaklaşamayan pasifist çözümlerine karşı, AKP iktidarının polis eliyle örgütlediği saldırılara karşı ortak mücadeleyle yanıt verdiler. Evet, ihtiyaç duyulan yeni bir dil idiyse, “çapulcular ve eylemciler” özgürlüğün dilini mücadele ederek, savaşarak ürettiler ve sanatın da pratikten, sokaktan, emekçi hakların mücadelesinden beslenerek gelişeceğini gösterdiler. Yaklaşık üç ay boyunca, ama artarak ama eksilerek, sermaye iktidarının her türlü baskısına, cinayetlerine, gözaltı, tutuklama ve işkencelerine karşı “Ferman padişahın, sokaklar bizimdir!” dediler.

Kaybettiklerimize bakarken

İşte o tarihi günleri ve sonrasında yaşananları, isyanların, ayaklanmaların, sınıf mücadelelerinin sürekliliği içinde eserine taşıyan ressam Haydar Özay, kocaman yürekli insanları kocaman boyutlardaki “Gezi Resmi”ne yansıttı.

Elli metrekarelik, taşınabilir bir duvar resmi bu. Özay, Diego Rivera gibi dâhi ressamlardan ilham almış ama farklı bir iş çıkarmış ortaya. Yapıtına duvar resmi diyor ama başka yerlerde de görülebilsin diye tek parça tuval üzerine işlemiş bu çalışmayı.

Resme ilk baktığınızda Ali İsmail, Abdocan, Ahmet, Hasan Ferit ve Ethem’i bir arada görüyorsunuz. Hepsi de dimdik duruyor! Kocaman bir ağacın altından bakıyorlar. Hemen üstlerinde Medeni’nin dikkatli bakışlarıyla karşılaşıyorsunuz. Onun biraz üstünde ise, Uğur Kurt, omzunda çocuğu ile çok mutlu gülümsüyor. Sağ alta doğru biraz kaydırırsanız bakışlarınızı, isyan günlerinin ilk şehidi Mehmet’i göreceksiniz. Sağ elinde bir ip tutuyor… Biraz daha sağa doğru bakınca, o ipin ucunun güzel gözleriyle gülümseyen Berkin’in elinde olduğunu görüyorsunuz. Berkin bir uçurtma tutuyor. İp Mehmet’ten sonra, Uğur Kurt’un omzundaki küçük çocuğa kadar gidiyor ve uçurtmanın gözünün çok daha yukarılarda olduğunu fark ediyorsunuz. Edip Cansever’in ünlü şiirinde elden ele dolaşan karanfil misali… Bir de bakmışsınız, uçurtma elden ele…

Süreklilik önemlidir; sanatta da hayatta da.  Canlı renklerin ve çiçeklerin arasından Özgecan’ın bakışlarıyla karşılaşıyorsunuz. Yılgın değil, ölgün değil. Yeni bir hayatın arayışında belki. Ama gözleri… Sanki “Katilimi unutmayın” diyor. Onu ve onun gibi daha birçoklarını yaratan, çoğunu da cezasız serbest bırakan erkek egemen sistemi işaret eder gibi.

Kaybettiğimiz gençlere bakarken de biliyorduk ama ölümü ilk kez en sağa doğru baktığımız zaman görebiliyoruz tabloda. Bir kepçenin dişlileriyle, büyük bir kurukafanın dişleri iç içe geçmiş. İş makineleri deyince çoğu zaman, en başta Gezi gibi güzel parkları, yaşam alanlarını yok etmek üzere kullanılan makineler geliyor aklımıza. Çarşı grubunun TOMA’ya karşı bir iş makinesini kaçırması efsanesini hatırlamak gülümsetebilir burada yüzlerimizi. Kurukafanın sağ gözündeki futbol topu da onlara işaret ediyor zaten. Fakat o topa vole vurmak isteyen kişi ise ayağından kelepçelenmiş. İsyana katılan Çarşı üyelerine de davalar açılmıştı nitekim.

Turnalar siz söyleyin

Ölümü ve ölümleri hatırlatan bir başka simge daha var hemen kepçenin sağında. Alman oyun yazarı ve şair Schiller’in (1759-1805) “İbikus’un Turnaları” isimli dramatik şiirine gönderme yapıyor ressam Özay. Halkın çok sevdiği şair İbikus, haydutlar tarafından öldürülmeden hemen önce, gökyüzünde göç eden turnaları görür ve onlara seslenir: “Sizden, yukarıdaki turnalardan/Susunca bütün sesler/Duyulsun cinayetimin ahı!” Resimde, başka eylemlerde katledilen canlarımız da var. Mehmet Ayvalıtaş’ın acısına dayanamayıp hayatını kaybeden Fadime Ayvalıtaş meselâ. Ama biz onların katillerini de biliyoruz. Diğerlerinin de…

Haydar Özay’ın eliyle “İbikus’un Turnaları”, sanatın, kültürün evrenselliğine de işaret ediyor. Sola doğru bakıp da resmin ortasında hemen hemen yukarıda, “Turna Semahı”nın resmedildiğini görünce, Anadolu kültürüne dönüyoruz. Aşağıya doğru bakınca gördüğümüz bağlama ise kültürel öğeyi tamamlıyor.

Emekçi halklar için sanat

Haydar Özay’ın yaklaşık bir buçuk yıl çalışarak Mimarlar Odası’nın Karaköy’deki mekânında hazırladığı ve ilk olarak burada sergilenen resmi görmeye gittiğimizde, her karede başka bir zenginlikle karşılaşıyoruz. Özay resmini, burjuva sanat anlayışına karşı modern sanat galerilerinde değil de, açık havada, bu resimdeki hemen her acının, sevincin, felaketin yaşandığı sokakta yahut halka açık diğer mekânlarda sergilemek istediğini söylüyor.

Ressam, yaşadığı toplumu çok iyi gözlemlemiş. Emekçi halkları etkileyen olayları yansıtmış eserine. Nitekim sol tarafta, ortalara doğru bakınca, yorgun gözleriyle bir maden işçisi görüyorsunuz. Soma Katliamı’nı hatırlıyoruz bir kez daha. Aklımızdan pek çıkmıyor gerçi. Sorumluların çoğu yargılanmadı, birçoğu da hâlâ devletin çeşitli kademelerinde kesesini dolduruyor.

“Gezi Resmi”nde penguenler de var. Halen egemenlerin hizmetinde olan “penguen medyası”nı es geçemeyiz.

Saydıklarımızdan başka birçok önemli simge ve ayrıntı da resmin bütünlüğüne, mücadelenin sürekliliğine, ölüm ve doğum temsilleriyle diyalektiğe işaret ediyor!

Haydar Özay’ın babası Cemal Özay’ın, Gezi Parkı’nda yaklaşık yirmi yıl baş bahçıvanlık yaptığını da hatırlatmak gerek. Emekçi babanın sanat emekçisi çocuğu ressam Özay da babasından ilham aldığını, çocukluğunun Gezi’de geçtiğini söylüyor. Resmini de bir gün mutlaka Gezi’de sergilemek istiyor.

Şimdilerde çokça konuştuğumuz Erdoğan’ın, Kaç-Ak Saray’ın sanatçılarına karşı, o, emekçi halkların sanatçısı olarak çalışmalarını sürdürüyor!

Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2015 tarihli 70. sayısında yayınlanmıştır.