Gözümü açtığımda, daha doÄŸrusu bilincim hafif yerine geldiÄŸinde nerede olduÄŸumu anlayamıyorum bir süre. Etrafımdaki telaÅŸlı insanların konuÅŸmaları kilometrelerce uzaktan yankılanıyor; sanki başım suyun altında, denizdeymiÅŸim gibi uÄŸuldayarak kulaklarıma çarpıp geri dönüyor. Yer çekimsiz bir ortamda yüzüyor bedenim sanki; ama ben bir yatakta yatıyorum. Etrafımdaki sislerin içinde, ancak telaÅŸlı slüetlerini seçebildiÄŸim insanlar koÅŸuÅŸturuyor… Bir polis bile var. Beynim doÄŸrulma komutu veriyor; fakat belli ki bedenimin o komutlarla baÄŸlantısı kopmuÅŸ; kıpırdayamıyorum! Aynı anda hem taÅŸ gibi ağır, hem de tüy gibi hafif hissediyorum kendimi! Nerede olduÄŸumu anlamaya çalışırken, bir yandan da bunun nasıl olabildiÄŸini düşünüyorum… Tabii uzun uzun yazdığım bu kadar cümle, hepi topu birkaç saniyenin tasviri… Bir anda sol koluma bir ÅŸeyler yaptıklarını fark etmemle birlikte, kalbime bıçak saplanmış gibi içim acıyarak nerede olduÄŸumu anlıyorum. Bir hastanedeyim ve bana melek slüetinde gözüken o beyazlı insanlar üstleri baÅŸları kan içinde, bileÄŸimden sallanan damarları; et parçalarını toparlamaya çalışıyorlar. Birisi, “Gözünü açtı!” diye bağırıyor heyecanla. Gözümü açıyorum evet; ama artık eskisinden de dayanılmaz olacak yeni bir hayata…
Son hatırladığım, acıdan yanan kalbimin ve insana, yaÅŸama duyduÄŸum umutsuzluktan çıldıran beynimin artık durmasını istediÄŸim! Ä°ÅŸkenceye son vermek istemek gibi… Ä°ntihar ruhun ötanazisidir; ötanazi hakkını kullanmak gibi… Tek fark, ÅŸalteri aslında görünmez eller indirdiÄŸi halde, fiÅŸi çeken sizmiÅŸsiniz gibi gözükmesi.
Evet, dinsin istiyorum acı! Babamın işkencelerine bizim için katlandığını söyleyen annemi kurtarmak için kırık bir ayna parçasıyla incecik bileğimi kesmeye çalışırken yakalandığım dokuz yaşımdan beri istiyorum bunu; ama hiçbir girişimim beni uzun süre hasta ya da yaralı bırakan ızdıraplı deneyimlerden öteye geçemiyor. Bu kez öyle olmasın istiyorum! Bu kez kesin olsun, geri dönüşü olmasın istiyorum! Elimdeki ince camdan, ayaklı kocaman bardağı masanın kenarına vurup kırmamla, ortaya çıkan korkunç cinayet aletini olanca gücümle bileğime geçirmem bir oluyor! Sonra bir daha, bir daha!.. Kaç kez doğruyorum kendimi bilmiyorum; ama son gördüğüm, içinden bir kısmı da yüzüme sıçramak üzere şelale gibi kan fışkıran kocaman, kıpkızıl bir gül oluyor! Parçaladığım bileğimi gül yaptığımı sanıyorum, perde kapanıyor.
Oyun bitmemiş oysa! Perde yeniden açıldığında dekorun da, senaryonun da çok daha karardığı, ruhsal acının üzerine artık kalan ömrüm boyunca acısının bir saniye bile geçmeyeceği ve bütün yazılarımı şiirlerimi o acıyla kıvranarak yazacağım korkunç bir fiziksel işkencenin daha eklendiği yepyeni bir sahneye başlıyorum. Rolüm yeniden yazılmış; bu kez artık iyiden iyiye meczup olmuş ağrılı bir çolağı oynuyorum!
En büyük ızdırabım ne en basit kiÅŸisel ihtiyaçlarımı karşılayamamam, ne de Numune Hastanesi’nde apar topar gerçekleÅŸtirilen ve saatler süren ameliyatımın baÅŸarısız olması sonucu, kalan hayatım boyunca asla geçmeyecek olan dayanılmaz aÄŸrılara mahkûm kalmam… En büyük ızdırabım çocuÄŸum!
Henüz dokuz yaşında… Minik bir balerin… En büyük mutluluÄŸum onu kollarımla sımsıkı sarıp baÄŸrıma basmak ve bale okuluna götürürken sıkı sıkı topuz yaptığım saçlarının ortaya çıkardığı ay yüzünü seyretmek. ÇocuÄŸuma sarılamıyorum… Ä°pek saçlarını topuz yapamıyorum… Gündelik hayatın içinde ne büyük mutluluk olduÄŸunu fark etmeden kayıtsızca sıradanlaÅŸtırdığımız binlerce küçük eylemin aslında hayatımızı aydınlatan ne büyük, ne kıymetli ÅŸeyler olduÄŸunu deneyimliyorum her gün çaresizce bir kederle.. Kahroluyorum…
En dayanılmazı ise, çocuÄŸumun yüzüne her baktığımda hissettiÄŸim müthiÅŸ utanç, suçluluk duygusu ve piÅŸmanlık! Nasıl bir anne ne kadar acı çekerse çeksin meleÄŸini terk edip gitmek isteyebilir; sen nasıl bir alçaksın diye dövüyorum kendimi her gün gizli gizli! Evet, saÄŸlam olan saÄŸ elimle yumruklar indiriyorum kafama her yalnız kaldığımda çılgınlar gibi aÄŸlayarak! Ona yalan söylüyorum; kaza geçirdim, ameliyat olmak zorunda kaldım yavrum diyorum hiç utanmadan. Ä°nanıyor! Dokuz yaşının olanca masumiyetiyle inanıyor annesine ve küçücük kollarıyla, aylarca alçıda kalan kolumu incitmemeye çalışarak sarılıyor bana bulgur bulgur gözyaÅŸları dökerek. Yıllar önce, henüz daha anne deÄŸilken, kendisi de benim gibi bipolar bir ÅŸair olan ruhdaşım Sylvia Plath’ın iki çocuÄŸunu bir odaya kapatıp, havagazını açtığı fırına kafasını sokarak intihar ettiÄŸini öğrendiÄŸimde duyduÄŸum dehÅŸeti, onu nasıl yargıladığımı hatırlıyorum yüzüm kızararak. Ah diyorum, ah! Özür dilerim Sylvia!
Bu olayın üzerinden tam sekiz yıl geçti, çocuÄŸum hâlâ bilmiyor gerçeÄŸi. Bu yazıyla da öğrenmeyecek; çünkü beni okumuyor. Bana yıllar önce bir gün gelip, benim ne kadar üzüldüğümü gördüğü yazılarımı ve ÅŸiirlerimi okumak istemediÄŸini söyledi. Anladım onu. Acı çeken annemin karşısındaki dokuz yaşımdaki hislerimden anladım. Çünkü o beni sadece sevmek istiyor; benim için üzülmek deÄŸil… Çocuklar ebeveynleri için üzülmemeli! Zaten daima aÄŸlayan bir anneyle büyüdü… Neyse ki tek tesellim, benim kiÅŸisel hezeyanlarımın dışında ÅŸiddetsiz, kedersiz, son derece mutlu bir çocukluk geçirmesi; harika bir babası olması. Onda istemsizce yarattığım travmaları ise biraz daha büyüdüğünde konuÅŸarak hafifletebileceÄŸimi hayal ediyorum… Umut iÅŸte…
Bugün nasıl mı yaşıyorum? Giderek biraz daha kirlenen; vahÅŸet, kan, kanalizasyon ve irin kokusuyla dolu ÅŸu tiksinç hayatın ve her gün biraz daha alçaklaÅŸan insanların karşısındaki gitme isteÄŸim asla hafiflemediÄŸi gibi, eskisinden çok daha ÅŸiddetli; ama artık bunu deneme ÅŸansım bile yok! Bir annenin baÅŸarısız intiharı, bir kurtuluÅŸ gibi yedeÄŸinde tuttuÄŸu intihar düşlerinin sonudur. O günlerde bana minik elleriyle muhteÅŸem bir resim yapan ve üzerine, “Sen istersen her engeli aÅŸarsın, çünkü hayattan anladığın bir çıkış yolu var annem. Seni seven kızın,” yazan dokuz yaşındaki çocuÄŸumun tarayamadığım binlerce saç teliyle prangalıyım artık hayata! YaÅŸamaya mahkûmum!
Dün genç bir ÅŸair intihar etti. Daha önceki niceleri-miz gibi… Gece öğrendim. Gözümün önüne bana sanki ben de bir insan, ben de bir annenin yavrusu, ben de arkasında acıdan çıldıracak bir çocuk bırakacak bir anne deÄŸilmiÅŸim gibi; sanki bir kalbim yokmuÅŸ, sanki taÅŸmışım, sanki analarını öldürmüşüm gibi canavarca davranarak kendimi öldürtmek için her ÅŸeyi yapan; sırf onlara benzemiyorum diye ağızlarını doldura doldura, benim gibi bir kibirlinin asla bunu yapmayacağını söyleyip salyaları akarak, “Ä°ntihar et, Ä°ntihar et!” diye tempo tutan aydın, solcu, duyarlı insan kılığındaki linççi alçaklar sürüsü geldi. Reel hayatımdaki adı aile, eÅŸ, dost, arkadaÅŸ olan vicdansızlar da cabası…
Kim bilir dünyanın en güzel kalplerinden birine sahip olan şair Kaan Turhan da neler yaşamıştı, neler hissetmişti de gitti! İçim sızladı! İçim yandı, yandı, yandı; yanıyor!
Ah dedim ah! Ben de bilirdim yapacağımı; canlı yayında gözümü kırpmadan gırtlağımı kesip, kanımı da sizin irin dolu suratınıza fışkırtarak giderdim pekâla; ama yaşamaya mahkûmum!
Oysa ki gökyüzü ne kadar mavi, gelincikler ne kadar zarif, çocuklar ne kadar masum, kediler ne kadar bilgeydi! Yaşamak ne kadar güzel olabilirdi! Keşke milyonlarca kara kalpli ucubeden oluşan insan yığınları biz şairlere ve nahif insanlara vakitsiz ölümler değil, çiçekli şiirler yazmayı reva görseydi.
Simone De Beauvoir diyor ki, ”Bir intihar olayı okuyunca, insana buz gibi ter döktüren ÅŸey, pencerenin demirlerinde asılı duran narin ceset deÄŸil; intihardan hemen önce o kalpte olup biten ÅŸeydir…”
İntihardan hemen önceki o an! O anda o kalpte olan biten şey! Asıl intihar, daha doğrusu cinayet odur! Ceset, bir ayrıntıdır sadece! Sayısız kez o anı yaşadım; sayısız kez öldürüldüm; ceset olmadım sadece!
Dün bütün yaşama mahkûmlarının yerine de intihar edip gitti genç bir şair! Benim de onunla birlikte bir parçam gitti; kına yakabilirsiniz.
- Zübükler Her Yerdedir - 9 Mart 2024
- Hepimiz Dilberiz - 28 Ocak 2024
- Bu Kadar Åžuursuzluk Akla Ziyan – Rabia Mine - 19 Ekim 2023