Kimlik siyaseti, bireylerin ve grupların kimliklerini politik mücadelelerinde kullanmalarını ifade eden bir kavram olarak, son yıllarda dünyanın dört bir yanında yükselen bir trend haline gelmiştir. Türkiye de bu küresel gelişmelerden etkilenmiş, özellikle farklı sosyal, etnik ve kültürel grupların kimlik temelli hak talepleri ön plana çıkmıştır. Ancak, bu süreç sadece olumlu bir hak mücadelesi olarak değil, aynı zamanda toplumsal bölünmeleri ve ötekileştirmeyi de derinleştiren bir araç olarak da karşımıza çıkmaktadır.
Türkiye’de Kimlik Siyaseti ve Irkçılığın Yükselişi
Türkiye’de kimlik siyaseti, başlangıçta etnik ve dini kimlikler üzerinden hak arayışını destekleyen bir yapıya bürünse de, zamanla farklı gruplar arasındaki gerilimleri artıran bir unsura dönüştü. Bu süreç, kimlik temelli taleplerin, sınıfsal ya da toplumsal dayanışma yerine, belirli grupların haklarını diğerlerine karşı savunur hale gelmesiyle daha da belirginleşti. Bu durum, özellikle ırkçılık ve ayrımcılık gibi olguların toplumsal zeminde yer bulmasını kolaylaştırdı.
Son yıllarda Türkiye’de farklı etnik gruplar arasındaki gerilimlerin kimlik siyaseti üzerinden tırmanması, ırkçılık olgusunun da görünür hale gelmesine neden oldu. Bu gruplar arasındaki kutuplaşma, farklı kimliklerin kendilerini sürekli bir tehdit altında hissetmelerine yol açarak, toplumsal barışın zedelenmesine ve toplumdaki ayrışmanın derinleşmesine neden oldu. Irkçılık, bu ortamda bir savunma refleksi olarak kullanılmaya başlandı ve kimlik siyaseti ile beslenir hale geldi.
Neoliberalizmin Rolü: Kimlik Siyasetinin Ekonomik Temeli
Ancak kimlik siyasetinin yükselişini yalnızca toplumsal veya kültürel dinamiklerle açıklamak yeterli olmaz. Neoliberal ekonomi politikalarının küresel ölçekte yaygınlaşması, bu sürecin temel bir parçasını oluşturuyor. Küresel sermayenin, sınıf mücadelelerinden kaçınmak ve bu mücadelelerin politik gündemi ele geçirmesini engellemek amacıyla geliştirdiği neoliberal ekonomi yaklaşımı, kimlik siyasetinin öne çıkmasına katkı sağladı. Sermaye, sınıf mücadelelerinin yerine kimlik temelli siyasetleri koyarak, toplumsal sınıflar arasındaki dayanışmayı zayıflatmayı ve böylece kendi egemenliğini sürdürmeyi hedefledi.
Bu bağlamda, kimlik siyaseti neoliberalizmin yarattığı toplumsal eşitsizliklerin üstünü örtmek için bir perde görevi gördü. Neoliberal politikalar, sosyal devletin küçültülmesi, özelleştirmeler ve piyasa temelli çözümlerle toplumsal sınıflar arasındaki ekonomik uçurumu derinleştirirken, kimlik siyaseti bu gerçek sorunları gölgede bırakarak, sınıf mücadelesinin önüne geçti. Bu strateji, kimlik temelli hak taleplerini meşru kılarken, toplumsal eşitsizliklerin derinleşmesine ve sınıf dayanışmasının zayıflamasına neden oldu. Sonuç olarak, kimlik siyaseti, sermayenin çıkarlarını koruyan bir araç haline geldi.
Dünya Genelinde Kimlik Siyasetinin Kutuplaştırıcı Etkisi
Dünya genelinde kimlik siyaseti benzer sonuçlar doğurmuştur. Birçok ülkede kimlikler üzerinden yürütülen politik mücadeleler, toplumsal kutuplaşmaları artırarak, gruplar arasında düşmanlıkların derinleşmesine yol açmıştır. Bu süreç, özellikle ırkçılık ve ayrımcılık gibi olguların daha görünür hale gelmesine neden olmuş, kimliklerin belirleyici olduğu siyasi söylemler sosyal barışı tehdit eden bir unsur olarak karşımıza çıkmıştır.
Neoliberalizmin hakim olduğu bu küresel düzende, kimlik siyasetinin yükselişi, sınıf mücadelesinin yerini alarak, toplumsal mücadelelerin ana eksenini değiştirmiştir. Bu durum, hem küresel çapta hem de Türkiye özelinde sınıfsal dayanışmanın zayıflamasına ve toplumsal bölünmenin derinleşmesine neden olmuştur. Kimlik siyaseti, neoliberal politikaların yarattığı eşitsizlikleri perdeleyerek, toplumu sınıf temelli mücadeleler yerine kimlik temelli kutuplaşmalar üzerinden şekillendirmeye başlamıştır.