Laik- demokratik Cumhuriyeti bir türlü içlerine sindirememiş olan devrim karşıtı çevrelerin, özellikle 2016’dan beri ivme kazanan Lozan’a ve Lozan üzerinden Cumhuriyet’e yönelik sistematik saldırıları ve bilimsellikten uzak uyduruk şehir söylenceleri, Lozan’ın 101’inci yıl dönümünde sönümlenmiş gibi duruyor!
Özünde Atatürk, Türk Devrimi ve laik Cumhuriyetle kavgalı ve usları mühürlü öbeklerin, özellikle saltanatın kaldırıldığı 1 Kasım 1922’den sonra izledikleri belirgin bir strateji dikkat çekicidir. İsmet İnönü üzerinden Atatürk’e, Lozan üzerinden hem Atatürk’e hem İnönü’ye, din üzerinden laikliğe veya laiklik üzerinden Cumhuriyete saldırı, söz konusu bu stratejinin önemli bir ayağıdır. Anılan zaman diliminde, devlette elde edilen güçle doğru orantılı olarak kişilerden, basın yayın organlarına, kurum ve kuruluşlara değin geniş bir yelpazede konumlanan etki ajanları üzerinden yeni bir tarih yazımına girişilmiş ve toplum mühendisliği yapılmıştır. Oysa, toplumu çağın gerisine çekme erekli bu yönelim ve girişim, olsa olsa akıl tutulması olarak tanımlanabilir. Temeldeki sorun, aslında aydınlıkla karanlığın tarihsel mücadelesidir ve bilindiği gibi karanlığın en yararlı gıdası da cehalettir.
Lozan sürecinde İnönü üzerinden Mustafa Kemal’e yönelik örtülü, İnönü’ye ise cepheden muhalefetin temelsizliği ve bir senlik-benlik direnci olduğu, ikinci Lozan görüşmelerinden önce Büyük Millet Meclisi’ndeki tartışmalar sırasında, muhaliflerin utangaç kabulü ile anlaşılmıştır.[1] İzleyen sonraki dönemlerde ise Lozan’a ilişkin yürütülen benzer çarpık tartışmaların, pek çok kişi gibi günümüz iktidar sahibi yetkili siyasi figürlerin de Büyük Doğu Dergisi aracılığı ile etkisi altında kaldıkları veya rahle-i tedrisinden geçtikleri İslamcı ideolog, şair Necip Fazıl Kısakürek dışında, Mehmet Şevki Eygi ve misyonunu (özgörev) tamamladıktan sonra 2019 yılında vefat eden tescilli (bilindik) Atatürk, devrim ve Cumhuriyet düşmanı – Milli Mücadele’yi ‘keşke Yunan kazansaydı’ diyecek kadar küçülen – Kadir Mısıroğlu ve benzerleri tarafından sürdürüldüğü görülür.
İşte Lozan, yüz birinci yılına girmiş bulunuyor. Milli Mücadele’deki yenilgilerini ve arkasından imzalanan Barış Antlaşması’nı bir türlü içlerine sindirememiş olan emperyal güçlere ve onların maşalarına, bu kez de acaba buyurun gelin, eylemli işgali yeniden başlatın deme soysuzluğu mu sergilenecektir?
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra taraflar, diğer bir deyişle yenenler ve yenilenler arasında imzalanmış olan bütün antlaşmalar ya bir biçimde delinmiş ya da bütünüyle ortadan kalkmıştır. Lozan Antlaşması ise halen yürürlüktedir, olanca dinamiği ile varlığını sürdürmektedir ve sürdürecektir. Yüz kırk üç (143) maddelik bu uluslararası barış antlaşması, ileri sürüldüğü gibi “yüz yıl süreli” geçici bir antlaşma değildir. Antlaşma metni madde madde incelenecek olursa, süresinin bitimine ilişkin herhangi bir hüküm olmadığı görülür.[2]
Lozan’ın ömrüne ilişkin fesat üretip bu dünyadan göçüp giden hainleri bilmiyoruz ! Yalnız hiç olmazsa hayattaki fesat ortağı bilgiçlerin, yüzlerinin kızarması ve utanmaları gerekmez mi? Ama ne gezer! Çünkü “utanma” da insana özgü yüce bir erdemdir. Ancak – her ne olursa olsun – Lozan’a dil uzatanların ölüsü de dirisi de tarihin arşivine “vatan haini” olarak çoktan kaydedilmiş bulunuyor!
[1] Bkz. Taha Akyol, Bilinmeyen Lozan, Doğan Kitap, İstanbul, 2014, s. 199-220.
[2] Antlaşma tam metni için bkz: TTK. Kütüphane. “Lozan”. Erişim: 16. 08. 2023. https://ttk.gov.tr/wp-content/uploads/2016/11/3-Lozan 13-357.pdf.
- Lozan’a Ömür Biçen Bilgiçler Utandı mı Acaba? - 23 Temmuz 2024