Nazım Hikmet

Romantik devrimci olarak nitelenen “mavi gözlü dev”in geçtiğimiz gün 116.cı doğum günü çeşitli etkinliklerle kutlandı. Büyük Ozan 15 Ocak 1902 tarihinde Selanik’te doğdu. Dedesi Nazım Paşa, çeşitli illerde valilik yapmış, özgürlükçü bir görüşe sahip şairliğe yatkın bir kişiydi. Babası Hikmet Bey de Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi)’yi okudu. Dışişleri Bakanlığı’nda memurdu. Nazım, 1917 yılında yani Birinci Paylaşım Savaşı yıllarında Heybeliada Bahriye mektebine girdi. İlk şiiri Mehmet Nazım imzasıyla 1918 tarihinde Yeni Mecmua’da yayınlandı. 1919 yılında Bahriye’yi bitirdikten sonra Hamidiye kruvazöründe stajyer güverte subayı olarak atandı [1]. 1919 yılının kışında Zatürree hastalığını geçirerek Deniz Hastanesi’ne yatırıldı. İki aylık tedavinin ardında geriye kalan süre için evinde dinlenmek üzere iki aylık dinlenme raporunu aldı, ancak toparlanamadı. Deniz subayı olarak görev yapabilecek sağlığa kavuşamadığı için de 17 Mayıs 1920 tarihinde Sağlık Kurulu raporuyla, askerlikten çürüğe çıkarıldı.

Nazım, 1930 yılında tanışıp da bir yıl sonra evlenmeye karar verdiği halde tutuklamalar yüzünden, 31 Ocak 1935 tarihinde aşık olduğu Piraye Altınoğlu ile evlendi.

17 Ocak 1938 tarihinde tutuklanıp, Ankara Harp Okulu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderildi. “Askerleri, üstlerine karşı isyana teşvik suçu”yla 15 yıl ağır hapse mahkûm edilerek Ankara Cezaevi’nden İstanbul Sultanahmet Cezaevi’ne alındı. Bir ay sonra da Donanma Komutanlığı görevlileri onu cezaevinden alıp kelepçeli halde Adalar’da bekleyen Erkin gemisine götürüp ambara kapattılar. Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde yargılandı. “Askeri isyana teşvik” gerekçesiyle 20 yıl ağır hapse daha mahkûm edildi. Toplam ceza 35 yıl. 1940 tarihinde Çankırı Cezaevi’ne, ardından da Bursa Cezaevi’ne gönderildi.

Cezaevi yıllarında değişik takma isimlerle dergilerde şiirleri yayınlandı. 1920 yılında Rus şairi Vladimir Mayakovski tarzında, komünist dünya görüşüne yönelen şiirler yazmaya başladı.

Adli hata gerekçesiyle Avukatları, gazeteciler, sanatçılar, hukukçular ve Birleşmiş Milletler dayanışma organları ve Uluslararası Hukukçular Derneği, 1950 tarihinde serbest bırakılması için BMM başkanlığına, Adalet ve Milli Savunma bakanlarına mektupla müracaat ettiler. Bunlardan sonuç alınmayınca Nazım Hikmet 8 Nisan 1950 tarihinde açlık grevine başladı.

Bu açlık grevi, dünyada büyük yankılar uyandırdı. Birçok gazete, açlık grevi hakkında yazılar yayınladı, ünlü şairler şiirler yazdı, Türkiye’deki elçiliklerin önlerinde toplantılar düzenlendi, hatta, Ankara’da Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet, Nazım’ı görmeyen gözlerine ve yaşlılığına rağmen Haliç köprüsünde bir elinde baston, diğer elinde pankartlarla kurtarılması için imza toplatıldı. Aydın ve düşünürler ile yazar, sanatçılar da bu aktiviteye destek oldu[2].

1950 yılında Demokrat Parti seçimleri kazanınca çıkardığı af yasası sonucunda diğer mahkûmlar gibi salıverilmeyerek kalan cezasının 2/3’ü indirilerek 12 yıl 7 ay hapis yatmıştı. Geri kalan cezası bağışlanarak serbest bırakıldı. Cezaevinde sürekli görüşmeye gelen dayıkızı Münevver Berk’e aşık olmuştu. Cezaevi çıkışında Piraye’den ayrılarak Münevver Hanımla yaşamaya başladı. 12 yıllık tutukluluk hayatından sonra çürük raporuna rağmen askere alınmak istendi. Askerde, Sabahattin Ali gibi öldürüleceğine ilişkin çıkan haberler nedeniyle 1950 yılında Sovyetler Birliği’ne gidince, 25 Temmuz 1951 tarihinde Bakanlar Kurulu kararınca Türk vatandaşlığından çıkartıldı. Büyük dedesinin memleketi olan Polonya’nın vatandaşlığına geçerek “Borzecki” soyadını aldı.

Nazım, Moskova’da bulunduğu dönemlerde en büyük aşkı Vera Tulyakova ile birlikte yaşadı. 1960 yılında evlendiler. Türkiye’deki eşi Münevver ile Nazım arasında resmi nikah yoktu. Münevver Hanım’a ev tutup eşya aldı, fakat Moskova’ya götürmedi. Vera, Nazım ile birlikte senaryo çalışması, film çekimleri ve tiyatro oyunlarını yazdı.

Nazım, yaşamında 4 kadınla birlikte yaşamıştır. Hepsine de aşık olmuş ve evlenmiştir. Nüzhet Hanım, Piraye Hanım, Münevver Hanım ve Vera Hanım’dır. İlki hariç diğerlerine birçok şiirler yazmıştır.

Nazım Hikmet’in yaşamı edebiyat ve yazarlarla kuşatılmıştı adeta. Çocukken en sevdiği yazarlar Tevfik Fikret, Mehmet Emin, Ziya Paşa, Halide Edip, Mehmet Rauf, Namık Kemal ve Hüseyin Rahmi’dir. Genç yaşta farklı edebiyat çevrelerine girmiş, dergilerde şiir, gazetelerde yazı yazmıştır. Kısa sürede yazdığı şiirlerle büyük yankı uyandırırmıştır. Türk ve dünya edebiyatını araştırıp, yenilikleri takip etmiştir. Sovyetler Birliği’ne gittikten sonra dünyaca tanınmış yazar ve şairlerle tanışma imkanını bulmuştur.

En yaşlı şair olan Hasan İzzettin Dinamo, Rıfat Ilgaz ve en gençleri Ahmed Arif’e varıncaya kadar tüm toplumcu-gerçekçi akımın temsilcileri kendi özgünlükleri içinde Nazım Hikmet’in şiirlerinden derin etkilenmişlerdir. Hatta garip akımın temsilcisi konumundaki Orhan Veli ve arkadaşlarının Nazım’ın gerçekleştirdiği devrimlerin dışında düşünmek [3] pek olası değildir. Nazım’ın 1960 ‘lı yılarla bugünlere uzanan süreçlerde şiirlerimizin önemli oluşumlarında katkısı bulunan herkese, günümüzdün en genç şairlerine varıncaya kadar onun büyük birikiminden etkilenmemiş kimse yoktur.

Nazım Hikmet, 3 Haziran 1963 yılında Moskova’da geçirdiği bir kalp krizi sonucunda 61 yaşında aramızdan ayrıldı.

Nazım Hikmet, sıkça gözaltına alınıp tutuklandığı dönemlerinde gazete ve dergilerde birtakım takma adlar kullanmıştır. Bunlar; Orhan Selim, Adsız Yazıcı, Ahmet Cevat, Ahmet Oğuz Saruhan, Ben, Bendeniz, Ercüment Er, Fıkracı, İbrahim Sabri, İhsan Koza, İmzasız Adam, Kartal, H. İhsan, Mazhar Lütfi, Mümtaz Osman, Osman Cemal, Sarı Murat, Süleyman Sabur Ran takma adlarıdır [4].

Nazım Hikmet evrensel bir şair olmasına rağmen büyük dünya şairinin geleneksel halk edebiyatından ne denli etkilendiği kolaylıkla görülmektedir [5].

Çağdaş şiirde Nazım’ın büyük yeri vardır. Önceleri hece vezniyle yazmış, Moskova’ya gittikten sonra Türk dilinin ses uyumu ve dilin zengin ses sisteminden faydalanmış ve şiirimize serbest nazmı getirmiştir. Şiirleri 50’yi aşkın dile çevrilmiştir.

1951 yılında bakanlar kurulu kararıyla Türk vatandaşlığından çıkarılan dünya şairi, aradan geçen 58 yıl sonra, yine bakanlar kurulu kararıyla 5 Ocak 2009 tarihli ve Nazım Hikmet’in vatandaşlığının iadesini öngören kararı, Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Nazım Hikmet’in Moskova’daki mezarının Türkiye’ye getirilmesi konusunda herhangi bir girişim yapılmadı.

Nazım’ın vatandaşlığa alınması konusunda 26 Nisan 2006 tarihinde TBMM İçişleri Komisyonu’nda Türk Vatandaşlığı Kanunu Tasarısı ele alınırken CHP İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü, Nazım Hikmet’e yeniden Türk vatandaşlığı verilmesi önerisinde bulunmuştu.

Bülent Ecevit’in başbakanlığı döneminde de Nazım Hikmet’in vatandaşlığa geri almak için hazırlanan kararname, MHP’li bakanların önüne iki kez gitti. İlkinde sadece Başbakan Ecevit ve Kültür Bakanı İstemihan Talay’ın imzaları vardı ve MHP’li bakanlar, kararnameyi geri gönderdi. İkincisinde ise imzalar arttı, fakat MHP’li bakanlar, yine “Hayır” diyerek kararnameyi imzalamamıştı [6].

Büyük ustanın bir şiiri ile bitirmek istiyorum.

BUGÜN PAZAR

Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
Bu kadar benden uzak
Bu kadar mavi
Bu kadar geniş olduğuna şaşarak
Kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,

Dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
Bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben…
Bahtiyarım…
Selam ve sevgiyle…


[1] https://m.bianet.org/bianet/kultur/2642-nazim-hikmetin-yasam-oykusu
[2] Doç. Dr. Mariya Leontiç (Nazım Hikmet’in hayatı ve şiirleri (2012)
[3] Ataol Behramoğlu (Nazım Hikmet’in modern Türk Şiiri üzerindeki etkileri
[4] Şahamettin Kuzucular (Edebi Yad ve Sanat Akademisi, 3 Kasım 2013)
[5] Nedim Gürsel, Dünya Şairi Nazım Hikmet
[6] Radikal Gazetesi , Nazım Hikmet resmen Türk vatandaşı (10,01.2009)

Mazhar ÖZSARUHAN
Latest posts by Mazhar ÖZSARUHAN (see all)