Mevlana Rumi’nin Aynasından Bakmak-1

Aziz bir dost ve üstadımla sohbet ederken, İranlı düşünür Daryuş Şayegan’ın naklettiği bir Mevlana Rumi hikayesinden bahsetti. Merakıma binaen bana da iletmesini rica ettim, gönderdi.

Nakle bahis hikaye kısaca şöyle; Çini ve Rumi ressamlar, birbirine bakan iki odada resim maharetlerini sergileyeceklerdir. Çiniler türlü türlü boyayla resim yapmaya koyulurken, Rumiler boya istemek yerine duvardaki kiri pası temizlemeye girişir, “gök gibi saf ve berrak” bir hale getirir. Hakem, Çinilerin odasına girip fevkalade güzellikteki resimlerin karşısında büyülenir. Rumilerin odasına girdiğinde, Rumi ressamlar karşı odanın duvarını görmeye mani perdeyi kaldırır ve Çinilerin yaptığı resim, Rumilerin cilaladığı duvara kusursuz şekilde akseder. Yani Rumiler akşam Rumi olarak yatıp, sabah Çini olarak uyanmıştır.

Bu hikaye, Mesnevinin birinci cildinin “Kürt olarak yattık sırrını bil, Arap olarak sabahladık sırrını oku”” diyen, 3465’inci beytin devamında, ve bu beyitte işaret edilen “gizli ilme misal” olarak anlatılmaktadır. Tesadüf bu ya; ben de bu sözü başlık yapıp yazdığım bir yazıda; “Rumi’nin bu sözdeki sırra hangi manayı verdiği ayrı bir yazı konusu olur” deyip geçmiş idim. Bu kadar erken bu mevzuya gelebileceğimi ve bir değil, belki de bir düzine yazıya konu olacağını hiç tahmin etmemiştim doğrusu.

Yıllar evveli, bir iş seyahati esnasında Konya civarında yol arkadaşıma anlatmıştım Konyalı Rumi’nin bu hikayesini. Dinlemiş ve cevaben, ama onun Şems ile ahlaka mugayir münasebeti varmış deyivermişti. Gülün şarkısını söylerken dut yutmak zorunda kalan bülbül misali, anlattığım hikayeye karşı ileri sürülen bu “güçlü” argüman karşısında afallayıp kaldığımı hatırlıyorum. Rumi, böylelerine dert anlatmayı, köpek resmine kemik atmaya benzetir.

Daryuş Şayegan bu hikayeyi talep üzerine, Martin Legros adındaki zatın kendisiyle Philosophie Magazine için yaptığı mülakatta anlatıp yorumlamış, mülakatın Haldun Bayrı tarafından Türkçe çevirisi de Medyaskop’da yayımlanmış. Daryuş Şayegan’ı okumuşluğum yok. Gördüm ki epey bir alanda at koşturmuş, epey eser ortaya koymuş mühim bir filozof ve işin ehli bir şahsiyetmiş rahmetli.

Üstadıma, Daryuş Şayegan’ın bu hikayeyi hatalı yorumladığını söyledim. Zira Şayegan hikayeyi anlatıp arkasından; “bu anekdottaki mistik yananlamın ötesinde, insanın bugün artık aynayı görmediği, sadece oraya yansıyan biçimleri gördüğü söylenebilir. Üstelik o aynalar kırıktır da; gerçekliği ve imgeleri biçimsizleştirmektedir. Zihin bir imge kaynaşmasının istilasına uğrar…” diyor. Ama belki de Şayegan’ın söyledikleri, hikayenin değil, mülakatın muhtevasına matuf. Belki de hatalı olmaktan ziyade noksan. Hasılı yorum, hikayenin yorumu değil.

Hikayedeki ayna metaforu, Tasavvufun, Taoizmin, Zenbudizmin, firavunlara ve onların tanrılarına kalben biat etmeyen benzeri tüm mistik tefekkürlerin ayna sembolizmasına bir misaldir. Aynayı görmemek bir kusur değil, tam aksine, ayna metaforunun ifade ettiği mahiyet bakımından, bir meziyettir. Ayna zaten görülmeyecektir. Zira, görmesini bilen göz aynayı değil, aynada yansıyanı görecektir. Rumilerin duvarına bakıp, cilalanmış bir duvarı değil, Çinilerin yaptığı kusursuz resmi görmek gibi. Baktığında aynayı görüyorsa hiçbir şey görmüyor demektir. Problem aynaların kırıklığı da değil, aynasızlıktır. Dolayısıyla ayna kırık değil, yoktur veya kirlidir. Problem aynanın imgeleri biçimsizleştirilmesi de değildir; dışbükey, içbükey aynalar vardır ve aynanın yansıması, tabiatına göredir. Bu hususa ilerde İbni Arabi’nin ayna sembolizmasın bahsederken tekrar döneriz. Hasılı, mevzu Rumi’nin aynasını anlama mevzusudur.

Peki ne görmeyi umuyoruz Rumi’nin aynasından? Bir şeylere dokunup, ardından “mesele bu değil, asıl meseleye bakalım biz” deyip durduğum yazıyı okuyan bir dost, “asıl mesele ne peki?” diye

M. Şirin ÖZTÜRK
Latest posts by M. Şirin ÖZTÜRK (see all)