Din ile Bilim Arasında Çatışma Var mı?

Var yahut yok bize ne? Biz de her zaman din oldu ama hiçbir zaman bilim olmadı. Haliyle başka yerlerde bu ikisinin arasında bir çatışmanın yokluğu yahut varlığı hayatımız için neden bir anlam ifade ediyor olsun? Bundan sonra da bizde asla böyle bir şey olamayacağına göre, Batı’da bu kapsamda yaşananların da bize bir hayrı dokunmaz. O halde bilim ile din arasındaki ilişkinin neyini merak ediyorsun diyebilirsiniz ki yerden göğe kadar haklısınız.

Haklısınız ama ben de gayrı ihtiyari savunma refleksiyle derim ki, medyada, akademyada, bilhassa sosyal medyada, bu topraklarda Rumlar hiç var olmamış, Ermeniler hiç yaşamamış, Kürtler hiç bulunmamış, sayısız din ve inanışlar hiç geçmemiş gibi davranarak, Batı’nın siyasetinden, felsefesinden, sosyolojisinden, Neitzsche’sinden, Darwin’inden, Einstein’ınden, Russel’ından onca alıntı yapıp, onca şey konuşup paylaşıyoruz, hangisinin toplumsal hayat pratiğimizle örtüşen bir yönü var ve ne kadarı tarafımızdan içselleştirilebilmiştir? Bizim yaptığımıza ‘kıçındaki dona bakmaz hasan dağına oduna gider’ demezler mi?

Peki bile bile neden bulaştım bu mevzuya? Söyleyeyim; bir süre önce bir yerde çağdaşlık adına “cami yerine okul” türünden bir slogana tesadüf etmiş ve şöyle düşündüm; bu kavgada cami kazandığında okullar hemencecik cami oluyor ama okul kazanırsa cami yine cami olarak kalıyor… Neyse, madem ben kendi hayat pratiğimizden meseleler yerine üstüme vazife olmayan mevzuya bulaştım, birkaç cümle edip mevzuyu kapatayım.

Esasında batıda din ve bilim (İncil ile makine) arasındaki sıcak savaş daha başlamadan bitmişti. Bunda iki aktör rol oynadı; Birincisi, “herkes barbar sömürgeci talandan payına düşeni alsın, İsa kendi işine baksın Edison da kendi işine, İsa kilisede mum yaksın Edison fabrikayı aydınlatsın” diyen Kartezyen felsefe, ikincisi “biz tanrının kâinatı ve aşağı ırkları neden yarattığıyla ilgileniyoruz, nasıl yarattığı hususundaki bilimsel çalışma, tez ve teoriler kabulümüzdür” diyerek, mesela Darwin daha dünya genelinde tanınmamışken, onun ‘Türlerin Kökeni’ni vaftiz eden kilise.

Bir başka deyişle Batı’da savaş, soyut seküler/ateist ideolojiler ile dinin teolojik argümanları arasında değil, buharlı motorun sesi ile kilise çanının sesi arasındaydı. Elbette kilise ile bilim arasındaki uzlaşma, sıcak savaşı daha başlamadan bitirdi ancak derinden derine süren soğuk savaşın önüne geçemedi. Yirminci yüzyılın ortalarına gelindiğinde soğuk savaş da etkisini kaybetti ve herkes Einstein’in “religion without science is lame, science without religion is blind”  (bilim olmadan din sakattır, din olmadan bilim kördür) şiarında mutabık kaldı.

Dolayısıyla endüstriyel toplumlarda ne nükleer füzyon, ne kuzey denizinde gaz bulundu haberleri, ne de mesela uçan otomobil seri üretimi gibi şeyler, bizim cübbeli kadar siyasal yahut sosyal heyecan kaynağı değildir. Şimdilerde oralarda siyasetin de dinin de öncelikli problemleri ırkçılık ve mültecilik gibi mevzulardır ki, din ile bilim bu sebeple pek çatışacak gibi durmuyor. James Webb teleskobunun uzayın derinliklerindeki keşifleri yüzünden de kilise ile bilim birbirine girecek değil. Yine de bu durum Amerika halkının ekseriyetinin ateist bir başkan görmektense lgbti bir zenci kadını başkan görmeyi tercih ettikleri gerçeğini değiştirmiyor.

Bize gelince, Batıda bilimle dinin çatıştığı dönemlerde İslam dünyasında sömürü, talan ve din vardı ama bilim, bilimsel gayret, yaratıcılık ve fabrika yoktu. Dolayısıyla da Batıdaki türden ne soğuk ne de sıcak bir savaş olmadı, olmayacak. Savaş olarak yansıtılmaya çalışılan şey, hiçbir seküler tecrübesi olmamış bir toplumda seküler olma iddiasındaki ideolojilerle güçlü ve kadim toplumsal bağlara sahip bir ideoloji olarak din arasındaki çatışmadır. Yani çatışmanın somut iktisadi ve teknolojik bir temeli yoktur. Bu durumda da hangi tarafın yenilmeye mahkum olduğu baştan bellidir.

Peki Edison, Einstein yahut Darwin bizden birileri olsaydı ne olurdu? Türlerin Kökeni’ne kelime-i şahadet getirtip onu cami cemaatine kabul eder miydik? Elbette mukayesenin hiçbir pratik faydası yoktur. Türkçülüğün mimarlarından Çermikli Ziya da bu hain handikabın farkındaydı ve bu yüzden dinimiz bize kalsın biz suyuna sabununa dokunmadan Batının fennini alalım gibi bir çıkış yolu önerdi.

Ne var ki Batı’nın fenninin ağır bedelini ve alnında yazılı zafer şifresini buralarda kimse idrak edemeyecekti. O gün bugündür Batı’da olanın orijinali değil taklidi, yani imitasyonu, yani çakma olanı buralarda boy gösteriyor. Çakma sosyoloji, çakma felsefe, çakma solculuk, çakma çanta, çakma mont, çakma lacoste… Çakma olmayan, milli ve yerli şeyler var yine de; dincilik, faşizm ve nasyonalizm mesela. Derken, onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine…

M. Şirin ÖZTÜRK
Latest posts by M. Şirin ÖZTÜRK (see all)