Sen o’sun!

Başlık, Hint düşünüşündeki meşhur “Tat Tvam Asi” ifadesinden mülhemdir. İnsan halimizin tarifsiz tarifidir. İnsan fiziki donanım ve kabiliyetler bakımından tabiattaki en beceriksiz en zayıf türdür. Çok az kokuyu, çok az rengi, çok az sesi ayırt edebilen kusurlu organlara sahiptir. Dişleri ve tırnakları zayıf ve kırılgandır. Tüysüz ve korumasız doğar, deforme ve çıplak bedenini korumak için diğer hayvanların kürkünü, postunu, bitkileri ve diğer malzemeyi kullanır. Hiç kuşkunuz olmasın ki bizim bu halimizi gören diğer tüm hayvanlar, ayıp olmasın diye nezaket gereği kahkaha atmıyorlardır.

Vücudundan iri kocaman kafasıyla insan yavrusunun anne karnından çıkması da problemdir. Birilerinin yardımı olmadan yıllarca kıçına don bile geçiremez. İçimizden peygamber olanların mucizeleri olsa da hiç biri belli bir fiziki ve zihni beceri yaşına gelmeden kıçına don geçirecek bir mucize gösterememiştir. Diğer hayvanlar ise kusursuz ve muazzam fizik organizmaya sahiptirler. Mesela hiçbir hayvan gözlük takma ihtiyacı duymaz. Ama gözlük olmasaydı insanların mühim bir kısmı evleneceği kişiyi dahi görüp seçemeyecekti. İsabetli ve mutlu evlilikleri gözlüklere borçluyuz yani. (Gözünde gözlük olmadan eş seçenler için üzgünüm.)

İnsan tüm kusurlarına ve handikaplarına rağmen insan yine de diğer hayvan türleriyle rekabet ederek ayakta kalabilmiştir çünkü hem kurtarıcısı hem de başının belası olan beynini kullanarak alet geliştirmeyi başarmıştır. Geliştirdiği dijital teknoloji sayesinde bugün sayısız sesi ve rengi ayırabilmekte, kusursuz görebilmekte, gözleriyle görmediği hedeflere isabetli vuruşlar yapabilmekte, sesini ve mesajını saniyeler içinde dünyanın bir ucundan ötekine iletebilmektedir. Tabi ki biz okur yazar insanlar olarak  bütün bunları ve içinde bulunduğumuz çevre ve dünya hakkında oluşturduğumuz nosyonların beyin denen mekanizmada işlendiğini duymuş veya okumuşuzdur. (İşte bu milli tedrisatın tamamen gereksiz olmadığının kesin delilidir.)

Peki ama nasıl bir şeydir bu beyin? Beyin salata olarak nasıl olduğundan söz etmiyorum çünkü hiç sevmem. Bir nörobilimci “beyin inanç makinesidir’ der. Bu nörobilimciye sorarsanız size beyni, duyu organları aracılığıyla toplanan çeşitli veri ve fikirleri işleyerek dünyaya dair net bir bakış oluşturmamızı sağlayan, bedenimizdeki bir organ olarak tarif edecektir. Beyne veri taşıyan duyu organlarımızın kusurlu, kapasitesiz ve zayıf olduğunu unutmuyoruz bu arada.

Bu durum beynin veri işleme ve bilgi oluşturma sürecine asla tam olarak güvenemeyeceğimizi gösteriyor. (Bana güvenme diyen de aynı beyin ama bu ayrı bir mevzu.) Kabul edelim ki ne düşünmemiz, nasıl düşünmememiz, neye inanmamız yahut neye inanmamamız gerektiği hususunda beynimizin işlem yapma mekanizması üstünde bir belirleyiciliğimiz yoktur. Kusurlu duyu organları aracılığıyla dışarıdan neyi ne kadar aldığından emin olamayacağımız gibi bunu nasıl işlediğinden ve hile hurda bulaştırmadan yansıtıp yansıtmadığından da emin olamıyoruz.

Haliyle, beynimizin muhtemelen dürüst davranmaktan ziyade uyum sağlamak peşinde olduğunu düşünüp rahatlayabiliriz. Anlaşılan o ki hayatta kalmamızı, beynimizin doğrunun ne olduğuna göre değil, bizi hayatta tutacak olanın ne olduğuna göre iş yapıyor olmasına borçluyuz. Bu bakımdan ilişkide olduğumuz dünyaya dair her ne hissediyor ve her ne düşünüyorsak hepsi de doğru kabul ettiğimiz ama doğruluğunu kesin olarak bilmediğimiz şeylerdir ve böyle olduğu için de inançtır. Hal böyleyken, Ateist’e “din kötüdür bilim iyidir” dedirten beyin ile Teist’e “müminler cennete ateistler cehenneme gider” dedirten beyin, inanmak isteyen aynı beyindir.

Vaziyet böyle iken, manasız bir din ve bilim karşıtlığı üzerinden “bilim şunu diyor, din şunu diyor, doğrunun anahtarı bendedir” diyerek fikir ve yargılarımızın hakikatin ta kendisi olduğu iddiasıyla birbirimizi üzmeyelim. Farklı temel prensiplere dayansalar da gerek din gerekse bilim, beynin dünyayı düşünme ve anlamlandırmasının ve hayatta kalmak için canlı ve cansız alemleri ilişkilendirip teknikler geliştirmesinin farklı yolları olarak ortaya çıkmıştır. Ve atalarımız işe taş ile başlamıştı. Biz de ekonomik ve sosyal olarak sürdürülebilir bir hayat için iki taşı üst üste koymaya bakalım. Nihayetinde ne olursan ol, ‘tat tvam asi’ yani.

M. Şirin ÖZTÜRK
Latest posts by M. Şirin ÖZTÜRK (see all)