Yıllar geçse de kendini tekrar eden o böğürtü! Figüranlar değişse de o linç böğürtüsünün arasında beliren aynı yüzler! Ağzında iğrenç küfürlerle yürüyen, başı bozuk bir öfkeyle donatılmış, çoğunluğu erkeklerden oluşan, sırtını o dönemin iktidarının gücüne yaslayan, şuursuzca saldıran, eline aldığı taşı bir an bile sorgulamadan halkın üzerine yağdıran linç için toplanmış gruplar. Kimi zaman “din elden gidiyordur kimi zaman bayrak” hep aynı söylemler..
Dün, Erzurum provokasyonunda yaşanan görüntüleri izlediğimde, beynim, hafızam ve yüreğim eş zamanlı bir ritimle sorgulamaya koyuldu. Nedendir bilmiyorum, linci örgütleyenlerden daha ürkütücü gelir bana linç olaylarına katılanlar. Karanlık eller düğmeye basar ve şuursuz kitleler harekete geçirilir. Böyle anlarda devlet yetkilileri geri çekilir, polis olayları uzaktan izler, güvenlik güçleri müdahale etmez. Miting için toplanan kitle, linç için toplanmış bu barbar güruhla baş başa kalır. Bazen ortada herhangi bir miting bile olmaz.
Biz bu filmi o kadar çok yaşadık ki, her anını tahmin etmekte zorlanmıyoruz. Dün Erzurum provokasyonunda, Ekrem İmamoğlu’nun aracına ve onu dinlemek için orada bulunan kitleye taşlar yağarken, bir grup “yak ulan yak” diye bağırıyor. Biz bu sesi Sivas- Madımak katliamından tanıyoruz. Bu sesin yükselmesiyle diri diri yakıldı canlar Sivas’ta. Ülkenin en değerli aydınları, sanatçıları bu linç güruhunun başlattığı yangında öldü. Geriye onlardan bize miras kaldı, şiirlerden dökülen mısralar, sazlarının telinden yayılan hüzne bulanmış bir umudun melodisi…
Onlardan kalan şiirleri , şarkıları ve ölüme giderken o sakin, mağrur duruşlarını aldık, katık ettik yüreğmize. Bundan gayrı, karşımıza çıkan zulüme karşı dik durmayı öğrendik. Varsın yazılsın fermanımız, varsın kırılsın kalemimiz, ölümü Bedrettini bir türküyle karşılaşırız. Pir Sultan Abdal’ dır bizim pirimiz, bu yüzden nice hain pusularda ölsek de yine diriliriz. Biliriz, biliriz gayrısını, biliriz eğrisini doğrusunu… Biliriz “bozuk düzende sağlam çark olmaz!” Bu zulüm çarkını durdurmak zordur onu da biliriz. Biliriz bilmesine, lakin yine de can için yalvarmayız zalime, cellada. Bu mücadele, kötülüğü tercih edenlerle iyiliği tercih edenlerin savaşıdır. Güneşin aydınlığını kendine kible edinenlere ölüm gelmiş, ne gam! Bizin kiblemiz, Mekke’de Kudüs’te Hac’da değildir.
Bugünlerde çok duyuyoruz, “bunlar dinsiz, kitapsız, ateist.” Laik bir ülkede, inanç özgürlüğü vardır. Bu inanç özgürlüğünün içinde inanmayanların da özgürlüğü vardır. Eyy bre zalim, alnın secdeye değiyor diye sen kendini ne sandın? Padişah olsan ne yazar eyy gafil! Bizim kıblemiz insandır, haktır. Hallacı Mansur, “Enel-Hak » demişti. Sen tanrıyı ararken biz tanrıyı insanın aklında, yüreğinde bulduk.
Dün bir AKP’li , “şeytan taşlamışlar” diye twit atmış, bu linci sevinçle karşılayarak ! Sonra gelen tepkiler üzerine bu twiti silmiş hazretleri. Taliban ittifakı’nın zihniyetini özetlemiş aslında. İzmir, Menemen’de Kubilay’ın kafasını bir ağaca bağlayan bu kanlı gericilik, yakın tarihimizde Maraş katliamında, Sivas katliamında hep aynı vahşetle karşımıza çıkmıştır.
Seçimin son bir haftasını kana bulamak için pusuya yattıkları bilinmedik bir şey değil. Suriye’den, Afganistan’dan devşirdikleri cihatçı çeteleri silahlandırdıkları söylentilerinin boş olmadığının farkındayız elbet. Neler yapabileceklerini biliyoruz. Dün Erzurum provokasyonunda, Hizbul-kontracı, SADAT’çı, domuz bağcı, işkenceci faşist güruhları halkın üzerine saldılar.
Düşünün, bir ülkede seçimlere günler kalmışken, halk, “acaba nerede bomba patlatacaklar” diye kaygıyla tedbirli davranmaya çalışıyor. Bu stres altında insanlar sandığa gidiyor. Ha bir de “sandıkta ki oylarımız çalınacak mı” kaygısı var. Ortalama bir demokrasi rejiminde seçimler olur, parti başkanları propagandasını yapar, kendilerini tanıtır ve kitleler tercihlerini yaparlar. Seçim sandıklarından çıkan sonuca göre kaybederseniz, görevinizi usulca teslim edersiniz. Yani demem o ki, seçimler sırasında kitlelerde oluşan “acaba nerede katliam olacak” kaygısının sebebi bu yirmi yıllık siyasal islam hükümetidir. Halkına bunu yaşatan bir yönetimi değiştirme talebimiz kadar meşru bir şey olamaz.
Ne 90’lı yılların karanlığına ne de siyasal islamın baskıcı rejimine mecbur değiliz. İşte, kitleler içindeki değişim isteminin kökleri tüm bu süreçlerde yaşanan acıların sonucudur. Bu değişim istemini, uzun zamandır korku iklimi yaratarak bastırmaya çalışıyorlar.
Kaybedeceklerini anladıklarında ise halkın üzerine hizbul- kontracı, dinci faşist çeteleri saldılar. Biz bunları Gezi direnişinde gördük, yaşadık. Tophane yokuşunun orada elinde satırlarla bekleyen, sarıklı- sakallı hacılar, halkın evlatlarına saldırmak için pusuya yatmışlardı.
Linç kültürünü körükleyenler, aslında korkuyorlar. Kaybedeceklerini anladılar, bundan dolayı korkuyorlar! Yargılanmaktan korkuyorlar! Halka karşı işledikleri suçların hesabını vermekten korkuyorlar! Ne diyordu Nazım Hikmet; “Hiçbir korkuya benzemez, halkını satanların korkusu.”
Bu karanlığa teslim olmayacağız. Bu korku ikliminden kurtulacağız. Onlar halkın üzerine taş yağdırırken, halkın her bir oyu bir tokat gibi inecek suratlarına. Nefret tohumları ekenler değil, bu nefret iklimine karşı mücadele edenler kazanacak !
Bu yazının bitiminde o linç güruhlarına katılanlara da iki çift lafım olacak. Eline o taşı alırken düşün, kime ve neye hizmet ettiğini! Bu şuursuzluğun seni nasıl yok ettiğini! Karanlığın efendilerinin eline tutuşturduğu o taşı yere bıraktığında, sorguladığında sen de yurttaşlık bilincine erişeceksin. Unutma hizmet ettiğin o karanlık, bir gün seni de yutar !
- Puslu Havada “Etki Ajanlığı” Yasası - 2 Kasım 2024
- Bahçemizi Yetiştirelim - 12 Ekim 2024
- Toplumsal Yozlaşma - 22 Eylül 2024