Kahramanlığın Öteki Tarihi 

Kahramanlar, zaafları olmayan mükemmel insanlar olarak resmedilir. Hâlbuki onlar da bir insandır. İçinden çıktıkları toplumun tüm zaaflarını taşımaları çok normaldir. Üstelik taşırlar da… O, gücü elinde bulunduranları kullanma peşinde değildir. İşini sadece “görevi” gereği yapar. Ama güçlü olan ya da iktidar olan açısından “kahraman” en kullanışlı silahtır. Tabii kahramanın en büyük zaafı, yönetenlerin, (yönetme talebi olanların) kendisini, daha kolay yönetilebilir kitleler olabilmemiz için araç olarak kullanmasına izin vermesidir. Şayet bu izin vermeseydi kahraman da olamazdı zaten.

Toplum nezdinde kahraman, insan değildir; o, adeta yarı tanrı konumundadır. Keza o, ne kadar insana dair şeylerden uzak kalırsa o kadar sevilir. Kendisini iktidarların bir nesnesi olarak kullandırtmadığında, insanlaştığında ise tüm büyüsünü yitirir. Hatta diğer insanlar gibi nefret bile edilebilir. Kahramanın boyutlarını, hacmini, onu kahraman olarak tanıyan kişinin hayal gücünün genişliği belirler. Ama kişi, onunla yüz yüze geldiğinde, gerçek boyutuyla yüzleşip dokunabildiğinde hayal kırıklığına uğrayabilir. Kahramanını insanî özellikleriyle, zaaflarıyla “suçüstü” yakalamış gibi, mutsuzluk ile başarı arasında gidip gelir. Mutsuz olur, çünkü o artık kendisi için kahraman olmaktan çıkmıştır. Başarılıdır, çünkü artık onun kahraman olmadığını kanıtlamıştır.

Bir kesim için kahraman olan, başka bir kesim için düşmandır… Kahramanınız varsa düşmanınız da mutlaka vardır. Kahraman ve düşman insanlık tarihinin değişmez dekoru gibidir. Her kavramın kendi karşıtını doğurması gibi bir şeydir bu. Siyahın beyaza; gecenin, gündüze; iyinin kötüye neden olması gibi, aynı rahmin ürünleridir onlar.

Her ideolojinin kendi kahramanları vardır. Zira düşmansız ideoloji olmadı hiç… İdeolojiler hep kahramanlar üzerinden kendilerini meşrulaştırma peşinde oldular; kendilerini o anlamda yeniden üretebildiler. Kahramanların belirgin biçimde öne çıkması, ideolojinin ne kadar radikal olduğuyla ilgili bir durumdu. İdeolojiler radikalleştiği oranda kahramanlar tanrılaştılar.

Kahramanlar da dönüp insanların tüm yaratıcılığını öldürdüler. Onlar yapılması gereken, söylenmesi gereken her şeyi yapmış ve söylemişti. Farklı bir görüşü öne süren kişi, revizyonist ya da haindi. Yöneticiler, kahramanlar aracılığıyla tahakkümleri altındaki insanların ruhunu bu anlamda sakatladılar. Onları oyuncu olmaya değil, tribünde oturmaya zorladılar. Başardılar da…

Kahramansız yapamayan bir kültürün üyeleriyiz. Kahramanlarına “seni seviyorum”, “sensiz yapamıyorum” demek için çırpınan insan az değildir; hatta bunlar çoğunluktadır. Özgürlük, demokrasi, bağımsızlık düşüncesi bunu söyleyen insanların vazgeçilmezi olabilir mi? Kahraman aşkıyla yanıp tutuşan toplumun, özgürlük, eşitlik, adalet, evrensellik düşünceleri sakatlanmaz mı? Kendini kahramana koşulsuz sunma tavrı patolojik bir tavır değil midir? (Türkiye’de neden dünya standartlarında bir demokrasi olmuyor dersiniz?)

Kahramana duyulan ilgi platoniktir. İşimize, yaşam biçimimize, değer yargılarımıza hükmeder. Ne de olsa o olmasaydı biz olmazdık! İşte kahramanlara duyulan bu mutlak teslimiyet, totaliter yönetimlerin (b)esin kaynağıdır. Kahramanın buyruğu “özel bir dil” ile ulaşır kişiye. Kişi ona göre bir üniforma diker hayalinde. Öyle bir üniforma ki değme terzinin elinden çıkamaz.

Ama kahraman bencildir. Duygularını sıradan bir insan gibi göstermekten kaçınır. Onun duygularını öğrenmek için kişinin hayal gücünü adım adım, yavaş yavaş çalıştırması gerekir. Burada karşılıklılık üzerine kurulmuş bir ilişki söz konusu değildir. Olan biteni kahramanın gözüyle görmek duyguları standartlaştıran bir faktördür. Bu durum, hayatın içinde var olan gerçek renkleri ve güzellikleri görünmez kılar. Bu anlamda kahramanlar totaliterdir.

Kişiler, kahramanın, zihinleri ve giderek bedenleri üzerinde egemenlik kurmasına izin veriyor. Çünkü “anlamı” kahramanla özdeşlik kurmakta buluyor. Kahraman onun zaaflarını, eksikliklerini bir anlamda görünmez kılıyor. Böylece kendinde hiç de var olmayan, sahip olmadığı bir güç vehmediyor.

Kahraman, ister bir dinin peygamberi, ister bir ideolojinin önderi ya da bir pop ikonu olsun, kişinin tüm dünyayı sadece o kişi açısından değerlendirmesine neden oluyor.

Yönetenler, kurulu düzenin devamından yanadırlar ya da en azından kafalarında öyle ya da böyle bir düzen tasarımı vardır. O düzenin inşası için kahramanlara ihtiyaç yaşamsal önemdedir. Düzenler kahramansız yapamaz. Kahramanlar her politik düzenin bir çeşit tanrılarıdır. Düzenin meşruluğu için bir gerekliliktir bu. İnsanları kahramanlar aracılığıyla manipüle etmek, düzeni denetleyenlerin iyi bildiği bir iştir.

Sonuç olarak, iktidar mevhumu gibi bir mevki olduğu sürece kahramanlar, zamanın ruhunu uygun tanrılar olarak hep var olacaktır. Ta ki, kendini iktidarsız yönetebilen bir topluma varıncaya kadar.

Ali Rıza GELİRLİ
Latest posts by Ali Rıza GELİRLİ (see all)