Irkçı- Cihatçı Bilim Düşmanı Bir Eğitim Sistemine Nasıl Gelindi?

Hiçbir değişim, dönüşüm kendisinden önceki dönemden bağımsız değildir. Kendini ileriye doğru değiştiremeyen her sistem, geriye doğru dönüştürülür , değiştirilir. Demokratikleşmesini gerçekleştirememiş bir devlet ya güçlü toplumsal bir dinamik güçle, hak ve özgürlüklerin anayasal güvence altına alındığı demokratik bir devlete yada otoriter, totaliter , faşizan bir devlete dönüşür.

Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulurken Türk ve Müslüman ya da Sünni İslâm’ı kabul etmeyen halklarla anayasal eşitlik temelinde bir arada yaşamayı seçmek yerine, Türklük ve Sünnilik eksenli bir projeyi seçmek zorunda kaldı ya da bırakıldı. İşte bugün vardığımız yer ve önümüze dayatılan müfredat  o dönemde yapılan hatalı , yanlış seçimin sonucudur.

Din ve devlet işlerini birbirinden ayırmak dururken, 3 Mart 1924’de diyaneti  kuran zihniyet, devletin laik olmayacağına karar vermiş oluyor. Yani devlet, Sünni İslam’ı kendine din olarak kabul ediyor. Oysa ki laik bir devletin dini olamaz, dinler ve inançlar arasında tarafsız kalır , bütün inançları anayasal güvence altına alır.

Devlet, diyaneti kurmakla yetinmez hemen arakasından 30 Kasım 1925’te tekke ve zaviyeleri  yasak ilan eder, Alevilerin tüm dergahlarını kapatarak farklı bir inanç sistemine 100 yıl sonra yeniden  en büyük darbeyi vurur.(1825’te Osmanlı topraklarındaki bütün Alevi dergahlarının  kapatıldığını hatırlayalım)Buradan da alıyoruz ki devlet, Diyaneti dinler arası bir koordinasyon amaçlı değil, Sünni İslam’ı  egemen kılmak için  kurmuş. Dikkat edilirse 1925 ve sonraki yıllarda meydana gelen isyan ve direnişler  ağırlıklı olarak Türkleştirme ve Sünnileştirmeye karşı gelişmiştir. Cumhuriyetin kurulması için ortak mücadele veren Türk ve Sünni olmayan halkların isyanı  ya da direnişi, cumhuriyet rejimine karşı değil, rejimin  Türkçülük ve Sünnilik politikalarına karşı olmuştur. Büyük olasılıkla 1921 Anayasasına bağlı kalınsaydı, cumhuriyet dönemindeki isyan ve direnişler olmayacak ve Türkiye Cumhuriyeti bölgenin  en güçlü demokratik ülkesi olacaktı; ama olmadı/olamadı. Laiklik ve çoğulculuk daha işin başında ölü doğdu, ülke etnik ve inanç temelinde kamplara bölündü. İster istemez eğitim sistemi de bu paradigmaya uygun olarak biçimlendi, şekillendi ve toplumun tarihsel gelişmesine olumsuz damgasını vurdu. Bu yüzdendir ki,  Hasan Ali Yücel öncülüğünde hayata geçirilmek istenen ama daha sonra gerici güçlerin saldırısına uğrayıp kapatılan   Köy enstitüleri uygulamalar dışında Türk eğitim sistemi sürekli olarak  çağdaş ve demokratik normlardan uzak kalmıştır.

“Çağdaş, demokratik, laik nesiller” düşünden “dindar ve kindar” nesiller gerçeğine nasıl gelindi?

Demokratikleşmeyi laiklikten, laikliği de demokratikleşmeden ayrı düşünemeyiz. Bilimsel düşünce ancak ve ancak düşüncenin özgür olduğu bir sistemde mümkündür. Bu sistemin adı: Demokratik, laik cumhuriyettir.

“Öteki tarih” yazıcıları, Türkiye Cumhuriyeti devletinin hiçbir dönemde gerçek anlamda demokratik ve laik bir cumhuriyet olmadığını yazar ve söylerler ki bu düşünceye sonuna kadar katılıyorum. Şayet demokratik , laik bir cumhuriyet olsaydı ülkenin çoğunluğu “sağcı” ve “dinci” olmazdı; solcular, devrimciler, sosyalistler her dönem devletin zulmüyle baş başa kalmazdı. Türkiye Cumhuriyeti tarihi , kısa dönemlerin dışında aydınlıktan, özgürlük ve eşitlikten yana olan aydınların zindanlardaki seslerinin  tarihidir.

Merkezine insanı değil, egemenlerin çıkarlarını koyan bir eğitim sisteminde “Çağdaş, demokratik, laik nesiller” yetiştirmek mümkün olmadığı için “Çağdaş, demokratik, laik nesiller ” iddiası kağıt üzerinde kalmıştır.

“Türk Ulusu” kavramını Türklük ve Sünnilik eksenine yerleştiren bir siyasal rejim, “tekçi” bir zihniyetin palazlanmasına,  “dindar ve kindar” nesiller zihniyetinin kök salmasına neden olmuştur.

Tekçiliği Cumhuriyetin kırmızı çizgileri olarak dayatan bir devlet aklından, çağın gereklerine uygun bir yönetim biçiminin çıkması ve demokratik bir  eğitim modelinin hayata geçmesi ne kadar mümkün olabilir?

KHK’ların gölgesinde hazırlanan ve kamuoyuna açıklanan yeni müfredat programından evrim teorisinin atılması , Atatürkçülükle  ilgili bilgi ve yorumlara az verilmesi, “cihat” konusunun ilave edilmesini ,”laik eğitim bitmiştir” şeklinde özetleyen değerli dostlara sormak gerekmez mi: Nasıl oluyor da çoğunluğun Atatürkçü, laikçi , cumhuriyetçi olduğu bir ülkede birden bire laik eğitim yerine “dindar ve kindar” bir eğitim sistemi gelebiliyor?  Hem laiklikten yana olan hem de Diyanet İşlerinin devletle bağının kopartılmasına “hayır” diyenler  ne kadar “çağdaş ve laik ” olabilirler?

Sonuç olarak:

“Çağdaş, demokratik, laik nesiller” yetiştireceğiz diye tarih sahnesine çıkanlar, “Çağdaş, demokratik, laik nesiller  ” idealine uygun bir eğitim sistemi kurmadıkları/kuramadıkları için, dindar ve kindar” nesiller gerçek olmuştur.