2 Şubat 2020 BirGün Pazar’da Mert Bulut adlı bir gencin:
“Bir diplomam, 18 bin lira borcum var” başlıklı yazısını okudum. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nden mezun olmuş. Bin bir zorlukla üniversiteyi bitirmiş genç şöyle diyor:
“Mezun olduğumda elimde bir diplomam ve devlete 18 bin lira KYK(Kredi Yurtlar Kurumu) borcum vardı.”
Uzun zaman iş aramış ama bir türlü iş bulamamış. Yıllar sonrasında arkadaşının yardımıyla bir plastik fabrikasında alanıyla ilgili olmayan bir iş bulmuş. Gün gelmiş günde 12-16 saat asgari ücretle çalışmış.
Sevgili Mert Bulut,yazısının bir yerinde şöyle diyor:
“Düşünün ki okulunu bitirdiğiniz, üzerine makaleler okuduğunuz bir alanda iş bulamıyorsunuz. Sizin yerinize bilmem kimin ricasıyla göreve gelen, pahalı arabalara binip dolaşan, takım elbiseli, alanla ilgili tek bir çalışma bile yapmayan bir grup bütün kamu kuruluşlarını işgal etmiş durumda. Bizim kuşağın şansızlığı şudur; daha önce girdiğimiz sınavların soruları iktidar gözetiminde çalınmıştı, şu an da atamaların iktidar tarafından yapılıyor olmasıdır.
Sonuç olarak dört yıl boyunca biriktirdiğim bilginin ve tecrübenin kamuda hiçbir önemi olmadığını ben de mezun olduktan sonra anladım.”
Mert Bulut özelindeki bu yaşam hikâyesi bu ülkede yaşayan yaklaşık dört buçuk milyon işsiz gencin ortak hikâyesi, ortak çaresizliğidir. İşsizlerin büyük çoğunluğunu üniversite mezunları oluşturuyor ve bu kesimdeki işsizlik yüzde 30 civarında. Yani her 100 üniversite mezunundan 30’zu işsiz. Sevgili Mert Bulut bunlardan sadece biri.
Üniversite mezunu olup da iş bulanların çoğu ise alanlarıyla ilgisi olmayan sektörlerde çalışıyor. Kamuda iş bulmak ise, biat-itaat-fıtrat zihniyetine mensup olmakla mümkün.
Bir zamanlar kamuda iş bulabilmek için KPSS’den yüksek puan almak gerekiyordu. İş böyle olunca da cemaat mensubu dershaneler eliyle sorular çalınıp kendi yandaşlarına verilerek bu iş hallediliyordu. 15 Temmuz 2016 darbesinden sonra ise soruları çalmanın da bir anlama kalmadı; çünkü atamalar doğrudan doğruya iktidarın mülakatıyla yapılıyor. Üstelik işe alınanların çoğunun ne iş güvenliği ne de sosyal güvenliği ne de kadrosu var. Sigortasız, sendikasız asgari ücrete, bazen de asgari ücretin altında bir ücretle çalışmak zorunda bırakılıyorlar.
İş güvenliğinin yetersizliği ve “ne iş olursa yaparım” anlayışının sonucunda iş kazalarında bitmek bilmiyor ölümler. Daha dün, Van’da çığ düşmesi sonucu kar altında kalanları kurtarmaya giden ekibin, gerekli ve yeterli önlemleri alınmaması 41 vatandaşımızı kaybettik.
Acaba kurtarma ekibinde, mezun olduğu alanla ilgisi olmayan kaç üniversite mezunu genç vardı? Bilmiyoruz. Üstelik önemli de değil, önemli olan bir dizi tedbirsizliğin sonucunda bu kadar insanın ölmesidir.
İşin en acı yanı ise, bu ülkenin en başındaki kişinin yaşanan ölümleri, “İki kapılı bir dünya” benzetmesi yaparak; ”birileri girecek bu kapıdan, birileri de çıkacak diğer kapıdan” diyerek bunun bir kaza değil bir afet olduğunu dile getirmesidir. Yaşamın gerçeklerinden kopan iktidar yaşanan ölümleri, kazaları kaderle, fıtratla açıklayarak işin içinden çıkmayı bir yaşam biçimine dönüştürmüş durumda. “Ölen ölür kalan sağlar bizimdir” mantığı sürüp gidiyor.
Peki, işsiz, güvencesiz ve geleceksiz bırakılan gençlik ne yapmalı?
İşsizliğin, güvencesizliğin, geleceksizliğin bir sistem sorunu olduğunu görüp, bilip, örgütlenerek sisteme karşı akademik, demokratik, siyasi talepleri için mücadele etmekten başka bir yol var mı?
- Anadilde Eğitim Hakkı, Temel İnsan Hakkıdır - 18 Şubat 2020
- İşsiz, Güvencesiz, Geleceksiz Gençler - 8 Şubat 2020
- Yarıştırılmayı Değil Anlaşılmayı Bekleyen Çocuklarımız - 17 Ocak 2020