İnsanca ve kardeşçe yaşamak

İnsanlık tarihi boyunca halkları baskı altına alanlar, ezenler, sömürenler, katledenler, bölenler daima egemen uluslar ve devletler oldu. Tarihteki bütün egemen devletler ve günümüzde kapitalist çağın emperyalist devletleri, ekonomik, siyasal ve askeri çıkarları nedeniyle halkların etnik ve dinsel duygularını körükledi. Suni bölünmeler ve ayrılıklar yaratarak amaçlarını daha kolay gerçekleştirdi. Bu bağlamda halkların masumiyetinden, egemenlerin baskı, terör ve sömürüye dayalı tahakkümünden söz etmek gerekir.

Kendi haline bırakılan halklar, daima barış içinde yaşamayı, ilerlemeyi ve gelişmeyi amaçlamıştır. Ulusal, sınıfsal, cinsel, etnik, kültürel ve inançsal farklılıklar körüklenmediği sürece, halklar için ölüm, açlık ve yoksulluk demek olan savaşlar kabul edilmez. Bu bakımdan halklar birbirlerine karşı düşmanlıktan değil, kardeşlikten yana tutum gösterir ve daima barış içinde bir arada yaşamayı yeğler.

Tarih boyunca ülkelerin coğrafi sınırları egemen uluslar ve devletler tarafından çizildi. Bugün dünya haritasına baktığımızda Afrika’da Asya’da, Güney Amerika’da, Avustralya’da ülke sınırlarının cetvelle ve adeta kağıt üzerinde çizildiğini görürüz. Bu haritaların birçok yerinde hala belirlenmemiş, yani boş bırakılmış sınırlar vardır. Bu haritalar birçok ulus devlet ve halk tarafından kabul edilmez. Bu nedenle ulus devletlerin bir gün gerçekleştirme hayaliyle kendilerine ait milli sınırları ve haritaları vardır.

Şimdiye kadar çizilen dünya veya ülke haritalarının niteliği de aynıdır. Dünyanın bütün haritalarını geçmişte sömürgeci devletler, emperyalist çağdan itibaren de emperyalist devletler çizdi. Emperyalistler şimdiye kadar dünyanın fiziki ve dinsel haritalarını çizerlerken, etnik, kültürel ve ekonomik kaynakları gösteren haritaları çizmekten kaçındı. Bu nedenle dünya da yaşayan kaç halkın, kaç dilin, kaç imancın, kaç kültürün olduğunu veya bunların kaçının yok olduğunu, bunların birbirleriyle tarihi, sosyal ve siyasal ilişkilerini bilmiyoruz. Dünya hep, “Doğu-Batı”, “Kuzey-Güney” gibi siyasal rejimlerin özelliklerine ya da kapitalizmin kendi standartları üzerinden belirlediği gelişmişlik düzeylerine göre egemenlerin söylemleriyle tanımlanmaktadır.

21.yüzyılın ilk çeyreğinde artık ulusal, sınıfsal, cinsel, baskı ve terör biçimlerine karşı çıkmak; halkların kardeşliğini, barış içinde yaşamalarını, ülkelerin bağımsızlık ve halkların devrim taleplerini savunmak için Komünist ya da sosyalist olmak gerekmiyor. Kendisine “İnsanım, insanca ve kardeşçe yaşamak istiyorum” diyebilen herkesin savunabileceği şeyler haline gelen bu ilkeler, genel olarak demokratlığın ölçütü olarak algılanmalıdır.

Kapitalist emperyalistlerin egemen olduğu şimdiki dünyada her şey, onların ekonomik ve siyasal çıkarlarına göre belirleniyor. Bu belirleme de dünya nüfusunun çoğunluğunu oluşturan bağımlı ve geri kalmış ülkelerin “mecburiyetlerini” oluşturuyor. Eşitlik, özgülük, barış ve adalet mücadeleleri ise, bu “mecburiyetlere” karşı veriliyor. Emperyalistlerin halklara dayattığı bütün “mecburiyetler”, sömürü, tahakküm, açlık, sefalet ve savaşlar; devrim, demokrasi ve sosyalizm mücadelesi ile azalacak ve giderek ortadan kalkacaktır.

Şaban İBA
Latest posts by Şaban İBA (see all)