Yönetmen İlker Canikligil, sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşım nedeniyle tutuklanmasının ardından, yaklaşık bir buçuk ay süren cezaevi sürecinden sonra yurt dışı çıkış yasağı ve imza yükümlülüğü şartıyla serbest bırakıldı. Ancak serbest bırakılması, Türkiye’de giderek daralan ifade özgürlüğü alanı ve sosyal medya üzerindeki yargı baskısını yeniden gündeme taşıdı.
Canikligil’in yargılandığı dosyada, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından “suç işlemeye alenen tahrik” ve “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik” suçlamaları yöneltilmişti. Gerekçe, YouTube kanalında yayımladığı 2 dakika 34 saniyelik bir video ve X (eski Twitter) platformundaki bir paylaşımıydı. Savcılık, yönetmenin bu içeriklerle “siyasi tercihlere sahip yurttaşları hedef haline getirdiğini”, hatta bu kesimlere yönelik “katliam yapılması gerektiğini” ifade ettiğini öne sürdü. Tutuklama talebinin dayanağını da bu yorumlar oluşturdu.
Eleştirinin Sınırı Nerede Başlıyor, Nerede Suça Dönüşüyor?
Canikligil, 26 Mart’ta tutuklandı. O günden bu yana kamuoyunda tartışma yalnızca yönetmenin sözleri üzerine değil, bu sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği üzerine de yoğunlaştı. Eleştiri hakkının sınırları, Türkiye’de uzun zamandır hukukçular, gazeteciler ve ifade özgürlüğü savunucuları tarafından tartışılıyor. Yargının “alenen tahrik” gibi geniş tanımlı suçlamalara başvurarak sert eleştirileri kriminalize etmesi, ülkedeki muhalif görüşlerin bastırılmasında etkin bir araç haline geliyor.
Canikligil’in içerikleriyle ilgili henüz bağımsız bir bilirkişi raporu veya mahkeme kararı bulunmamakla birlikte, sosyal medyada yayımlanan videolarının açık biçimde metafor ve hiciv içerdiğini savunanlar da az değil. Ancak bu durum, yargının cezalandırma refleksini frenlemedi. Türkiye’de mizah, ironi ve politik eleştiri arasındaki çizgi, yargı organları tarafından giderek daha dar biçimde yorumlanıyor.
Sanat ve Siyaset Arasında Sıkışan Bir Yönetmen
İlker Canikligil’in adının kamuoyunda daha çok sinema eleştirileri, kamera teknolojileri ve yapımcılık alanındaki içerikleriyle bilindiğini düşündüğümüzde, yaşananlar yönetmenin kişisel geçmişiyle de çelişiyor. Canikligil hiçbir siyasi yapıyla organik bağı bulunmayan, bağımsız çalışan bir içerik üreticisi olarak tanınıyordu. Ancak bu bile, onun sistemin radarına girmesini engelleyemedi. Türkiye’de artık eleştirel bir video paylaşımı yapmak için muhalif bir siyasi kimlik taşımanız gerekmiyor; düşünmeniz, yorum yapmanız, ses çıkarmanız yeterli oluyor.
“Suç”tan Çok, Rahatsızlık Yaratan Sözler
Savcılığın iddiasına göre Canikligil’in videosu “toplumu bölmeye yönelikti”. Bu suçlama, özellikle sosyal medyada muğlak ifadelerle yazılmış yasal metinlerin bireyler üzerinde nasıl kolayca baskı aracına dönüştürülebileceğinin son örneği. Videoda geçen ifadelerin rahatsız edici bulunması mümkün; ancak burada asıl sorun, bu rahatsızlığın cezalandırma gerekçesi yapılması. Türkiye’de mahkemelerin rahatsız edici fikirler ile suç arasında kurduğu bu esnek bağ, hukuki değil siyasi bir tutum olarak yorumlanıyor.
Basın ve Sosyal Medya Üzerindeki Yargı Baskısı Derinleşiyor
Gazetecilerin tutuklandığı, haber sitelerinin engellendiği, sokak röportajlarının dahi suç kapsamına alındığı bir ortamda, Canikligil gibi bağımsız içerik üreticilerinin de artık hedef haline gelmesi, dijital alanın da “güvenli” olmaktan çıktığını gösteriyor. Geleneksel medyanın baskı altında olduğu Türkiye’de, YouTube ve sosyal medya gibi alternatif mecralar muhalif sesler için nefes borusu işlevi görüyordu. Şimdi bu alan da daralıyor.
İfade özgürlüğüyle ilgili uluslararası sözleşmelere taraf olan Türkiye’nin, Anayasa’nın 26. maddesi ile güvence altına alınan “düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü”nü bu tür davalarla ihlal ettiği açıkça görülüyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin çok sayıda kararında belirttiği gibi, kamuoyunu ilgilendiren tartışmalarda ifade özgürlüğü, sıradan hoşa giden fikirlerle değil, tam da rahatsız edici, çarpıcı ve sarsıcı ifadelerle test edilir.
Özgürlükler Tesadüf Değil, Mücadeleyle Korunur
İlker Canikligil’in şartlı tahliyesi, hukuki bir rahatlamadan çok siyasi bir atmosferin göstergesi. Bu dava, Türkiye’de hukukun siyasetle, yargının iktidarla kurduğu ilişkinin hangi noktaya geldiğini göstermesi açısından önemli. Bugün Canikligil serbest bırakılmış olabilir. Ama onun tutuklanmış olması, hepimizin ifade hakkına yöneltilmiş bir gözdağı olarak tarihe geçti bile.
Artık mesele yalnızca kimlerin konuştuğu değil, kimlerin susturulduğu. Ve Türkiye’de her geçen gün daha fazla insanın, konuşmaktan çok susturulmaya alıştığı bir düzen inşa ediliyor.