Avrupa kıtası, son yarım yüzyılın en sessiz krizlerinden biriyle yüzleşiyor: Gelirin yeniden dağıtımında devletin rolü giderek azalıyor, emek gelirleri üzerindeki vergi yükü ağırlaşıyor, sermaye ve miras gelirleri ise büyük oranda vergiden muaf tutuluyor. Fransa’dan Almanya’ya, Hollanda’dan Türkiye’ye kadar geniş bir coğrafyada neoliberal ekonomi politikaları, toplumu “çalışanlar” ve “mirasçılar” olarak ikiye bölüyor.
Çalışan Ödüyor, Sermaye Kazanıyor
Fransa’da yayınlanan Le Monde’un kapsamlı miras dosyasına göre, ülkede toplam servetin %60’ı artık çalışarak değil, mirasla elde ediliyor. 1970’lerde bu oran %35’ti. Sadece bu veri bile Avrupa’da üretimin değil, servet devrinin önceliklendiği bir düzenin kalıcılaştığını gösteriyor. Vergi sistemi, özellikle miras ve sermaye gelirleri üzerinden alınması gereken vergiler konusunda ya yetersiz kalıyor ya da siyasi baskılarla uygulanamıyor.
Benzer bir tablo Almanya’da da gözlemleniyor. Ülkede gelir vergisi çalışanlardan doğrudan kesilirken, sermaye gelirleri düşük oranlarla ya da çeşitli muafiyetlerle vergilendiriliyor. 2000’li yıllardan itibaren başta SPD ve CDU koalisyonları olmak üzere tüm merkez hükümetler, küresel rekabet bahanesiyle servet vergisini kaldırdı, miras vergisinde istisnalar genişletildi.
Türkiye’de Durum Daha Dramatik
Türkiye ise bu konuda adeta neoliberalizmin laboratuvarına dönüştü. Emek üzerindeki dolaylı vergiler (KDV, ÖTV) toplam vergi gelirlerinin %70’ini oluşturuyor. Buna karşılık, yüksek gelirli bireylerin sermaye kazançları, gayrimenkul rantları ve büyük şirket mirasları neredeyse hiç denetlenmiyor. Servet bildirimi sistemi yok; miras vergileri istisnalarla etkisizleştirilmiş durumda.
Üstelik Türkiye’de sosyal devlet mekanizmalarının zayıf olması, gelir adaletsizliğini daha da görünür kılıyor. Asgari ücretle geçinenler sağlık, barınma ve eğitim gibi en temel hizmetlere ulaşmakta zorlanırken, büyük şirketlerin kamu kaynaklarından aldığı teşvikler ve vergi afları sıradanlaştırılmış bir uygulamaya dönüştü.
AB’nin Çift Yüzlü Politikaları
Avrupa Birliği, gelir eşitsizliğiyle mücadeleyi önemsediğini ilan ederken, kendi içinde büyük çelişkiler barındırıyor. Lüksemburg, Hollanda ve İrlanda gibi ülkeler, “vergi cenneti” politikalarıyla milyarlarca euroluk kurumsal kârın vergiden kaçırılmasına imkân tanıyor. Bu da diğer ülkelerde kamu gelirlerini düşürerek sosyal harcamaları kısıtlıyor ve yükü yine çalışanlara yüklüyor.
Eurostat verilerine göre, AB genelinde 2024 itibarıyla en zengin %10’luk kesim, toplam servetin %54’üne sahipken, en yoksul %50’lik kesim sadece %4’üne sahip. Bu uçurum, sadece sosyal politikaların değil, doğrudan vergi düzenlemelerinin bir sonucu.
Bir Mali Mutabakat Şart
Fransa’da miras vergisinin yeniden gündeme gelmesi, sadece ekonomik değil, toplumsal bir zorunluluğa işaret ediyor. Ancak Emmanuel Macron’un “Yeni vergi yok” doktrini, siyasi çıkarlar uğruna bu ihtiyacı görmezden geliyor. Türkiye’de ise iktidar, yüksek enflasyonla boğuşan halkın temel ihtiyaçlarına çözüm üretmek yerine, vergi yükünü daha da artıracak “tasarruf” önlemleri açıklıyor.
Bu düzenin sürdürülebilir olmadığı artık çok açık. Sosyal devletin yeniden inşa edilmesi, emek üzerindeki vergi yükünün azaltılması ve servet transferlerinin ciddi şekilde vergilendirilmesi birer “seçenek” değil, “zorunluluk” haline geldi. Aksi halde hem Avrupa’da hem Türkiye’de, genç kuşaklar için sınıfsal hareketlilik sadece bir hayal olarak kalacak.
Çünkü toplumların geleceğini çalışanlar değil, artık yalnızca “mirasçılar” belirliyor. Ve bu düzen, sadece adaletsiz değil; aynı zamanda siyasal ve ekonomik istikrarsızlığın da habercisi.