Diyanetin Siyaseti, Siyasetin Diyaneti

Türkiye Cumhuriyet tarihinde diyanetin en fazla gündemde olduğu, siyaseti etkileyip belirlediği bir dönemi yaşıyoruz.

Din, hiçbir zaman bu kadar toplum hayatını etkilemedi ve diyanet hiçbir dönemde siyasetle açıkça bu kadar iç içe girmedi. Dini cemaatler her dönemde siyaseti etkilemiştir ; ama ilk defa cemaatler siyaseti bire bir etkiliyor, yönlendiriyor, şekillendiriyor.

Din ile siyaset elbette birbirine kopmaz bağlarla bağlıdır çünkü ikisi de üst yapı kurumudur;ama algı ve yorum boyutundan çıkıp, devleti kurumsal olarak hiçbir dönemde bugünkü kadar belirlemedi.

Demek oluyor ki dine bağlı bir toplumsal sistem kuruluşu, çok uzun yıllar gizli kapaklı derinden derine sürüp gitmiş.

78 kuşağını temsil eden bizler, 12 Eylül askeri yönetimine diktatörlük dediğimizde, sol-sosyalist kesimin dışındaki kesimlerden ve başta Kemalistlerden büyük tepki alırdık.

Özellikle 12 Eylül rejimiyle birlikte hızlı bir cami yapımına gidildiğine, çok sayıda kuran kurslarının açıldığına yönelik dikkat çekici eylemlerimiz yine aynı çevrelerce yadırgandı, onaylanmadı. Hatta o dönemde Kenan Evren diktası hızını alamayıp Alevi köylerine de cami yaptırılması yönünde telkinlerde bulundu, adımların atılmasına sebep oldu, Alevilerin yoğun tepkisi sonucunda birkaç örnek dışında bu politikadan vazgeçildi.

Demek oluyor ki 12 Eylül diktatörlüğünün hayata geçmesinde dinci kesimlerin rolü çok büyük olmuş.

Fethullah Gülen cemaatinin tarihine bakıldığında da bu ilişkinin hep var olduğunu anlıyoruz.

Evet, eğitim hızlı bir şekilde dincileşiyor. Camiler dinci gençliğin (Diyanet gençliği)örgütlendiği yerlere dönüştü ve camiler buram buram siyaset kokuyor. Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşler Başkanlığı koordineli çalışıyor; fakat son noktayı diyanet koyuyor. Diyanet cemaatleri , diyanet ve cemaatler de iktidarı yani AKP’yi temsil ediyor.

Bu gidişle Sayın Mine Söğüt’ün Cumhuriyet Gazetesinin, 18 Ocak 2017 sayısında, “Maymundan gelmedik ama maymuna gidiyoruz” başlıklı yazısında belirttiği gibi,

“Milli Eğitim Bakanlığı Dini Eğitim Bakanlığına” dönüşecek.

4+4+4 ile hızlanan süreç bu gün artık nihai şeklini almak üzere. Başkanlık sisteminin eğitim boyutu, yeni müfredat taslağı ile tamamlanmak üzere. Öyle ya her sistem, her rejim kendine uygun eğitim sistemini de kurmak zorundadır.

Başkanlık sistemine uygun bir müfredat ve iktidarın 2023 hedeflerine uygun bir eğitim sistemi!

Daha şimdiden laik ve demokratik eğitimi savunanlara yönelik baskı ve şiddet göz önünde bulundurulduğunda 2023 vizyonunun nasıl bir toplum istediğini açıkça anlayabiliyoruz.

1) Bilim, felsefe, tarih, sanat dinin denetimine girecek ve eğitim programlarının bilimle, bilimsel bilgiyle olan bağları kopartılacak. Darwin’nin Evrim Teorisi, Yaradılış Teorisiyle yer değiştirecek.

2) Laik/ seküler, demokratik, eğitimin tüm uygulamaları dindar ve kindar gençlik yetiştirmeye kurban edilecek.

3) Öğretmenler imamları değil imamlar öğretmenleri yetiştirecek. İlahiyat fakültelerinden mezun olanlar bu gidişle hem imam hem de öğretmen olacak. Cihatçı gençlik ise gençliye yön verecek.

4) Türk-Sünni İslam merkezli dincileşme, başta Aleviler olmak üzere diğer inanç ve etnik güçleri daha büyük bir baskı altına alacak; bu ise ülkede büyük kırılmalara, ayrışmalara hatta çatışmalara neden olacak.

Sonuç:

Türkiye Cumhuriyeti Devleti gerçek anlamda laik, demokratik, özgürlükçü bir rejim kuramadığı için geldik bugüne.

Bin dokuz yüzlerin ulus devlet anlayışıyla, ulus devletlerin yerini federal, demokratik özerk çok uluslu devletlere bıraktığı bir çağı yakalamak nasıl ki mümkün değilse, feodal döneme ait olan bir sultanlıkla da yakalamak mümkün değildir.

Gelişmenin yönü hep ileri doğrudur, zaman zaman gerilese de; siyasi iktidarın hayata geçirmek istediği bilimsel düşüncenin reddine, toplumun demokratik katılımı değil tek adamın teokratik /otokratik yönetimine dayalı toplumsal sistemin geleceği yoktur. Bunun en güzel örneği Ortadoğu’daki İslam cumhuriyetleridir.

Öyle ya da böyle, güneşi doğudan değil batıdan doğdurmaya çalışanlar, yaşamı dini dogmalardan ibaret sayanlar, gerçeğin karşısında yok olup gideceklerdir.

Evet! Toplum ve insanlık çok şey kaybedecek , büyük bedeller ödeyecek;ama “Siyasi İslâm’ın geleceği yoktur” diye bas bas bağıran sevgili Fikret Başkaya’nın aydınlık sesini temsil eden demokrasi güçlerinin demokratik, laik ve özgürlükçü mücadelesi kazanacaktır.