Nazileri Şaşkına Çeviren Hollandalı İşçiler

2. Dünya Savaşı öncesi Hollanda’da 140 bin Yahudi yaşıyordu. Savaş sonrası geriye yalnızca 30 bini kaldı. Yüzde 75’i Naziler tarafından öldürüldü. Bu, Almanya’yı saymazsak Batı Avrupa’daki en yüksek kayıp oranı.

Bunun nedeni Hollandalıların Yahudi düşmanı, korkak ya da Nazi iş birlikçisi olması mıydı? Kesinlikle hayır. Hatta Hollandalıların, Avrupa’da Yahudiler için en cesur mücadeleyi veren halk olduğu söylenebilir. Yazının ana konusunu oluşturan 25 Şubat 1941’deki grev ise, bu mücadelenin en görkemli anlarından biriydi.

NAZİLERİN HOLLANDA İŞGALİ

Hollandalıların ‘Februaristaking’ dediği ‘Şubat grevi’ne gidilen süreci kısaca hatırlayalım.
2. Dünya Savaşı başladığında Hollanda, 1. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi tarafsız kalmak istiyordu. Ancak bu naif temenni, Nazilerin, Mayıs 1940’ta tanklarını ülkeye çevirmesiyle son buldu. 5 günlük Nazi saldırısı, Luftwaffe’nin Rotterdam’da bine yakın sivilin ölümüyle sonuçlanan hava bombardımanıyla bitti. Hollanda teslim oldu. Bu süreçte Kraliçe Wilhelmina da Nazilerle işbirliğini reddederek İngiltere’ye geçti.  Kraliçe ve hükümetinin ortalıkta olmaması Yahudi nüfusun korunamamasında önemli rol oynadı*.
Naziler, kendilerine bağlı bir hükümet oluşturarak Hollanda’yı idare etmeye başladı. Kısa sürede Yahudi nüfusa karşı harekete geçildi. 80 bin Yahudinin yaşadığı Amsterdam’da Yahudi mahallelerinin etrafı dikenli tellerle çevrildi. Halka tüm Yahudilerin kendilerine teslim edilmesi ültimatomunda bulunuldu.

DİRENİŞ BAŞLIYOR

25 Şubat’a doğru gelişmeler hızlandı.
17 ve 18 Şubat’ta liman işçileri, Hollandalı işçilerin zorla Almanya’ya götürülmesine karşı iş bıraktı. 19 Şubat’ta Hollandalı iş birlikçi Nazilerle Yahudi Amsterdamlılar arasında silahlı çatışma yaşandı.
22-23 Şubat’ta 600 SS, 425 Yahudi erkeği döverek toplama kamplarına gönderdi.
Olay duyulduğunda, komünistler harekete geçti. Yeraltı matbaaları çalıştı ve grev çağrısı yapan binlerce el ilanı hazırlandı.
Nazilerin yasakladığı Hollanda Komünist Partisi, 24 Şubat’ta Jordaan mahallesinin kalbindeki kilisede 250 Amsterdamlıyla gizli bir toplantı yaptı. Herkese 25 Şubat grevinin önemi anlatıldı ve grevi örgütleme görevi verildi. Toplantıya katılan 250 kişi mahallelerine grev çağrısıyla döndü.
Bir gün sonra grev, liman işçileri tarafından başlatıldı. Fabrikalar, ulaşım hatları, iş yerleri boşaltıldı. Naziler şaşkına dönmüştü. 800 bin kişilik Amsterdam’da 300 bin kişi greve aktif olarak katıldı ve sokaklara çıktı. Grev, tüm ülkeye yayıldı ve şiddetle bastırılana kadar devam etti. Bu,yalnızca 2 gün anlamına geliyordu. Naziler grev sonrası intikamını ağır bir şekilde aldı ve baskısını daha da artırdı.

GREV BAŞARISIZ MI?

Peki bu grevin, grevcilerin iradesi dışında sona ermesi ve taleplerini kabul ettirememesi göz önüne alınarak “başarısız” olduğu öne sürülebilir mi?
Bunun yanıtını tarih veriyor.
Şubat grevi, Avrupa’da Nazilerin Yahudilere zulmüne karşı Yahudi olmayanlar tarafından gerçekleştirilen ilk kitlesel kalkışma oldu.
Mayıs 1941’de Belçika Komünist Partisi öncülüğündeki ‘Yüz bin grevi’, Eylül 1941’de Norveç’teki ‘Süt grevi’ ve Ağustos-Eylül 1942’deki Lüksemburg genel grevi gibi direnişlere ilham verdi.
Şubat grevinin belki de en önemli etkisi Hollandalıların günlük yaşamındaki direnişe yaptığı katkıydı.
*Tüm baskılara rağmen öğretmenlerin çoğu Nazilerin ‘Onay kurulu’na isimlerini vermedi. *Sanatçılar, Alman Kültür Birliği’ne katılmayı reddetti ki bu çalışmaları karşılığında para kazanamamaları anlamına geliyordu.
*Çok sayıda erkek, Nazilerin zorunlu uygulaması(Reicharbeitdienst) kapsamında Almanya’ya çalışmayı gitmeyi reddetti.
*Hollanda polisinin bir bölümü, Yahudilerin yerlerinin tespit edilmesi ve yakalanması operasyonlarına destek vermedi.
*1943’te üniversite öğrencilerinin yüzde 85’i Nazilere sadakat deklarasyonunu imzalamayı reddetti. *Çok sayıda doktor, Alman Doktorlar Birliği’ne katılma emrini yerine getirmedi. Bu birliğe katılanlar, dayatılan protokol gereği Yahudileri tedavi edemiyordu. Birçoğu birliğe katılmadığı için işsiz kaldı. Ancak yeraltı hastanelerinde görevini sürdürenler de oldu.
*Halk günlük yaşamında en yaygın kullandığı selamlama sözü olan ‘Hallo’yu ‘İş birlikçileri asın’ anlamına gelen “Hang alle landverraders op” yerine kullanmaya başladı.
*Üzerinde Kraliçe Wilhelmina’nın resmi olan bozuk paralar kolye olarak takıldı.
*Hollanda kraliyet ailesinin rengi olan ‘Turuncu’ renkte elbiseler Nazilere karşı bir mesaj olarak giyildi.
*Sinemalarda Alman filmleri yuhalandı.
*Protestan ve Katolik kiliseleri direniş çabalarını destekledi.
*1943’te büyük Nisan-Mayıs grevleri, bu güçlü ve sürekli protestoların etkisiyle hayat buldu.

Ancak tüm bunlar ülkedeki Yahudileri kurtarmaya yetmedi. Burada suçu halkın yeterli direnişi göstermemesinde değil Hollanda’nın coğrafi yapısında ve ülkenin Büyük Buhran’ın ekonomik etkisinden kurtulamamış olmasında aramak gerekiyor.

Nazi işgali başladığında Hollanda, karadan tamamen Nazi kontrolündeki topraklarla çevriliydi. Deniz yolu da Nazilerin hakimiyetindeydi. Hollanda, dağsız, tepesiz, ormansız, küçük bir ülke. Herhangi birini saklamak çok zor. Hele ki gerekli gıdayı sağlayabilecek maddi durumunuz yoksa… Yahudilerin kaçabilecek hiçbir yeri yoktu.

Hollanda’da iş birlikçiler de vardı elbette(Hallo, boşuna “Hang alle landverraders op” olmadı) . 100 bin kişi Nazi partisine katılmıştı. Ancak çoğunun temel motivasyonu korkuydu. Nitekim 10 bin Hollandalı Yahudilere yardım etmeye çalışırken öldürüldü. 50 bin kişi aktif şekilde direniş hareketine katıldı. Yine de tüm bunlar Nazi barbarlığı karşısında kaçınılmazı önlemek için yeterli değildi.

‘DE DOKWERKER’

Şubat grevi, tarihteki en sade işçi heykellerinden birinin inşasına da ilham verdi. 1952’de Danimarkalı Heykeltıraş Mari Andriessen’in yaptığı ‘De Dokwerker’ yani ‘Liman işçisi’ heykeli Amsterdam’daki eski Yahudi mahallesinde inşa edildi.

Grev her yıl 25 Şubat’ta anılmaya devam ediliyor. Ne yazık ki, grevin hayata geçmesinde bir numaralı aktör olan komünistlerin, ‘Soğuk Savaş’ boyunca ortak anmaya katılması engellendi. Savaş sonrası Hollandalı yetkililer uzun süre komünistlerin, grevdeki rolünü inkar etti.

Neyse ki ne Naziler ne de tarih kitapları bunda başarılı olabildi. Andriessen’in ‘De Dokwerker’indeki sıradan işçi, 2. Dünya Savaşı’nın en fedakar direnişçilerinden biri olarak ayakta durmayı sürdürüyor.

*Bunu Danimarka deneyimine bakarak söyleyebiliyoruz. Zira, Danimarka Kralı Christian X, askeri açıdan direnmenin imkansız olduğunu görerek işbirliğini tercih etmiş bu sayede ülkesindeki 7 bin 500 Yahudinin büyük çoğunluğunu deniz yolu aracılığıyla İsveç’e kaçırmayı başarmıştı.

Kaynak: Yeni-E Dergisi