Dersim Alevilik Mitleri ve Erkeklik Kurguları

Bu çalışma, Dersim Alevilik inancındaki erkeklik kurgularını anlamak ve özellikle de Alevilik’te kadın-erkek eşitliği gibi bir genel mitin geçerliliğini iki aşamalı olarak tartışmayı amaçlamaktadır. İlkin, Dersim Aleviliği ile sosyal yapısı hakkında kısa bir tanıtıcı giriş yapacağım. İkinci olarak da, Alevilik ve onun erkeklik/kadınlık yani toplumsal cinsiyet ilişkisinin, inançla birlikte sosyal yapısını da kısaca tanıtarak, bu ana yapısal durumun mitler üzerinden inşasını incelemek istiyorum. Bunu yaparken de Dersim Alevi inancı içinde en tipik mit/öykü olan Bamasur (Babamansur) ve Kuréşi (Kureyşan) aşiretlerinin ortak miti/kuruluş öyküsünü irdeleyeceğim.[2]

Dersim Alevi İnancı ve Yapısı Hakkında

Dersim Aleviliği, inancı merkezine alan, soya dayalı (en azından ortak bir atadan gelindiği miti üzerinden) hiyerarşik bir kast sistemi ile patrilineal aşiret gibi bir politik sistem üzerinden yürümektedir. Dolayısıyla aşiretlerin politik yapıları, dinsel/inanç boyutunda yapılan bir hiyeraşi ile güçlendirilmiş ve özellikle “pir” ve “talip” ilişkisi ile döngüsel olarak “ikrar” adı verilen bir bağ ile toplumsal yapı daha da güçlendirilmiştir. Bu ikili yapıyla birlikte “ikrar” adında başka kollardan da (musayiplik ve kirvelik) güçlendirme devam eder. En özgül yanı ise bir dinsel hiyerarşi kurulurken, üstte konumlanan, yani “pirlik” yetkesi tanınan yapının, yine döngüsel iç sarmal geçişlerle yapılandırılmasıdır. Bu şöyle açıklanabilir: Basit/ana hiyerarşi “pirlik” ve “talip” lik üzerinden kurulmuş olup, “pirliğin” “talipliği” üstü ve onun yol göstericisi olarak kuran  bu ikili ilişki, sarmal ve döngüsel bir seyir izler. Taliplik, pirlik yetkesine sahip olanlar da dahil herkesin tabi olduğu görülürken, “pirlik”ise belli aşiretlere tanınmıştır. Bu pirlik yetkesine sahip aşiretler de bir başka pirlik yetkesine sahip aşiretin pirlik ve taliplik ilişkisi içindedirler ve bu ilişki de sarmal halde devam ettirilmiştir. Örnek verecek olursak A aşireti B’nin piri iken, B de C’nin, C ise A’nın Piri (veya Bamasur Aşiretinde olduğu gibi kendi iç kolları tarafından) olacak şekilde bir halka oluşturulmuştur.

Tabi bu daha girift bir durumda olabilir (aşiretlerin sayısal durumlarıyla ilişkili olarak), ama değişmeyen ve kesin olan tek şey, hiç kimsenin “pirsiz” olamayacağıdır. “Pirsiz” olmak dışlanmaktır ve “pirsizlik” “yol dışı” olmak ağır bir hakarettir. “Yol” toplumsal yapı içinde yer sahibi olmanın ve dolayısıyla yaşama ve var olma (her şekliyle) hakkı ve buna ilişkin toplumsal konumlanma alanını da tanımlar. Görüldüğü üzere herkesin bir tabiyet (taliplik) durumu vardır. Bu ise Dersim’in Alevi politik sisteminde “rayberlik” ve “mürşitlik” ayakları da dahil edildiğinde  aşiretlerin konumunu gösteren en önemli kriterdir.

Gelelim Pir’lik ve Talip’lik ilişkisine. Bu ilişki buranın sosyal yapsı içinde, hiyeraşik olarak en net ve en güvenli ilişkisidir. Dersim Aleviliği’nde bu inanca dayalı hiyerarşide, üst ile alt ilişkisi bir güven ve bağlılık üzerinden yürürse de, bu bağlılık basit anlamıyla değil bir yol bağlılığıdır. Tarafların karşılıklılık ilişkisi ve bunun döngüselliği tamamen gönüllü (zorunlu) kabule dayalıdır. Bu sisteme “Yol” adı verilir ve inancın tüm felsefi ve uygulamaya dair içeriğini kapsar. Tabi her iki taraf da sonsuz özgür değildir. Bu ilişkiler, yazılı olmayan ama inancın taşıyıcıları ve uygulayıcılarınca çok iyi bilinen ve usulüne/hukukuna uygun olarak uygulanan ve ona uyum şartı getiren bir durumda var olmakta/sürdürülmektedir. Bu kurallara uyumsuzluğa “yol düşkünlüğü” denir ki bu ödenmesi çok ağır olan bir bedeldir.

Genelde Alevi inancında, özel olarak bahsettiğim ise Dersim Alevi inancında bireyin sisteme adaptasyonu dıştan bir baskı ile değil bir iç disiplin ile sağlanır. Bu iç disiplinin öğretilme sürecinde diğer ceza-ödül sistemlerinden (özellikle monolitik dinlerdeki) çok farklı işler. Dersim Aleviliği’nde inanç aktarımı, ne öbür dünyadaki muhtemel cezalar üzerinden, ne de bu dünyadaki fiziksel cezalandırmalar üzerinden yürür. İlginç bir şekilde, bir ceza tanımı sorulduğunda bunun bir karşılığı yoktur. Yani bu zaten yerine getirilecek bir durumdur neden özel bir ceza tanınsın ki? Ama elbette ana yaptırım toplumsal dışlanmadır, bu da zaten gerektiği zaman kendiliğinden devreye girer. Keza ödül de öyledir. Yapılması gereken bir şeyi yapmışsa bir ödül alması gerekmez, zaten onu yapmalıdır. Bu nedenle günlük hayat içindeki anlaşmazlıklar çözülürken de pirlik kurumu ve “yol” kuralları devrededir. Pir konuyu ve tarafları dinler ve bir karara varır. Pirin vardığı karar hukuki bir durumdur ve uyulması gerekir. Hükmedilen, bir tür “kutsal emir” niteliğindedir ve yapılır. Şunu da unutmamak gerekir, pir de “yol” hukukuna karşı sorumludur. O da kararları verirken o hukukun dışına çıkmaz. Çıkarsa onun da bedeli vardır. Örneğin “talibi” tarafından reddedilme mümkündür (tabi başka bir Pir’e bağlanarak), keza Pir’in de talibini reddetme hakkı bulunmaktadır. Elbette bunlar çok kolay verilen olmasa da, verilebilir kararlardır. Ancak bu sistemin en önemli gücü, onları içten gözetleyen ve yol dışı (eline, beline, diline sahip ol!) her türlü davranışı gören ve bunun hesabını mutlaka sorgulayan bir gizil güç dolaşımdadır. Bu içten gözetilmişlik durumu işte o iç disiplini örgütleyen sistemdir ve bu nedenle de çok etkili ve garantili bir yöntemdir.

Bu gizil güç, sistemin hiyaraşisi içinde en üstte konumlandırlan “Seyitlik” kurumunun potansiyeli içinde tanımlanmıştır. Yani Seyit olmanın özelliği ve bir tür ön koşuludur. Bu da Dersim Aleviliği’nde belli mitlerle karşımıza çıkar. Bu mitler normal, sıradan insan olma durumundan sıyrılarak, üst mertebeye geçirecek bir tür iç kudret ve doğaüstu (supernaturel) yeti/güç ve bunun gösterilme şekline işaret eder. Yani keramet gösterilmesi gerekmektedir. Bu nedenle Pirlik yetkesi taşıyan aşiretlerin böyle kerametleri olduğunu anlatan mitleri vardır. Bu çalışmayı üzerinde yürüttüğüm, iki aşiretin ortak miti ve en çarpıcı olanlardan bir tanesidir. Bu aşiretlerden biri Kürtçe “Bamasur” denen (Türkçe’ye bence problemli olan Baba Mansur şeklinde çevrilen), ikincisi yine Kürtçe Kuréşi/Kuréşan, denen aşiret ve onların ortak kuruluş mitidir.

Bamasur ve Kuréş Karşılaşma Miti: Erkekliğe Atfedilen Gizil Güç ve “Erkekliğin” Zaferi

Bamasur ve Kuréş’in karşılaşma sahnesinde anlatılan bu mit, her iki aşireti en önemli (prestijli) aşiret haline getirmektedir. Daha da önemlisi, her ikisini de bu keramet safhasına birden çıkaran, bir işbirliği ve dayanışma durumunu da içerir. Bu karşılaşma şöyledir. Dersim’in Mézgır (Mazgirt) ilçesine bağlı Moxındi (Mohundu/Türkçe verilen adla Darıkent) beldesinde geçer. Bir rivayete göre bunlar kardeştirler (ama bu kesin değildir). Bamasur genç bir adamdır (Kuréş ile akın yaşlardadırlar) ve kendisine bir duvar örmekle meşguldur. Bu arada Kuréş’in bir ayıya binip oraya doğru geldiği haberi gelir. Buna karşılık bir şey yapması gerektiğini düşünen Bamasur, ördüğü yaklaşık 1.5 m. yüksekliğindeki duvara biner ve Kuréş’i karşılamak üzere onu yürütür[3]. Bu nedenle kendisinin vahşi de olsa bir canlıya hükmettiğini ama Bamasur’un ise cansız bir duvarı yürüttüğünü gören Kuréş, ayıdan iner ve Bamasur’un elini öper. Yani ona talıw/talip olur.[4]

 Bu kısa hikayede ilk karşımıza çıkan sadece iki erkeğin karşılaşmasıdır. Kadınlar  orada yokturlar, adeta görünmezdirler. Bu görünmez kadınlığa karşın, erkeğe/erkekliğe işaret eden bir sembolizm zenginliği yatar. Bu semboller direkt olarak erkekten bahsetmek yerine, ona atfedilen özellikler ve bunun sembolik dolaşımlarında rezerv edilmiş durumdalar. Bu rezervler gerektiğinde tüm hukuku ve yaptırımları ile uyandırılabilirler. İşte Dersim Alevilik sisteminde, özellikle ‘pirlik’ kurum olarak böyle bir rezervleme sisteminin kumandası durumundadır. Bu kurgudaki sembollere bakacak olursak, ilk olarak olayın ev dışında, yani kamusal bir alanda geçtiğini hatırlatmakta yarar. Yani sadece erkeklere açık bir alanda, bir rekabet karşılaşmasıdır, dolayısıyla seyirci olarak bile kadınlardan bahsedilmez. Oradaki atmosfere ve arkasındaki algıya baktığımızda, bu kutsal doğaüstü kudretlerin, erkeklere bahşedilen ve onların dünyasında geçen bir özellik taşıdığını görmekteyiz. Yani kadınların erkekliğin soy kurgularında dışarıda kaldıkları bir durumdur. Soy devamının kadınla hiç bir ilgisi yoktur. Bu kamusal alanda her iki “kutsal” soyun karşılaşması bu nedenle kadınsızdır. Bütün kudret/erk/güç erkektedir ve bu nedenle bu mitte, fiziksel ve eril kudret çok önemli bir yer tutar. Bu karşılaşmanın iki erkeğinin de gücün doruğunda oldukları gençlik devresinde olduklarını da garip bir şekilde algılıyoruz. Bu da bir başka önemli sembolleme şeklidir.

El öpme ritüeli de bir güç ilişkisi olarak, güçlü olana verilen bir saygı olarak algılanmalıdır. Zira Kuréş’in Bamasur’un elini öpmesinin anlamı önemlidir. Çünkü Bamasur hem duvarı ören kolun kas kuvvetini, hem de bir cansızı yürütebilecek kadar bir ruhani, eril kudretin sahibi olarak ellerinin öpülmesini, önünde eğilinmesini hakkeder. Tam bir eril erdemi simgeler. Bir kez bu aşamadan geçen bu kişilerin soyundan olanlar; elbette özellikle erkekler, onlara bahşedilen bu üst mertebenin, gizil kudretin de sahibi ve taşıyıcıları olmaya hak kazanmışlardır. Bu da kan bağıyla babadan oğula taşınan patrilineal bir yapı olarak, kan/soy bağı ile bir kudret ve güç aktarımı ile anlamlandırılır. Yani yukarıda bahsettiğimiz iç disiplini sağlayan esas güç olarak. Buna en uygun anlamı “Çélıké mér bé ağu nawi” (yılanın yavrusu ağusuz olmaz) özdeyişinde bulur. Bu nedenle Bamasur ve Kuréş’in soyundan gelen erkekler, bu gizil kudretin taşıyıcıları olmayı bu mitle garantilerler. Bununla da, “bu kanla taşınan kudret/gizil gücün, sadece eril kan içinde ve damarlarda dolaştığını, hem inancı hem de bu inancın taşıyıcıları olan erkekleri/soyu” koruduğu şeklindeki bir içerikle dolaşımda kalır.

Peki kadınlar bu gücün koruyuculuğundan faydalanmakta mıdırlar? Kısmen… Velev ki bu soya dayalı bir kadına hakaret edilmiş olunsun ve buna ilişkin bir durum yaşansın. Bu durumdaki cezayı da soyun sahibi, kendi soyuna mensup bir kadına, yani kendisine yönelik bir saygıszılık olarak atfettiği için cezalandırılır (gizil güç tarafından), yoksa kadın için değil. Bunun böyle olduğunu, bir kadın soyuna hakaret edilmediği sürece, kocası ve “hak sahibi” erkekler tarafından çeşitli şekilde cezalandırlabilir olması, ve bunun “normal”liği üzerinden anlaşılabilir.

Peki kadınlar bu ‘kutsal soy’ içinde nasıl yer alırlar? Kadınlık, bu ‘kutsal soyun’ taşıyıcıları olarak değişik bir statüde kurulmuştur ve “doğal” olarak kesinlikle kendi soy erkeklerinin altında konumlandırılmışlardır. Hiyerarşik olarak, seyit olup altlarında yer alan aşiret erkeklerince de saygı görürler. Onlara “ana” diye hitap edilir. Belli bir yaşın üzerine geçildiğinde, özellikle 40 ve üzeri yaşlara doğru tüm kadın ve yaşça küçük erkeklerce elleri öpülür. Dikkat edileceği üzere, seyit soyundan gelen, pir olan erkeklerin elinin öpülmesinde bir yaş sınırlaması (şimdilerde görülmese de eskiden çocuk yaştaki bir erkek çocuuğun elini öpen yaşlı talipler yadırganan bir durum yaratmazdı) tanınmazken, kadınlarda yaş önemlidir. Özellikle menopoz sonrası yaşlılık, yani yarı erkekliğe geçiş süreci olarak saygı görmeye bir tür hak kazanırlar. Yani bir tür terfi durumu yaşarlar ve ancak bu terfi durumu ordu içindeki astsubaylığın terfi durumu kadar işler.

Kadınların, özellikle “seyit” olmayan, “sıradan” aşiret mensupları ile evlenmeleri kendi soy aşireti içinde prestijlerini düşürürken, evlendikleri aşiret içinde bir miktar prestijli bir konumda olurlar. Bu nedenle seyit kızlarının sıradan kişilerce evlenilmesi çok istenmeyen bir durumdur. Oysa bu durum seyitle evlenen dışarıdan kadınlar için tersi bir durum yaratır. Bir seyitle evlenen bir kadın, girdiği aile/soy içinde aşağı bir konumda olsa da, bu durum zamanla belli bir ölçüde değişir ve özellikle kendi aşireti içinde hem kendisi hem de ailesi prestij kazanır. Oysa evlilik durumuna göre erkeklerin prestij kaybı görülmezken, çok “asil” olarak bilinen seyit ailelerden birinin kızını alan seyit  erkek ve ailesi de yine bir miktar prestij kazanır. Aynı durum kız ailesi için de geçerlidir. Bu nedenle, Dersim Alevilik sistemi içinde mümkün olduğunca bu hiyerarşik olarak asimetrik evlilikler engellenmeye çalışılır.

 “Kutsal Mit” ve Erillik/Erkekegemenliğin Montajı

Buradan, karşılaşma mitine tekrar dönecek olursak, basit bir karşılaşma gibi görünen mitin anlamı elbette göründüğünden daha derin olarak, bana göre üç temel mesajla karşımıza çıkar: 1. Erkek gücün sahibidir: Doğanın ve kültürün

  1. Eril rekabet ve hiyerarşi mutlaktır.
  2. Patriarka içinde eril güçler dayanışırlar.

Bütün bu tezler mitin içine nasıl monte edilmişlerdir? Bu durumda kullanılan sembollere bakmamız gerekir. Örneğin ayı ve duvar sembollerinin seçimi çok özel bir durum oluşturur. Birisi doğanın zaptını, biri kültürün yaratanı ve kontrolünü sembolize eder[5]. Ayı doğanın, onun insan karşısındaki   gücünün temsili iken, duvar insanın doğanın kendisi için yarattığı tehlikelere karşı bir setin ifadesidir ve kendi eseridir ve kültürü oluşturur. Bu durumda insan türü ve onun eril gücü doğaya gem vuran bir güç olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayıya binme böyle bir durumun ifadesi olur. Peki neden ayı sembolü? Burada sembollerin hiyerarşideki anlamları devreye girer. Bu mitle, insanın kendi türü içinde yarattığı bir hiyerarşiye benzer şekilde, yine güce dayalı olarak doğadaki diğer canlılar içinde de kurmaktadır. Bu nedenle ayı sembolü kullanılmıştır, çünkü ayı Dersim kültürü içinde en güçlü ve en tehlikeli olan yaratıktır. Hayvanlar arasında yapılan bir sıralamada her ne kadar “şér”/aslan anılsa da, aslan günlük yaşam içinde karşılaşılmayan bir hayvandır, dolayısıyla bir gerçeklik durumundan öte bir fantazi/hayali durum yaratır. Oysa ayı ile temas çok gerçek ve sıktır. Bu karşılaşma/temas ciddi risk de oluşturur. Bu risk ise ayının gücünün ve kontrol edilemez oluşunun, dolyısıyla onun hayvanlar içinde, insanların kendi beyinlerinde yarattıkları hiyerarşinin tepesine koymasına yol açar.[6] Erilllik güç ve gücün tehlikeli olması çok önemlidir, çünkü önem verilen salt güç değil, bu gücün taşıdığı potansiyel tehlikedir de. Bu nedenle, sembol olarak gücü kontrol altına alınmış (evcilleştirilmiş) bir deve, ya da manda gibi değil de, gücü hala öldürücü/risk yaratan bir pozisyonda olan, vahşi olması nedeniyle zaptının zor olduğu bir sembolün kullanılması önemlidir. Kontrol edilebilen bir gücün tersine, kimsenin kontrol etmediği tehlikeli bir güce hükmetmektir buradaki mesaj. Bu durumda doğanın gücünü temsil eden ayıya binmek, onu kendi hizmetine almak aslında doğaya hükmetmek, doğayı kendi hizmetine almak anlamını taşır. Bu mitte de bu yapılmaktadır. Ayının zaptı, adeta eril sistemin ilk aşaması gibidir. Keza ayının üzerinde yılanın kamçı olarak kullanılması anekdotu da vardır. Yılan da bir tür kontrol dışı, öldürücü gücü sembolize eder. Keza Dersim inanç sistemi içinde yılanın kutsal kabul edilme durumları da vardır. Buradan da yine potansiyel tehlikeli ve/ya kutsal güç durumuna bir atıf vardır. Dolayısıyla   bunun kontrolü de doğayı kontrol etmek anlamına gelmektedir. Daha da ötesi, kültürü oluşturan insan zekası ve erkeğin gücü ile örülen ve doğaya karşı insanı koruyucu bir set haline gelen kültürel güç devreye geçirilmiş oluyor. Kuréş’in duvarı yürüten Bamasur’un elini öpmesi, ona tabi olmaya rıza göstermesi, doğaya karşı bir adım daha gelişmiş olan kültür basamağına işaret eder. Buradaki duvar sembolü çok özgün bir semboldür. Özgünlüğü bir kaç açıdan ele alınabilir.

Birincisi, duvar insan ile doğanın tehlikeleri arasında örülen koruyucu bir settir. Onun rüzgarına, suyuna, soğuk ve sıcağına, vahşi hayvanlarına karşı insanı korur. Bu (erkek) insan aklı ve gücü ile yapılan bir settir. Bu nedenle direkt erkeğe onun aklına, gücüne ve koruyuculuğunun inşasına işaret eder. Bu akıl ve güç onun yaratıcılığının göstergesidir. Doğadaki gerçek yaratıcı konumuna sokar onu.

İkinci olarak duvar, kök salma ile ilgili bir kavramdır. İnsanın doğada mekana tabi olmaksızın rast gele dolaşımı, yani hayvanlar gibi ihtayacı olduğu bir yerde konaklama ve bir mekan tabiyet olmaksızın dolaşma durumundan çıkaran, bir mekan aidiyetine taşıyan bir durum olarak karşımız çıkar. Doğadan kültüre geçişi sembolize ederek, hayvanlar aleminden yani doğal olandan sıyrılarak üst hiyerarşiye geçişi sembolize eder. Bu nedenle bu kök salma durumu “ocak” kavramı ile kutsallaştırılır. Örneğin Bamasur’un ocağı konumunda olan “Duwaré Moxındi’yé (Mohundu Duvarı) bugün özel korunan, dilek dilenen, kurban kesilen ve cem tutulan bir merkez durumundadır. Bu ocaklık sembolü korunmaya alınmış olup, bir soyun da duvarı konumuna getirilmiştir. Bu Ocak’ın sahibi olan aile de Bamasur aşireti içinde en kutsal sayılan, en saygı duyulan ailesidir. Yani bir tür aristokrasi, asilzade sınıfını da kuran bir durum. Bu nedenle bu aile/ocak/ocaklılar otomatikman bir üst konumun mensubu olmuş olup ve böylece gidilen her yerde özel muamele ve saygı görürler. Zira ocak kutsallığı durumu Dersim Aleviliği’nde önemli ve güçlü bir semboldür. Soyun saflığını koruyarak yeniden üretiminin de ana kaynağı olarak karşımıza çıkarlar. Çünkü, ocak aynı zamanda yaşamın, canlılığın sembolü olan ısı enerjisinin kaynağı, yani ateşin yakıldığı yer anlamına da gellir. Ocağın tütmesi aynı zamanda soyun/inancın devam etmesi ile de eş anlamlıdır. Dersim Aleviliği’nde eşiğin ve Ocağın duvarının öpülmesi özel bir saygı ve ibadet davranışıdır. İnsanların önce bu duvarlara secde etmeleri, öperek niyazda bulunmaları, duvar sembolünün ne kadar derin bir anlam içerdiğini, inanç içindeki işlevinin ne kadar geniş bir anlam üzerinden yürüdüğünü de gösterir. Dolayısıyla duvarın sahibi olan soyun erkekleridir ve onların ocağı olarak onların soyunu kuran, devam ettiren ve koruyan bir sembol olarak kurgulanır. Böylece bir yandan sembolü olduğu soyu korurken, öte yandan bu soya talip olan diğer aşiretlerin de koruyucusu ve kollayıcısı konumuna gelir. Bu duvarlar, bu anlamıyla talipler tarafından adalet için, sosyal dayanışma için ve diğer pek çok sorunlarını çözmede başvurdukları bir sembole de dönüşürler. Onların talepleri bir yandan soyun gizil gücü/sahibi/kudretince yerine getirileceği inancının yanında, yapılabilecek şeyler de bu duvarların sahipleri tarafından yerine getirilmek durumundadır. Örneğin bir güç tarafından haksızlığa uğranmış ise, ocak sahipleri duvarını bu nedenle öpenlere destek vermek ve sorunu çözmek durumundadırlar. Eğer bütün çabaya rağmen bu yerine getirilmemiş ise bu durumda, kendi Xudi’lerini(sahiplerini), yani kutsal büyüklerini yardıma çağırır ve işi onlara havale ederler. Bu durumda gizil kudretin belirsiz bir tarihte devreye girip adaleti sağlayacağına inanılır.

Duvar, onu örenlerin erkek olması yani eril gücü gerektiren bir çaba olması nedeniyle bir profesyonel meslek olarak da bir erkek alanıdır. Dolayısıyla toplumsal erkeklik ve onun iktidarını da kurar. Duvar böylece cinslearası hiyerarşinin erkek lehine kuran önemli bir anlamı içerir. Bundan dolayı duvarcılık, duvarcı ustası erkekliğin inşasını başlatan ve bugün bile erkekliğin tekelinde olan bir alan olmaya devam eder. Evin/ailenin reisliğinin bu duvarlar içinde gerçekleştiğini de düşünecek olursak duvar ve patriarkanın ilişkisinin ne kadar güçlü olduğu ortaya çıkar. Böylece duvar aynı zamanda bir alan belirleme ve o alan içindeki iktidarı kuran bir semboldür. Yani erkeğin özel alanını yaratır ki bu da kültür içindeki erkek egemen iktidarın en sembolik ve en güçlü/sürekli alanına işaret eder. Bu durumda erkeğin kendi öz soyu, yani patrilinalitesinin güvence altına alınması ile de ilgili bir durumdur. Bu nedenle, Bamasur ve Kuréş karşılaşması, bu iki kişinin ve soyunun, kutsal kabul edilmesi, onların bu kendi özel alanı içindeki “soy”un karışmasının engellenmişliği, yani saflığının garantilenmesini de söyleme çabasındadır. Böylece “temizlik/saflık” soy için korunmuş ve kollanmış olur. Dersim özelinde bu iki kişiden (Kuréş ve Bamasur) gelen soyun politik bir hiyerarşi sisteminin en üstüne konularak, “temiz/kutsal soy” kurgusu buna dayanmaktadır. Bu  soy temizliği karşılığında gizil güç/kudretle ödüllendirilmektedir. Yani yılanın yavrusuna ağusunu aktarması, onun gerçek olarak yılan olması koşuluna dayandırılmıştır.

Duvarın sabitliği, yerleşikliği ve ocakla ilişkisi; ocağın erkeklik ile ilişkisi, evlilik kurumu dolayısıyla, sadece kadınların mekan değiştiriyor olması, erkeklik ve kadınlık kurgularını çok temel bir şekilde sınıflandırmaktadır zaten. Kadınların dolaşımda tutulması, gerektiğinde soy içinde algılanması ve geretiğinde soy ile bağlarının ayrılması, bu inanç/kültür sistemi içinde de patriarkanın köklülüğünü gösterir. Bu köklülüğe en temel gösterge ise Seyit olmayan bir kişi ile evlenen bir seyit kadının, çocuklarının seyit olarak algılanmaması, buna mukabil seyit bir erkeğin seyit olmayan bir kadınla evliliğinden doğan çocuğun bu soya tabi kabul edilmesi temel bir göstergedir. Bu şekilde soy sadece erkek üzerinden yürütülerek, patrilinealite ve onun “saflığı” garantilenmiş olur. Yani kadınlar burada da sadece taşıyıcı rahimler konumundadırlar. Bu durumda onların “soya fazla bir katkıları yoktur, aslolan baba ve erkek çocuktur” mesajı sürekli olarak yeniden üretilir.

Sonuç olarak, olarak Alevilik inancında da kadın-erkek eşitliğinin gerçekliğinden asla bahsedilmeyeceği tezi yukarıda yaptığım örnek üzerideki analizden de rahatlıkla görülebilir. Bir mite dayanarak böyle bir söylemin olamayacağı eleştirisini öngörerek, bir sosyal bilimci, özellikle de bir antropoloji disiplini kökenli olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Mitler küçük basit öyküler değildirler… Hele örnek verdiğim mite bakacak olursak, onun bir kurulum miti, yani temel bir kuruluş öyküsü olduğunu ve buradaki yapının amaç/nedenlerini tanımladığını görmemiz gerekir. Bu mitin yürütülme şekli de, kadın ve erkeklerin belirli alanlarda ayrılmamaları veya başını örtme zorunluluğunun olmayışı gibi bir sınırlandırma üzerinden yapılmaktadır. Bu iki söylem de oldukça yapay bir karaktere sahiptir ve kadınların eşitlik durumu bunlar üzerinden yürütülecek bir gerçeklikte değildir. Buna dair bir tartışma yapabilmek için toplumsal kurumlar, hukuk, söylence ve diğer türlü kolektif bellek ve uygulama pratiklerine, günlük hayatın akışı ve hiyerarşide nasıl konumlandırıldıklarına bakmak gerekiyor. Bu bakışla baktığımızda yukarıdaki örnekte olduğu gibi kadınların ikincillikleri ve pek çok toplumsal kaynak ve kamusal alandan dışlandıklarını rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Özet olarak, Dersim Alevilik sistemi içinde de kadınlar dışlanmakta, ikincil olmaya mahkum edilmekte ve bastırılmaktadırlar. Aksini söylemek sadece bir illüzyondur.

 


Bu yazı ilk kez;  “Dersim Kurulum Mitleri ve Erkeklik Kurguları”, in Cinsiyet Halleri,  Ed. by Nil Mutluer, 61-71. Varlık Yay., 2008, Istanbul-Turkey yayınlanmıştır

[1] Antropolog

[2] Bu analiz tüm Dersim ya da genel olarak diğer Alevi inancını haliyle kapsamamaktadır, böyle bir iddia ve amacı da yoktur.

[3] Buna benzer bir hikaye de Hacı Bektaş için anlatıldığını belirtir E. Danık. Bkz.Danık, E.(2006). Öteki Tanrılar, Alevi ve Bektaşi Mitolojisi, İmge Yayınevi,

[4] Bu nedenle Dersim Alevileri, talipleri için “desté me dane” yani elimizdedirler, elimizi öpmektedirler anlamına gelen bir tabir kullanırlar. Dolayısıyla talip olan kesim yaşı ne olursa olsun piri olan aşiretin erkeklerinin ve yaşlı kadınların elini öperler. El öpme bir inanç sembolüdür, ritüelin de başlangıcıdır.

[5] Feminist antropolog S.Ortner’in bu yönlü tezine dayanmaktadır. Bkz. Ortner, S. (1974). Is Female To Male As Nature Is To Culture? In Woman, Culture, and Society. Michelle Zimbalist Rosaldo and Louise Lamphere, eds. Stanford: Stanford University Press.

[6] Belki bunun bir zamanlar bir tür totem ilişkisi olduğu da düşünülebilir ama buna dayalı bir veri üzerinde çalışmadığımdan bu tezi ileri sürmek şu an bana gerçekçi gelmiyor.

Dilşa DENİZ