Penis İdeolojisi : Militarizm

Militarizm askerler, askercilik. Yani bir yığın silahlı erkek ve bununla var olan iktidarlar. Ordunun siyasal ve toplumsal hayatta etkin rol alması, sorunların çözümünde şiddet kullanımının meşru görülmesi, hiyerarşinin yüceltilmesi, erkekliğin şiddet kullanımı kadınlığın ise korunma ihtiyacı ile özdeşleştirilmesi… [1] Silahlı iktidarlar ya da silahla iktidarda kalmanın ideolojisi…

Militarizm, erkekliğin güç ideolojisi olarak silahlıdır ve dolayısıyla tüm ülkelerde erkekler zorunlu olarak bir silahlı eğitimden geçirilirler. Temelde  silahların altında konumlandırılan en önemli silah ise “erkeklik” ve dolayısıyla onun gerçek silahı olan “penis”tir.  Günlük yaşantımızda biz farkında olmadan bu en eski ve en “doğal” silahı ve onun ideolojisinin hükmünü her zaman ensemizde hissederiz: izleri gerçek hayatımızın ifade aracı olan dilimizde, çevremizde, yaratılan maddi ve manevi değerler dizgesinde, algımız ve davranışlarımızda saklıdır. İncelenirse bir yığın kavramın, simgenin hem cinsellikte, hem de askeri anlamda ortak kavramlar olduğunu görürüz. Çok farklı ve alakasızmış gibi duran bu iki alanın, aslında iç içe geçmiş, daha doğrusu birinin diğerinin varlık nedeni ve besleyici kaynağı olmuş olduğunu  görülebilir.

İnsanlığın,  penisi olanlar ve olmayanlar gibi basit biyolojik  farklılığın sosyal  açıdan avantaj ve dezavantajlara dönüştüğü gezegenimizde, erkek çocuklar ergenliğe, yani “erkek” olmaya adım attıkları dönem olan ergenlikte penislerini ölçme eylemliliklerini gerçekleştirirler. Oysa kız çocuklarının “kadın” lık için  vajinalarını ölçme gibi bir eğilimleri yoktur. Penis ölçümü elbette ki ebat ile “daha çok erkek” olmanın ilişkisiyle birlikte, penis ve penis faaliyetlerinin ilk iktidar aracı olarak  bilinmesinin günümüze kadar gelen izlerinden biridir. Tıpkı askerlikte ya da yetişkin erkeklerin silahlarla ilişkisinde olduğu gibi. Ya da şatafatlı sünnet törenleri ve sünnet çocuklarının kucaklarına konulan hediye silahlarla ilişkisi gibi.

Kadınların ikincil cins olarak mağduru oldukları sistemli ayrımcılık, cinsiyetçilik olarak tanımlanırken, bunun fallokrasinin (penis egemenliğinin) doğurduğu bir sonuç olarak; erkeklerin (ve fallusun sembolik gücünün) kadınlar üzerindeki egemenliğini ifade eden isim[2] olduğunu biliyoruz. Yukarıdaki militarizm tanımında kadınlığın korunma ihtiyacına vurgu yapılmaktadır. Korunma ama kimden ve neden? Tabi ki ötekilerin cinsel saldırılarından korunmasından bahsedilmektedir. Fiziksel güçsüzlüğünden dolayı değil. Öyle olsa zira çok sayıda fiziksel olarak zayıf konumdaki erkek de var. Dolayısıyla militarist yaklaşımda çizilen sınırlar içinde ve dışında, dönemine göre kadınlara yönelik tehlikelere yaratılmakta ve bunun sonucu olarak da yine kadınların korunma ihtiyacından bahsedilmektedir. Ne güzel değil mi? Özellikle savaşlar hep “kadınlarımızın namuslarının korunması” argumanı üzerinde yürütülmekte ve bal gibi de yutturulmaktadır. Bu daha çok uzun barış dönemlerinde kullanılan bir söylemdir ki savaş, saldırı ve işgal ihtimallerinin pazarlanması üzerinden, toplumdaki erkeklerin ve kadınların militer hale getirilmesinde  önemli rol oynarlar.  Bu nedenle militarizm aslında savaş zamanından çok barış zamanında gelişir.[3] İşte yaratılan bu söylem (aslında gerçek tehlike de) bu korunma ihtiyacı hem militarizmin hem de cinsiyetçiliğin yeniden üretiminde kullanılmaktadır. Böylece, aslında ‘cinselliğin aidiyetliğini’ tanımlayan bir alan içindeki kadınların, bir tür penis saldırılarından “mülk” olarak korunmasından söz edilmektedir Bu nedenle fallokratik simgelerin kullanımı önemli hale gelir. Örneğin, ülkelerin ‘milli kahramanlarının’ heykellerine, özellikle atlar üzerindeki  heykel olarak- tasvirlerine bakılırsa ilginç bir durum karşımıza çıkar. Bu atların büyük bir çoğunluğu (hatta tamamı) iri testislere sahip heybetli, öfkeli, şaha kalkmış “erkek” atlardır. Öyle heybetli ve yüksektirler ki bazen sadece onların testislerini görebilirsiniz. Ve eğer milliyetçileştirilmiş iseniz o testislere taparsınız. Daha doğrusu tapmanız istenir. Bu kendi kadınlarına ve diğer toplumlara verilen ciddi bir cinsiyetçi militarist mesajdır: En büyüğü bizde… ayağınızı denk alın!… İşte fallokrasinin gerçek göstergesi. Tehdit ve tahrik edici, ileri fırlamaya hazır iki erkek.  Önüne gelene korkmadan atlayacak kadar cesur! Cesaret militarizm ve cinsiyetçi cinsellikteki ortak kavramlardan biridir. Cesaret ve TAHRİK: hem cinsellikte hem de militarist jargonda sık kullanılan iki kavram. Cesaret her iki anlamda,  hem asker, hem de erkeklikte sahip olunması gereken bir meziyet olarak kurulur. Dolayısıyla küçük yaştan itibaren erkek çocuklar askeri ve cinsel anlamda “cesur” olmaya, saldırmaya, ele geçirmeye teşvik edilirken, kız çocukları da korkmaya, korunmaya. Cesur ve “güçlü” olan tahrik olur. Tahrik edilmek, elinde olmadan arzu yaratmak, işgale, tahribe yöneltme, yani saldırı (cinsel ya da askeri) için bir gerekçe… Tahrikin arkasında “haklı” saldırı gelmektedir. Sınırları aşıp (kişilerin ya da ülkelerin), işgal da dahil olmak üzere bir dizi eyleme girişme nedeni olabilir. Bir yığın tecavüz ve taciz olayında, hatta namus cinayetinde bu kavramın ana merkezde yer alması tam da bu nedenle şaşırtıcı değil. Neden saldırmak için sadece erkekler ve askeri güç olarak üstün konumda olanlar tahrik olurlar? Neden kimse kadınlar ya da askeri anlamda daha az güçlü olan ülkeler için böyle bir gerekçe düşünmez. Neden tahrik eden kadınlar ve güçsüzler, tahrik edilen (ne kadar da edilgen ve masum!) erkekler, ya da askeri güçler olur?  Bu güç ilişkisinin en yaygın hali yine taciz kavramında da karşımıza çıkar. Hem militarist, hem de cinsiyetçi bir alanda kullanılan bir kavramdır bu da. Askeri anlamda taciz her zaman bir düşmanlık belirtisidir. Bu nedenle taciz ateşi, taciz uçuşları sık olarak kullanılır. Günlük hayatta kadınlara yönelik tacizin anlamı sorgulanırken, kadınların günlük yaşamda kontrol altında tutulması gereken düşmanlar olup olmadığı da sanırım hesaba katılmalıdır. Taciz her zaman güçlüden güçsüze yönelik işleyen bir eylemdir. Dolayısıyla hem militarist gelenekte, hem de onun cinsiyetçi yaklaşımlarında kendini net olarak gösterir. Tacizin yavaş yavaş tecavüz olgusuna götüren bir rota izlediği ya da böyle bir tehdit içerdiği de bilinir.

Bu nedenle tecavüz de askeri terminolojide çok kullanılan bir kavramdır; bilinebilen tüm anlamlarıyla… Tabi cinsel bir saldırı biçimi şeklinde de yaygın bir tehdit olarak aramızda dolaşmaktadır. Tecavüz erkek saldırısının en ilk, en etkili halidir. İnsan‘oğlu’ tarihinin en karanlık, en eski şiddet aracı olarak; kendi cinsel organını hükmetme, yani iktidar için bir silah olarak kullanmaya başlamasının ürünü olarak, tecavüzün tarihçesinin çok eski olduğunu hepimiz tahmin ediyoruz. Kendi iktidarının temel öğesi olarak, bir cinsin kendi ayırt edici organını, biyolojik bir uzvunu, bir silah olarak, diğer cinse ya da kendi cinsinden olana , hatta hayvanlara karşı da bir şiddet aracı olarak kullanması olarak tanımlanabilir. Bir güç, erk, yani iktidar ilişkisi olarak, biri ya da birilerinin, ötekini isteği dışında ve güç kullanılarak bedenine, kişiliğine, ilişkilerine veya tüm aidiyetlerine yapılan fiziksel, sosyal ve psikolojik imha eylemidir ve aslında tam anlamıyla bir militarist eylemdir. Bir iktidar hatırlatıcısıdır.

Buradan sadece erkeklere özgü olan” iktidarsızlık” diye bir hastalıktan bahsetmek sanırım ilginç olacaktır. Bir hastalık ve sadece erkeklere özgü(!) Nedir iktidarsızlık?  Bir erektasyon sorunu? İktidarsız olmak erekte olamamak ise, o zaman başka bir okumayla erektasyon hali midir iktidar olmak? Bir kalp rahatsızlığı değil de ereksiyon probleminin “iktidarsızlık” olarak halk arasında nitelendirilesi sadece bir tesadüf olabilir mi? Elbette ki hayır. Aslında cinsiyete dayalı hiyerarşinin, güç ilişkisinin ve bunun sosyal teorisinin küçük bir açıklamasından başka bir şey değildir. Yani kısaca “iktidarın aslında penislilerin hareketi olduğu ve dolayısıyla penisi olmayan cinsin iktidar olamayacağı”nı anlayabiliriz bundan. Bu yüzden tüm toplumların erkek yanlı, yani penisi olanların egemenliği şeklinde örgütlendiği fallokrasi ve onun militarist yapısını görmekteyiz.  Dolayısıyla militarizm var oldukça fallokrasi, fallokrasi var oldukça da militarizm hayat bulmaya devam edecektir. Umarım bir gün ikisinden de kurtulma şansımız olur.

Bu makale, Amargi Feminist Dergi’sinde Eylül 2011 tarihinde yayınlanmıştır… 


[1] Shaw 1991, Lutz 2002, Enloe 2004, Wikipedia

[2] Andree Michel, Feminizm, Sep Üniversitesi, İletişim Yay. Çev. Şirin Tekeli, sy. 6

[3] Alfred Vagts (1959, 15)  Wikipedia

Dilşa DENİZ