Değerli yalnızlık

Bugün Türkiye’nin siyasî gidiÅŸinde olanlardan hükümeti sorumlu tutmak akıl kârı deÄŸil, mümkün de deÄŸil. Çünkü hükümetin gerçek bir yetkisi yok. “Siyasî iktidar” dediÄŸimiz yapı, deyim yerindeyse “havan dövücü” ile “hınk deyici” arasında bölünmüş durumda ve bu “iÅŸ bölümü”nde “hınk” deme iÅŸlevi hükümete düşüyor. Kimin “havan dövdüğü”nü söylemesek de olur.

Bu durum uzun zamandır böyle ama tarihte benzeri pek görülmemiÅŸ biçimde ÅŸimdi iktidar bu “rol dağılımı”nı yasallaÅŸtırmak üzere bir referandum çalışmasında. Yani, bundan belli ki bu rol paylaşımı eldeki yasaya uygun deÄŸil – ama böylece gidiyor.

Neyse, bugünkü konum bu deÄŸil. “Havan dövücü”nün bir adı da “Reis.” Son birkaç yılda “Reis”in havanını döverek Türkiye’nin dış politikasını getirdiÄŸi yerden söz etmek istiyorum bugün.

Önemli konulardan biri olan Suriye’den baÅŸlayalım. Türkiye toplumu burada olanı ne kadar yakından izledi? Ne kadar iyi deÄŸerlendirdi? Ne kadar anlamış durumda? Bunlara cevap veremeyeceÄŸim, ama burada izlenen politika iflâs etmiÅŸ durumda. Reis, “Bize sormadan olmaz!” demeye devam ediyor ama nedense sormadan yapıyorlar. “Vaka mahalli”nde askerleriyle bulunan Rusya da, ABD de, bizim sürekli uyarılarımıza kulak asmadan PYD ile iyi geçiniyorlar. Bu iki ülke, Suriye’nin hâlâ ayakta olan yönetimi, bir biçimde taraf olmayı baÅŸaran Ä°ran, Türkiye’yi (ve Suudi Arabistan’ı ve Körfez ülkelerini) hesap dışı bırakan bir politika oluÅŸturmuÅŸ durumdalar. Bu gitgide ayan beyan belli olacak herhalde. Ama sonra ne olur, bilemem…

Bu arada Mısır’la iliÅŸkilerimiz nerede? Ä°srail’le iliÅŸkiler gerçekten düzeldi mi? bunlar da iktidar açısından fazla kurcalanmaması gereken tatsız konular.

“Gerçekten düzeldi mi?” sorusu Rusya ile iliÅŸkiler için de söz konusu. Menbiç cephesindeki “teesüf bildirme” konumunun yanı sıra, “domates cephesi”nde de bir düzelme olmadığı anlaşıldı. Reis’in Rusya ziyaretinin de burada anlamlı bir deÄŸiÅŸime yol açmamış olduÄŸu anlaşılıyor.

Bu dönemi karakterize eden “popülist diktatörlük” rejimlerinin bence en baÅŸarılı -ve yerinde en rahat oturan- temsilcisi Putin. Putin hiçbir ÅŸekilde “kolay lokma” deÄŸil!

Fakat son günlerde asıl savaÅŸ doÄŸuda deÄŸil, batıda. “Garp cephesi”nde epey yeni ÅŸeyler var.

Ä°ki farklı (tamamen farklı) deÄŸerlendirme: Hemen hemen bütün Avrupa ülkelerinin (AB üyesi olmayan Ä°sviçre ile Norveç de dahil) Tayyip ErdoÄŸan’ın “Reislik” rejimine gitgide büyüyen bir eleÅŸtirellikle baktıkları belli. Hattâ, “antipati” demek abartma olmaz. FarklılaÅŸan, bunun nedeninin açıklanması.

ErdoÄŸan Batı’nın kendisine karşı bir fesat kurduÄŸunu düşünüyor. Ona göre bunun nedeni 1) Batı’nın ezelden beri Ä°slâm’a karşı duyduÄŸu düşmanlık; yani Haçlı Seferleri’ne dayanan eski hınç; 2) Türkiye’nin ErdoÄŸan yönetiminde gitgide güçlenmesi karşısında Batı’nın duyduÄŸu rahatsızlık (bu da “modern” bir “hınç” diyebiliriz.) Bu kuÅŸkusunu, kendisine karşı darbe giriÅŸimine giriÅŸtiklerine iddia etme derecelerine vardırdı.

Batı ise bunların hiçbir şekilde aslı esası olmadığını söylüyor. Öyleyse nedir sorun?

“Kavganızı bize sıçratmayın. Gelip bizim ülkemizde birbirinizle savaÅŸmayın…” Bunların “asıl neden” olduÄŸunu düşünmüyorum.

“Batı” deyince, bir yandan gitgide güç kazanan “Batı sağı” söz konusu (ırka, dine, kültüre dayalı önyargılar, popülist dalga vb.); bir yandan da gitgide güç kaybeder gibi görünen “Batı solu” (demokratik deÄŸerler, özgürlük vb.) Türkiye’nin “Reis rejimi” birbirine hiç uymayan bu iki ucu kendisine karşı birleÅŸtirmiÅŸ durumda. Böyle olunca “önyargılı Avrupa” öne atılıp “Sana izin vermiyorum, çünkü sana karşı önyargılıyım” demiyor tabii. “Kendi ülkesinde herkesi zorla susturan bir rejime burada konuÅŸma hakkı tanıyamam” diyen “demokratik Avrupa”nın arkasında duruyor.

Ama “demokratik Avrupa”nın Türkiye hakkında söyledikleri hafife alınır ÅŸeyler deÄŸil. “Onlar bana ‘diktatör’ derse ben de onlara ‘Nazi’ derim'” gibi bir  “mahalle kavgası” mantığıyla içinden çıkılır ÅŸeyler de deÄŸil. Bu üslûp Yenikapı’da toplanan “potansiyel SA” kalabalığı etkileyebilir de, “demokrasi” nedir, “Nazi” kimdir, bunları oldukça iyi bilen Avrupa’da söyleneni batırmaktan öte sonuç vermez.

Görünürde Hollanda ile daha alevli bir çatışmaya girdik (onlarından propaganda yasağı koymasının “doÄŸruluÄŸu” tartışılır da, bunu yapmaya haklarının olduÄŸu tartışılmaz! Onlar “gelmeyin” demiÅŸken içeriye “kamufle bakan” sokma eyleminin münasebetsizliÄŸi de tartışılmaz.) Bu, ayrıca, Danimarka’nın, Avusturya’nın vb. “gelmeyin” uyarısını tekrarlaması yeterince ağır durumlar. Ama kavganın büyüğü Almanya ile devam ediyor. Bu kavgalar ÅŸu anda belli olmayan sonuçlara varacaksa, bunların en etkilileri de gene Almanya iliÅŸkilerinde çıkacaktır.

Yeni Alman CumhurbaÅŸkanı görevini devralır almaz ErdoÄŸan’ın bütün bir birikimi yıkmakta olduÄŸu izlenimini dile getirmeyi gerekli gördü. Schulz’un Türkiye’de olanları nasıl deÄŸerlendirdiÄŸi sır deÄŸil. Bu arada Alman istihbaratının ErdoÄŸan’ı epey sinirlendirdiÄŸi anlaşılan açıklaması da çok ilginç. bunun, yalnız Alman istihbarat ÅŸefinin kanısı olduÄŸunu da hiç sanmıyorum.

Åžu günlerde bir “gazeteciler” konusu açıldı. Açıldı ve “Reis” fikrini beyan etti: “Hırsızlar, çocuk istismarcıları, teröristler…” Kimden söz ediyor Tayyip ErdoÄŸan? Nazlı Ilıcak, Ahmet ve Mehmet Altan, Ali Bulaç, Mümtaz’er Türköne, Cumhuriyet’ten alınmış Kadri, Ahmet, Turhan vb., Murat Aksoy, Ahmet Turan Alkan ve adını buraya sığdıramadığım baÅŸkaları mı çocuk istismarcısı, hırsız? Böyle konuÅŸabilen, “günah çıkartmak”ta herkese ciddi bir örnek olmuÅŸ Almanya’ya “Nazi” diyebilen birinin “kanıt”larına mı saygı duyacak Batı dünyası? Ya da DoÄŸu dünyası? Medeni Dünya?

Kanıt diye gönderdiklerini söyleyip durduÄŸu ÅŸeyler arasında ne var, bilmiyoruz; ama CumhurbaÅŸkanı böyle konuÅŸabilen bir iktidarın “inandırıcılığı”nın derecesi hakkında fikir sahibi olmak o kadar zor deÄŸil.

Avrupa’dan kopuyoruz. “Sürprizler” varmış vb. Belli, nereye gittiÄŸi, böyle gidince nereye varacağı.

Trump Amerikası ile ne olacağı da belli deÄŸil ama ÅŸu uçak konusu fikir veriyor. Suriye’de Amerikan tavrı da fikir veriyor, göreceÄŸiz.

Değerli bir Erdoğan yalnızlığına doğru son hızla gidiyoruz.