Neredeyse her gün, toplumumuzdaki erkek şiddetinin çocuklara yansımasıyla ilgili yeni haberlere rastlıyoruz. Hastanelerin kabul ettiği fakat Sağlık Bakanlığı’na bildirilmeyen hamile çocukların sayısı çok yüksek. Yılda yüz yirmi bin çocuğun doğum yaptığı söyleniyor. Bu bilgilere ulaşmak kolay değil, çünkü veriler hakim siyasete ters düşen bir biçimde ifşa olabilir diye açıklanmıyor. Sorun gerçeklerin mahiyeti değil sanki, bilinebilir hale gelmesi.
Toplum, çocuklarına ne olduğunu kamusal alanda konuşamıyor; çünkü kamusal alan iyice daralıp ortadan kalkmaya yüz tutmuş. Zaten hemen hemen hiç kimsenin iş güvencesi olmadığı için, kurumlar sorunu sorun olarak tanımlama ve tanıma cesaretine sahip değil. Halihazırdaki durum; erken yaşta evlendirilen kız çocuklarının sayısının, yakın gelecekte daha da artacağı anlamına geliyor.
Erkenden evlendirildikleri için kız çocukların eğitim imkanları, hayatları, gelecekleri ellerinden alınıyor. Çocukluklarını ve gençliklerini yaşayamadan, ebeveyn olmanın sorumluluğunu taşıyabilecek yetişkin bilincine erişemeden anne oluyorlar. Hayatları çocuk, yaşlı bakımı ve ev içi emekten ibaret hale geliyor. Yeteneklerini geliştirmek ve yaratıcı olmak yerine başka aile bireylerine hizmet ediyorlar. Dört duvar arasına kapatılıp, cinsiyetçi bir emek dağılımına rıza göstermeleri ve başlarına gelen her türlü kötü muameleyi çaresizce kabullenmeleri bekleniyor. Kurumlar kadınları ezecek, erkekleri güçlendirecek şekilde oluşturulmuş: Şiddetin çeşitli biçimlerine maruz kaldıklarında, kadınların karşısına dinsel psikolojik söylemler çıkıyor ve onlara itaat ve tevekkül tavsiye ediliyor. Her toplumsal sorun dinle çözülür sanılıyor. Yanlış politikalar erkekleri ayrıcalıklı ve güçlü kılarken, kadını açıkça ikinci cinsiyet konumuna mahkum ediyor. Başlıca sorun kadın varlığına bakış açısı ve ahlaki değerlere ilişkin kafa karışıklığı.
Oysa şiddete uğrayan bu kız çocuklarının eğitim görmeleri, meslek sahibi olmaları desteklenebilir; kendi hayatlarını kendi seçimleriyle kurabilecek imkanlar geliştirilebilirdi. Siyasi ve ahlaki anlamda cinsiyet eşitliğini desteklemek yerine, maalesef cinsiyetçi bir anlayış benimseniyor.
Kadınlar yirminci yüzyılda onları boyunduruk altına alan erkek şiddetiyle mücadele ettiler; ataerkil geleneğin meşrulaştırdığı kadın ve çocuk bedeni sömürüsünü ortadan kaldırmaya çalıştılar. Bundan geri adım atıldığında daha ahlaki bir toplum kurulmayacak. Aksine erkek şiddetinin topluma iyice yayılmasının önündeki engeller ortadan kalkacak. Daha ahlaksız bir toplumda yaşayacağız.
Amaç erkek egemenliğini koruma ve kurumsallaştırma olduğunda her gün daha çok çocuk ve kadın bedeninin yağmalanması beklenebilir. Ensestin daha da yaygınlaşmasını da siyasi bir bağlamda yeniden düşünmek lazım: Tecavüzcüler, ensest failleri kendi psikolojik hal ve tavırlarıyla, münferit vakalar olarak açıklanamaz. Elbette travmalarıyla yüzleşmeyen bir toplumuz ve bu tacizci ve tecavüzcü kişilerin de kendi travmaları olabilir. Fakat soruna sosyolojik bir gözle baktığımızda erkekler arası ataerkil taklidi hesaba katmamız gerekir.
Ezilmiş bir erkeğe, yüceltilen bir lider figürüyle özdeşleşmek sınırsız bir keyif yaşatır. Bu öyle bir keyif ki, kişi bu duyguyla gündelik yaşamın sıkıntılarını unutuyor ve kendi güçsüzlüğünü telafi ediyor. Ne var ki bundan doğan cesaret ve büyüklenme eğitimsiz insanları çeşitli kötülüklere itebilir. Ataerkil taklit, kurumlarını kaybeden ve çöken bir toplumda şiddeti kontrol altına almak şöyle dursun, iyice körükler. Taklit edilen aşırı şiddet, toplumu kurucu yasakları da ihlal eden bir güç gösterisi biçimini alır. Geleneksel toplumlarda erkekler kadınları değerli bir hediye olarak görürler. Erkekler arasındaki alış verişin kuralları dinsel veya toplumsal törelerce belirlenmiştir. Bir çok yönden çöken ve kendi kendini tahrip eden bir toplumda ise kadın ve çocuk bedenleri erkekler tarafından kuralsızca yağmalanır. Modernleşen toplumların aşmak için mücadele ettikleri erkek egemenliğine duyulan özlem, toplumu iyileştiremez. Olsa olsa seçilmeden yaşanan, travma dolu hayatların sayısını arttırır.
- Otomatik Portakal ve Belirlenimcilik - 6 Kasım 2020
- Simone de Beauvoir’ın İkinci Cinsiyeti - 1 Kasım 2020
- Duygular ve Sözler - 10 Ekim 2020