Cazibe Hanım’ın Cumhurbaşkanlığı Düşleri Ya Da İnce Hesaplar

“Benim olacak Fıstık, binecem üstüne vuracam kırbacı, vuracam kırbacı…
babam çok zengin benim, çuvalla para verir gene de alır.”
Öksüzler, Türker İnanoğlu, 1974 (Nuri Tosun repliği)
 

Muharrem İnce’nin başlattığı, daha doğrusu 4 Eylül’de resmen başlatacağı “Bin Günde Memleket” hareketi daha başlamadan amacına ulaştı: Muharrem İnce yeniden medyada, yeniden tartışmaların odağında, yeniden bir “cumhurbaşkanı adayı”

Geçtiğimiz hafta içinde (13 Ağustos) kameraların karşısına çıkan İnce, öncesinde üzerinde hayli çalışıldığı belli olan tekstini oynamaya başladı. Gösterisi iki ana bölüme ayrılmıştı. Birinci bölümde yeni kurulan bir siyasi partinin genel başkanı edasıyla, iç politikadan dış politikaya, enerji sorunundan, endüstri 5.0’a… birçok konuda satırbaşları verdi; ülkedeki sorunun tek adam iktidarı olduğu kadar tek adam muhalefeti olduğunu da vurguladı. Bin Günde Memleket Hareketi’nin CHP’yi “yıpratmak” için değil “kurtarmak” için başlatıldığının altını çizdi. Kendisini bir “kurtarıcı” bir “halaskâr” olarak kodladığı (kodlanmasını istediği şeklinde düzelteyim) o kadar açık ki resmî tarihin “Mustafa Kemal’in ülkeyi düşmandan kurtarmak ve Cumhuriyeti kurmak için Anadolu’ya geçtiği” söylemi ile kendi hareketi arasında bir bağ tesis etmekten de geri durmadı. Konuşmasının ikinci bölümünde ise 2018’deki Cumhurbaşkanlığı seçimleri gecesi ve sonrası ile ilgili yaygın eleştirileri cevapladı. “Tüm eleştirilerinizi zaten biliyorum!” edasıyla hiçbir soru almadı, kendi sorduklarına kendi cevap verdi. Daha doğrusu cevap vermek yerine ucuz suçlamalarla eleştirileri yine cevapsız bıraktı; ama hakkını da yemeyelim yine de “Seçim gecesi süreci doğru yönetememiş olabilirim.” mealindeki sözleriyle sorumluluğunu da kabul etti.

Ne yazık ki hamâsî söylemleri İnce’nin, gerçek niyetini örtmeye yetmedi Zaten 4 Eylül’de başlayacak Bin Gün Hareketi’nin bitiş tarihine dikkatimizi çevirdiğimizde (4 Eylül 2020+1.000 gün= 31 Mayıs 2023) de bunu  net bir şekilde görebiliyoruz: İnce’nin ince hesabı, 2023 Haziran’ında gerçekleştirilecek Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendi ismini yeniden masaya koyabilmektir. Tabii bunun neresi “ince hesap” o da ayrı bir tartışma konusu.

Robert Michels’in  “Bal Tutan Parmağını Yalar” Kanunu

Siyaset Bilimi ile hercümerç olanlar  Alman sosyolog Robert Michels’in adını hatırlarlar.  1911’de yayınlanan  Siyasi Partiler kitabında  Oligarşinin Tunç  Kanunu  (Iron Law of Oligarchy) adıyla meşhur olan  bir kavram  ortaya atmıştı. Hadi gelin biz bunu Türkçe’ye “Bal Tutan Parmağını Yalar” şeklinde çevirelim. Michels’in iddiasına göre, mevcut demokrasilerin kötü işleyişi ve özellikle liderlerin toplum ve örgütler üzerinde egemen oluşu, sosyal ve ekonomik gelişmenin yetersizliğinden, öğrenim düzeyinin düşüklüğünden ya da kamuoyunu oluşturan iletişim araçlarının ve diğer güç kaynaklarının kapitalistlerce denetlenmesinden ileri gelmemekte, daha çok karmaşık sosyal sistemlerin doğasından kaynaklanmaktadır. Oligarşi, yani bir toplumun ya da örgütün tepedeki yöneticiler tarafından kontrol altında tutulması, bürokrasilerin ya da büyük çaplı örgütlerin iç işleyişinden doğan bir özelliktir.

Michels’in iddialarına  Türkiye özelinden baktığımızda onun Iron Law’unun “bal-parmak” terkibine çok ama çok benzediğini görebiliriz.  Muharrem İnce’ye hak vermek gerekiyor; Türkiye’de tek adam iktidarı olduğu kadar tek adam muhalefeti de vardır. Hatta Muharrem İnce’nin eleştirisini bir el daha artırıp Türkiye’nin 1945’den sonra  “birden çok tek partili sisteme” geçtiğini bile söyleyebiliriz.  Yine bu minvalde, Türkiye’de siyasi partilerin üst yönetimlerinin (ve tabii ki genel başkanlarının) o parti içinde bir türbülans, bir sallantı bir deprem yaşanmadan değişmediğini de sözlerimize ekleyebiliriz. Kılıçdaroğlu’nu iktidara taşıyan da böylesi bir türbülans değil miydi? CHP’nin 12 Eylül’de kapatılıp 1992’de tekrar açılmasından sonra yaşadığı olağanüstü türbülansı Deniz Baykal’ın SHP içindeki iktidar savaşına eklemeden Deniz Baykal’ın Genel Başkanlık serüvenini açıklayabilen var mı? Eğer 1999  Seçimlerinde CHP %8,71 oy alarak parlamento dışında kalmasaydı , böylesi bir türbülans yaşanmasaydı, Baykal genel başkanlıktan istifa eder miydi? Deniz Baykal’ın koltuğuna oturan Altan Öymen ve ekibi gerçekten Türkiye siyasetinin “bal ve parmak” “tekke ve çorba” realitesini kavrayabilselerdi, ya da Michels’in ifadesi ile Oligarşinin Tunç Kanununu yürürlüğe koyabilselerdi Deniz Baykal yeniden  genel  başkan olabilir miydi? Epey su kaldırır bu tartışmalar ve sadece CHP’ye indirgenerek ele alınabilecek mevzular da değildirler.

Evet, Muharrem İnce haklıdır, sadece CHP’de değil Türkiye siyasetinde  hatta dünyada yaygın olarak Pal Tutan Parmağını Yalar  Kanunu geçerlidir. Ancak sorun şudur ki Muharrem İnce yapıyı değiştirmeye değil, tek adamı değiştirmeye adaydır. Onun Bin Gün Hareketi ve sızlanışı da  bir “parmağı yalamak için önce bal kutusunu kavramak lazım girişimi”nden fazla bir şey değildir.

İnce’nin sürekli olarak, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendisinin CHP’den (bunu Kılıçdaroğlu’ndan şeklinde  okumak daha doğru olabilir)  8 puan daha fazla oy aldığını vurgulamasında da bu ayrıntıyı görebiliriz.   İnce’nin tek sıkıntısı,  Kılıçdaroğlu’ndan daha fazla oy almasına rağmen, bal kutusunu avuçlama ve parmağını emme sırasının kendisine gelmemesidir. Daha 2018’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hemen ardından Kılıçdaoğlu’na parti genel başkanlığını kendisine bırakma, Onursal Genel Başkan olma teklifi götürmesi de akıllardadır.

“Kılıçdaroğlu’ndan bana bir teklif gelmedi ama benden Sayın Kılıçdaroğlu’na bir teklif gitti. Gizlim saklım yok benim. Sayın Genel Başkana büyük bir devlet adamlığı yaptığını, İYİ Parti’ye 15 milletvekili göndermeden başlayan ve kurultayda kendisine rakip olmuş birini Cumhurbaşkanı adayı yaparak müthiş iki hamle ile milletin gönlünde taht kurduğunu, bu devlet adamlığının devam etmesi gerektiğini, kendisiyle bir yarışın içinde olmak istemediğimi, bir rekabet içinde olmak istemediğimi, ama milletin de Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında duyduğu, yaşadığı bir umut var, bunu kaybetmememiz gerektiğini ve kendisi isterse olağanüstü kurultayı kendisi toplayarak benim genel başkan olabileceğimi, kendisinin onursal genel başkan olacağını ve abi-kardeş ilişkisi içerisinde kendisi grup başkanı olarak parlamentodaki çalışmaları ve onursal genel başkan olarak bu çalışmaları yürüteceğini benim de genel başkan olarak Edirne’den Ardahan’a çalışacağım, partiyi seçimlere hazırlayacağım bir teklifte bulundum.” (BİA Haber, 03.07.2018)

İnce’nin 2018’deki teklifi bugünkü Bin Gün Hareketi’nden ayrı ele alınmamalıdır. 2018’de olduğu gibi bugün de İnce’nin endişesi, CHP’nin, en geç 2023 Haziran’ında yapılacak Cumhurbaşkanı seçimlerinde kendisinin değil, CHP’li olmayan bir ittifak  temsilcisinin aday gösterilme ihtimalidir. 2018’de olduğu gibi bugün de İnce’nin  derdi Kılıçdaoğlu’ndan fazla oy alabildiği için genel başkanlığın ve müstakbel Cumhurbaşkanlığı adaylığının kendisine tevdi edilmesidir: Konuşmasında da vurguladığı gibi, önemli olan “Erdoğan’ın indirilmesi değil, CHP’nin iktidar yapılmasıdır. Bu sistemde CHP’nin iktidar yapılması demek CHP  Genel Başkanı’nın Cumhurbaşkanı seçilmesidir.

Cazibe Hanımın Cumhurbaşkanlığı Düşleri Yada İnce Hesaplar

Bir insanın Cumhurbaşkanı olmak istemesi neden küçük hesap olsun ki? Elbette doğru! Kurumsal anlamda siyasetin, parti siyasetinin içinde yer alan kimin gönlünde böyle bir aslan yatmaz ki Muharrem İnce’nin de yatmasın? Sorun bu değil; sorun Cazibe Hanımın Gündüz Düşleri filmindeki gibi  İnce’nin arzularını bir intikama çevirmesi, gerçekle hayali, fantaziyi umudu  karıştırmasıdır.  O kadar ki, İnce’nin taktikleri, gittikçe sığlaşan Türkiye siyaseti için bile yüzeysel ve düşük kalibrelidir.  Ortada  bin gün sürecek bir muhalefet hareketi, bir umut hareketi, bir halaskâran hareketi… hadi olmaz ama Bahçeli’ye inanacak olursak CHP’yi Atatürkçü ayarlarına döndürecek bir  “restore hareketi”  değil; bir Kılıçdaroğlu ile hesaplaşma hareketi,  parmağı yalamak için kaseyi tutma hareketi vardır.

Covid19’a, boğazımıza kadar battığımız ekonomik krize, erken seçim tartışmalarına rağmen bu hareket iç politikada bir karşılık bulabilir mi; cevaplanması gerçekten zor bir soru. İnce’nin “sesinde şarkısı umudun  figan, bahara ermeden mevsim hazan olup” gidecek mi yoksa İnce muradına erecek kerevete çıkacak mı zaman gösterecek.

Keyifli Pazarlar…

Mete Kaan KAYNAR