Bizim akıl… (III)

“Bilinç hastalıktır.”
M. Dostoyevski

 

Bir süredir insan aklının iÅŸleyiÅŸi ve bu iÅŸleyiÅŸi tetikleyen dinamikleri yorumluyor, genellikle de eleÅŸtiriyorum. Öyle ya da böyle insan türü “akıl” diye bir mevhuma sahip olacak. Akılsız insan insan olmaz zaten. Akılsız insan sadece bir çeÅŸit memeli olur… Aklı daha çok eleÅŸtiriyorum; burada amacım akılsızlığı savunmak deÄŸil tabii ki, daha çok onu iÅŸleten dinamiklere muhalefet etmek… BaÅŸka baÅŸka dinamiklerle aklın iÅŸleyiÅŸ sisteminin de çok daha baÅŸka olabileceÄŸini söze dahil etmek…

BilindiÄŸi gibi, akıl öyle, göz, kulak, kalp, pankreas gibi bir organ deÄŸil. Böyle olsaydı ona tıbbi müdahale mümkün olabilir, akla dair sorunlar bu yolla çözülebilirdi belki de… Ama böyle bir ÅŸey mümkün deÄŸil. Zira o, maddi bir ÅŸey deÄŸil. Daha çok algılarla oluÅŸan bir duyular toplamı. Akıl bir organ deÄŸil ama tüm organlarla ortaklaÅŸmak zorunda. Akıl, “akılcı” olarak öğrendiÄŸimiz her ÅŸeyi, gözden, kulaktan, dokunmaktan, yeme-içme ihtiyacından ve son tahlilde içinde beslendiÄŸi kültürden öğreniyor. Dolayısıyla akıl “böyle” de iÅŸleyebilir, “şöyle” de… Aklı akıl yapan beÅŸ duyu ve içinde yaÅŸadığı kültürdür diyebilirim. “Türk aklı”, “Alman aklı”, “Fransız aklı”, “Arap aklı” gibi tanımlamalar böylesi bir sürecin ürünü olarak ortaya çıkmaktadır.

KuÅŸkusuz akıl sürekli bir oluÅŸtur. DeÄŸerlerle, anlayışlarla, inançlarla, etkileÅŸimle, alış-veriÅŸ iliÅŸkileriyle oluÅŸur ve geliÅŸir/dönüşür. Aklın zenginliÄŸi etrafı tabularla çevrelendiÄŸinde geliÅŸemez, kısırlaşır, giderek statükocu olur, muhafazakârlaşır. Akıl zenginliÄŸi gücünü melezliÄŸinden alır. “Aklı yabancı deÄŸerlerden kurtarmak”, onu “özdeÄŸerlerle beslemek” fikri, akla yapılabilecek en büyük kötülüktür. Bu kendi ayağına kurÅŸun sıkmaktır; kendi aklına güvenmemektir.

Åžimdi aklı bir insanmış gibi düşünüp, üzerinde yaÅŸadığımız coÄŸrafyadaki hikâyesinden birkaç fragman görelim: Akıl, kliÅŸelerden uzak duramıyor. Kürsüsünden inip halk arasında dolaşıyor. Yaz, kış üzerinden çıkarmadığı hep ayını ceket… Adımları sert, dövüyor bastığı yeri. KaÅŸlarının çatık olması “saf kan” olmasından mı? Bunu özellikle yapıyor, biliyorum aslında. Oto-sansür, insanda görmek istediÄŸi tek nitelik. Bu haliyle melekten çok Azraile benziyor (Azrail de bir melek ya neyse, ortaya girmeyelim ÅŸimdi). Ä°nsanlar onu görsün istemiyor, sadece dudaklarından dökülen sözler duyulsun istiyor.

Beni sınava tutalı yarım asır oluyor. Elimde bir kalem ama kâğıtta yazacak boÅŸ yer yok. Akıl tümünü önceden doldurmuÅŸ. Bunu gören ilham perilerim kaçıyor. Zihnimde birbirinden “akılsız” kelimeler uçuÅŸuyor. Kar gibi eriyorum. Ama aklın başı, kadından baÅŸka bir ÅŸey görmüyor (bu arada akıl kadın deÄŸil, erkek). Gözleri kadının bacaklarında, memelerinde, kalçasında… Hayallerimi dilediÄŸi yerde kesip atıyor. Cümle âleme aynı ÅŸeyi yapıyor. Buna raÄŸmen dışarıda yaprak kımıldamıyor. Ben kan-ter içinde sıkıntıdayken, o, arkadaÅŸlarıyla tenis oynama hallerinde. İçimdeki duyguların çırpınışına talimatlar veriyor. En fazla bir bardak kolaya atılan buz kadar ses çıkarabiliyorum. Tıssss…

Ah o akıl! Midede şekilsizleşmeyi bekleyen şeylere aşırı düşkün. Onu daha iyi nasıl tasvir ederim bilmiyorum. Ama şunu biliyorum ki, onu tasvir etmenin sayısız yolu var. Bana yazmayı öğretti, okumayı da… Şurasını ifade etmeliyim ki, ondan çok daha fazla şey beklemek hakkım; madem ki benim üzerimden var ediyor kendini. Şahsım bunları düşünürken o, sürekli bendeki mekânını genişletme peşinde.

Akıl keÅŸke başımıza, demokrasi, adalet, devrim, direniÅŸ, dostluk, dayanışma gibi gelseydi. Başındaki o, “A” harfinden utan, demek istiyorum. Zira “A” harfi “aÅŸk” diye nefis/lezzetli bir sözcüğün de baÅŸlığı. Ama sen aÅŸktan ne anlarsın ki… Bunlar sessiz düşünceler olarak karnımda kalıyor…

Bilmez olur muyum; insanı, insanın içine çıkarmayan da, iki ayağının üstüne kaldıran da sensin. Ben adımı insanlığın en yüksek hizasına yazılsın isterken, seni en karanlık halinle yanı başımda görmek yazgım mı? Seni benim başıma uygun gören o uygunsuza ne demeli? Keşke daha faydalı, fiyakalı şeyler getirseydin başıma. Alfabe sana evlat olmaktan utanıyordur sanırım.

Akıl zaman içinde “alın yazısı” diye bir ÅŸey icat etti. Keza, zaman içinde kutsadı onu. Ondan mı rahatsız deÄŸil insan bu akıl hallerinden? Ondan mı bu zalimlik ve otoriteden akıl sorumlu tutulmaz. Böyle onunca akıl insanın başında taşıdığı bir çeÅŸit bomba oluyor. O nedenle ben, herhangi bir bombaya akıl muamelesi yapıyorum. Ä°kisinin de nihai amacı aynı sonuçta. Onca kıyımdan sonra birisi alsın ÅŸu “aklı” başımdan diyorum. Mevcut haliyle akıl yeni yeni tiranlıklara ilham vermekle ünlü. Bu gün için, etik ve estetik onun karşısında kaybetmiÅŸ görünüyor. O, daha kaç trajediye, kaç istilaya neden olacak, kestirmek güç…

Ama bir baÅŸka akıl suçların kaydını tutuyor tabii. Tarihe kaydoluyor her ÅŸey. Ä°nsan aklı, her ÅŸeyi “bana” -insana- göre endekslemeye çalışıyor. Oysa hayat “bize” göre -kurda, kuÅŸa, insana, aÄŸaca kısacası canlı olan her ÅŸeye- ayarlanmalı. Artık insan, kurt, kuÅŸ, böcek, aÄŸaç ve tüm canlı hayat “biz” olmalı; biz’in bir parçası olmalı. “Biz”i ancak böylesi bir biz kurtarabilir. Akıl ancak, böylesi bir “biz” yarattığında saygıya deÄŸer olacaktır. “Biz”de vazgeçmeyen bir akıl… Biz’in lisanının öğrenen; onu kendi lisanı yapan; ona kulak veren bir akıl…

Birisi alsın şu aklı başımdan desem, çare değil, biliyorum.

Ali Rıza GELİRLİ
Latest posts by Ali Rıza GELİRLİ (see all)