Bir Köroğlu Bir Ayvaz

“Doğu ozanlarının dilinden düşmeyen bu ‘32 kısım tekmili birden’ kahramanlık destanının iki kahramanı arasındaki ilişki; sadece iki yiğit cengâver arasındaki silah arkadaşlığı mıydı, sırdaşlık ve yıkılmaz bir dostluk muydu; yoksa Köroğlu’nun delidolu yaşamı gibi delicesine bir tutku, bir erkek aşkı mı?”

Recep Maraşlı, Bir Köroğlu Bir Ayvaz’da, destanın muhtelif anlatımlarında, hem Köroğlu hakkında, hem Köroğlu Ayvaz ilişkisi hakkında çizilen resimlerin çok katlı bir okumasını yapıyor.

16.yüzyılda yaşamış gerçek bir kişilik olan Köroğlu nasıl destan kahramanına dönüştü? Destanların, rivayetlerin anlattığı Köroğlu “kim”di? Bir Celâlî mi; zenginden alıp yoksula veren bir “sosyal eşkıya” mı? Yoksa yüksek otoriteyle alıp vereceği olmayan “normal” bir “haydut” mu? Ve Ayvaz “kim”di? Oğul mu, sevgili mi? Bu aşk nasıl tasvir edildi, nasıl güzellemeler yapıldı ve bu anlatılar zamanla nasıl “heteronormatif” onarımlardan geçti?

Bir Köroğlu Bir Ayvaz’da, halk edebiyatındaki zengin Köroğlu literatürünün ve Köroğlu imgesinin popüler siyasi tahayyüldeki kullanımlarının zengin bir dökümünü de buluyoruz.

Recep Maraşlı bu kitabında, “sıra dışı bir aşk öyküsü”nün izini sürüyor.

Kitaptan bir bölüm:

Sıradışı bir aşk öyküsü

Leyla ile Mecnun… Tahir ile Zühre… Ferhat ile Şirin… Kerem ile Aslı… Arzu ile Kamber…

Sözlü ve yazılı geleneksel yakın Doğu edebiyatında aşka dair simgesel değerler taşıyan bu aşk öyküleri çok bilinen ve yüceltilen kalıplarla anlatılagelir. Mecnun, aşkıyla deli divane olup çöllere düşer; Kerem yanıp kül olur; Ferhat dağları delerek imkânsızı başarır. Aşkın insanı halden hale koyan, kâh acizleştiren, kâh güç veren, kâh göklere uçuran gizemli gücünü anlatır bu aşk masalları.

Köroğlu ile Ayvaz…

Doğu ozanlarının dilinden düşmeyen bu “32 kısım tekmili birden” kahramanlık destanının iki kahramanı arasındaki ilişki; sadece iki yiğit cengâver arasındaki silah arkadaşlığı mıydı, sırdaşlık ve yıkılmaz bir dostluk muydu; yoksa Köroğlu’nun delidolu yaşamı gibi delicesine bir tutku, bir erkek aşkı mı?

Günümüzün popüler kültüründe ve siyasi ortamında LGBTİ kimliklerin dişle tırnakla yürüttüğü sivil haklar mücadelesi sonucunda, erkeklerin kendi arasındaki aşk öyküleri daha görünür, konuşulur oldu. Türkiye’deki siyasal İslâmcı ve Türkçü milliyetçi iktidar bu olguyu inkâr etmekte öncekilerle yarışıyor. Onlara göre “Bu, Türk ve İslâm ahlâkına aykırıdır ve ecdadımızda asla böyle şeyler yoktur…” Buna karşılık “ecdadımızda böyle şeyler” olduğunu söyleyerek tartışmaya katılan modernist ve Kemalist çevreler ise bu bahiste daha çok Osmanlı sarayındaki “oğlancılık” örnekleri üzerinde durarak, bunların halk kültüründe yeri yokmuş gibi sadece “aristokrasiye ait sınıfsal bir sapkınlık” olduğunu ima eden bir duruş sergiliyorlar.

Divan edebiyatında erkek aşkına ilişkin Nedim’den manzum örnekleri vermek daha elverişli görünüyor. İsmet Zeki Eyüboğlu’nun Divan Şiirinde Sapık Sevgi[1] kitabı buna bir örnek.

Evet, kimi Osmanlı sultanlarının erkek aşkları yazılıp çizilmiştir; sarayın hareminde “iç oğlanlar”, Yeniçeri ordusunda uzun seferler boyunca askerlere eşlik eden “civelek taburları” vardı. Eşcinsel fuhuş, özellikle “hamam oğlanlığı” bir tür esnaflık sayılarak, bu işi yapanlar için “defter-i hizan” açılmıştı, devlete vergi veriyorlardı.

Osmanlı sultanlarının bazılarının oğlan düşkünlüğünü anlatan epeyce yazıya rastlarız. Fatih Sultan Mehmet’in Galata’da görüp âşık olduğu gençler için Avni mahlasıyla yazdığı gazeller, Kanuni Sultan Süleyman’ın Pargalı İbrahim ile deruni ahbaplığı çoklarınca malumdur.

Ne var ki eşcinsellik sadece saraya, aristokrasiye ait değil, toplumun tüm kesimlerinde gizli veya açık olarak yaşanan, alenen onaylanmasa bile bilinirliği olan bir gerçeklikti. Dün de böyleydi, bugün de böyle. Tüm sınıflarda, tüm halklarda, tüm kesimlerde var olan bir olgu. Hatta çoğu Anadolu kentinin, kasabasının ünlü “oğlancılık” öykü ve meselleri, kahvehanelerde, esnaf, arkadaş sohbetlerinde gürültülü, kimi zaman acımasız şakalaşmalara konu olabilir. Örneğin bir yöre için “Onlar yorgansız yatar, oğlansız yatmaz!” diyebilirler. Ama bu açık sözlü konuşmalar resmiyette asla kabul edilmez, hatta belki cinayet nedeni olur!

“Köçek”, içinde eşcinsel erotizmini barındıran yaygın eğlence kültürünün bir figürüdür; keza erkeklerin kadın kılığına girerek rol yaptığı “zenne” de; bunlar, eşcinselliğin toplumsal yaşamda meşrulaşıp yaşayabildiği alanlardır. Köçek ve zennelerin mutlak eşcinsel yönelim taşıdıkları iddia edilemese bile eşcinsel erkeklerin legalize olabildikleri önemli korunaklardır.

İstanbul’da 18. yüzyıla kadar iyi gelir getiren, itibarlı bir işti esircilik. Esir pazarında sınır boylarından, Balkan ve Kafkaslar’dan toplanan gayrimüslim genç kız ve erkek esirlerin kimi hizmetçi ve uşak olarak, çoğunluğu da konaklarına kız-oğlan cariye kapatmak isteyen beyzadelere veya fuhuş yaptırmak için sahip olmak isteyen “esnafa” satılırdı.

Üzerinde duracağım örnek tamamen halk edebiyatına yansıyan, saz âşıklarınca çalınıp söylenen, kahvehanelerde, köyodalarında anlatılıp dinlenen ve halk kültürünün bir ürünü olan “Köroğlu Destanı”na dayanıyor. Köroğlu Destanı, bir erkeğin başka bir erkek için söylediği duygulu aşk şiirleri içeren nadir bir örnektir. Halk âşıkları ve hikâye anlatıcılarınca yüzlerce yıl dilden dile söylenerek bugünlere ulaşması önemli bir olgudur.

Bu yazımda, aslında çok da göz önünde olmasına rağmen; deforme edilerek “resmî” ahlâki kalıplara uydurulmuş ama ne yapılırsa yapılsın, Köroğlu’nun Ayvaz’a duyduğu erotik ilgiyi tam olarak örtmenin de başarılamadığı sıradışı bir aşk öyküsünün tozlarını silkelemeye çalışacağım. Bu sonuca ulaşmamı ve yazmamı tetikleyen şey, halk arasında çok bilinip söylenen bir deyimin kafamı kurcalamasıyla oluştu: “Bir Köroğlu bir Ayvaz…”

Bu deyim nereden geliyor ve ne anlatıyordu?

Neden yaşlı karı-koca ilişkisine bir Köroğlu bir Ayvaz benzetmesi yapılır; neden yaşlı bir erkek kahvehaneden biraz erken ayrılınca “Evde Köroğlu bekler,” diye mazeret bildirir; eşinin adını anmaz da neden “Bizim Köroğlu,” der?

Erkeklerin eşlerinden “Bizim Köroğlu,” diye bahsetmesine Türkçe konuşulan tüm toplumlarda rastlanabilir.

“Köroğlu”nun eşleştirmede erkeği değil de kadını temsil etmesi; “erkek gibi kadın” imajıyla ayırt edilmesi de dikkat çekici bir ayrıntı. Acaba cinsel roller konusunda halk belleğinde böyle bir ayrımın yer etmesinin maddi bir dayanağı var mı?

TDK Deyimler Sözlüğü, “Bir Köroğlu bir Ayvaz” deyimini “Bir karı-kocanın çocuğunun olmaması yahut yakınlarının yanlarında bulunmaması; bir karı bir koca, çoluk çocuk yok,”[2] sözcükleriyle açıklıyor. Örnekler de veriyor:

-Bir Köroğlu bir Ayvaz olmasak bu maaşın bize yetece-ği yok.

-Malum ya kalabalığımız yok, bir Köroğlu, bir Ayvaz.

Bu deyimin çocuksuz ya da çocukları evden ayrılmış, çok yaşlanıp karı-koca tek başına kalan evli çiftlerin ilişkisini anlatmak için kullanılıyor olması hep dikkatimi çekmiştir. Burada eşlerin yaşlanınca birbirine benzeyip “erkekleştikleri”ne, evliliklerinin iki erkeğin evliliğine-birlikteliğine benzediğine dair güçlü bir gönderme okunuyor. Demek ki “Köroğlu-Ayvaz” ilişkisi bu duruma uygun bir örnek oluşturuyor.

Köroğlu da Ayvaz da erkek oldukları halde, “Bir Köroğlu bir Ayvaz” deyimi nasıl olup da karı-koca ilişkisine örnek olabiliyor diye sordum kendime.

Kitabın Adı Bir Köroğlu Bir Ayvaz
Alt Başlık      Sıradışı Bir Aşk Öyküsü
ISBN               9789750535567
Yazar             Recep Maraşlı


[1] İsmet Zeki Eyüboğlu, Divan Şiirinde Sapık Sevgi, Okat Yayınları, İstanbul, 1968.

[2] Ömer Asım Aksoy, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, Deyimler Sözlüğü II, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1984, s. 536.