“Boğazımda düğümlenmiş bir çığlıkla uyandım.” (Uçurtma Avcısı- Khaled Hosseini)
21.yüzyılın insanları olarak belki başımıza gelen onlarca talihsizlikle tarihe geçeceğiz. Dünyanın her köşesinde koranavirüs salgınıyla cebelleşen insanlığın yakasına yapışan yalnızca bu virüs değil. Orman yangınları, seller, küresel iklim krizi..
Orman yangınlarının dumanı üzerimize çökmüşken, sel felaketinin hırçın sularında bulduk kendimizi. Kastamonu- Bozkurt’ta, balçıklı karanlık bir suyun selinde boğuldu insanlar… Tüm bu olanlar doğal afet değildi; kapitalizmin doğayı, insanı ve tüm canlıları hiçe sayan kar hırsının, rantçılığının; açgözlü sermayedarların vahşi talanının sonuçlarıydı. HES’ler, Karadeniz’e refah bir yaşam ile değil felaketle dönüş yaptı. Henüz inşa halindeyken, HES’leri protesto edenlerin, halka gerçeği anlatmaya çalışanların sesi olduğu gün yüzüne çıktı. O günlerde, sesi bastırılan HES karşıtlarının ne demek istediğini, selin korkunç sularından kurtulmaya çalışırken anladı insanlar, belki… Lakin çok geçti artık… Sel sularına karışan tomrukların arasında kaldı insan cesetleri…
Gecemiz, gündüzümüz felaketler silsilesinin arasına sıkışmışken, Taliban’ın, Kabil’e girdiği haberlerinde bulduk kendimizi. Afganistan’da bir ülke öylece, dünyanın gözü önünde karanlığa kaydı, barbarlığın kuyusuna düştü.
Biz, 21. yüzyılın insanları muhteşem bir teknoloji çağındayız. Bu sayede tüm felaketleri hatta savaşları canlı yayından izleyebiliyoruz. Dünyanın neresinde olursak olalım bizden kilometrelerce uzakta olan bir olaya tanıklık edebiliyoruz. Bu yüksek teknoloji bizi dünyanın her köşesine yakınlaştırırken aynı hızla insanı insana yabancılaştırabiliyor. Nasıl mı? Mesela, ilk seyrettiğimizde şoke olduğumuz görüntüleri kısa bir sürede kanıksamak gibi…
Hatırlayınız; Suriye iç savaşı başlayana kadar bir insanın kafasının kesilerek öldürülmesini tarih kitaplarından okuyorduk. İnsanlığın bu vahşi çağından fersah fersah uzaktık. Ta ki, DAİŞ, insanlık sahnesine çıkana kadar. DAİŞ, insanların kafasını keserken videoya çekip yayınlıyordu. İlk başlarda bu görüntülerden infial olan kamuoyu zamanla bu görüntülere alıştı. Kitlelerin beynine yapılan bir manipülasyondur bu! Medeni dünyanın insanları, bu şekilde her şeye alışıyor, kanıksıyor. Ve sonra bu korkunç dünya normal olarak algılanıyor. Kötülük sıradanlaşıyor. Sıradanlaşan kötülüğün çemberinin dışında kalmaya çalışanlar ise anormal olarak görülüyor.
Biz, 21. yüzyılın insanları medeniyiz, hem de yüksek teknolojiye sahip bir medeniyetiz değil mi? Yapay zeka teknolojisinden, uzay yolculuğuna yol alıyor teknolojimiz! Teknoloji bu kadar ilerlerken dünyanımız bir gayya kuyusuna düşmüş gibi… Dünya halkları, savaşlarla, iklim kriziyle, yoksullukla başbaşa kalıyor. Siyaset dünyası, insanlığın sorunlarını çözmekten uzak. Dünya siyasetinde ilişkiler, o kadar iç içe geçmiş ki; mafyadan, uluslararası uyuşturucu kaçakçılığından, fuhuş pazarından, silah tüccarlarından, devlet bürokrasisine giden yolları keşfetmek zor değil. Spor dünyası, medya, sanat dünyası, iş insanları, siyasetçiler, bürokrasi, istihbarat servisleri, ordular vs… Devletlerin derinliği ise bu ilişkilerin karmaşıklığında başlıyor. İç içe geçmiş, karmaşık ilişkiler ağında salınıyor insanlık. Biraz aysberg gibi… Belki de korkunç bir sirkin içindeyiz.
Afganistan’da bir ülke barbarlığın karanlık kuyusuna düşerken, Kabil’de Hükümet Sarayı’na giren Taliban’ın fotoğrafı yaşadığımız dünyanın özeti gibi.. Taliban’ın hükümet sarayındaki bu pozu fotoğrafı ikonik bir tablo gibi. Leonardo da Vinci’nin “son akşam yemeği” tablosu (fresk) 15. yüzyılda rönesans sanatçılarının gündemi olmuştur. İsa (peygamber) ve havarilerinin tasvir edildiği bu freske dair tartışmalar bugün bile devam eder. Son akşam yemeğinin masasında ihanet vardır. Nitekim, gece güne evrildiğinde, İsa, çarmıha gerilerek öldürülmüştür.
Taliban’ın ikonik fotoğrafının ardında kalan ise kadınların çığlıkları ve insanlık trajedisi. Taliban rejimi kadınlar için ölümün bile kurtuluş sayıldığı bir cehennem. Nitekim, Taliban’ın, Kabil’e girmesinin ardından başlayan kadın intiharları bir tesadüf değil. “Taliban’ın beni öldürmesini bekliyorum. Nereye gideyim?” diyen Afganistan’ın ilk kadın belediye başkanı Zarifa Ghafari gibi birçok kadın sessiz bir çığlıkta, dünyanın gözü önünde ölümü bekliyor. Dünya, umarsızca izliyor. Dünya devletlerinin derdi ise; “aman mülteci akınına maruz kalmayalım, mülteciler bizim ülkemize gelmesin, aman ağzımızın tadı kaçmasın.” Özetle, Afgan halkı kendi kanında boğulsun der gibi bir kaytsızlık hali…
Taliban’ın şeriat rejiminin karanlığından kaçmaya çalışan insanların tradejisi ise belleğimize kazındı. Ne Kabil havaalanındaki görüntüleri unutacağız ne de uçağın kanatlarına tutunarak kaçmaya çalışan insanların yere çakılan ölümlerini… Ki uçağın üstünde insan parçalarının kaldığı söyleniyor. Uçağa tutunarak kaçmaya çalışan insanların çaresizliği, akılsızlık ve cehalet olarak yorumlanıyor. Hatta bu korkunç ve dramatik olayla dalga geçenler de var. İnsanlar, sınanmadığı acılar üzerine atıp tutmayı severler.
21.yüzyılın insanları, en az ortaçağ insanları kadar şuursuzluk hallerine bürünebiliyor. Giyotin meydanında kafası kesilen insanları seyredip, tezerühat yaparak eğlenen ortaçağ insanları gibi… Herkes uçağın kanatlarına tutunarak kaçmaya çalışan insanların akılsızlığından bahsederken, o koşullarda uçağı çalıştırıp havalanan pilotun akılsızlığından pek bahsedilmiyor. O halde soralım, hangi akla hizmettir o koşullarda (onlarca insan can havliyle uçağı çevrelemişken), o uçağı çalıştırmak, uçuşa geçmek?
21.yüzyılın medeni insanlarının şuursuzluk halleri, tüm insanlığı yere çakıyor hatta yerin yedi kat dibine! Kabil’de, ABD uçağından aşağı düşen insanların kanı kurumamışken, bir firma bunu alay konusu haline getirip satışa sunmakta gecikmekti. Öyle ya, 21. yüzyılda kapitalizmin vardığı aşamada satılamayacak hiçbir şey yok. Nasılsa kapitalizmin insanı hiçleştiren pazarında şuursuz tüketiciler her şeyi almaya hazır. Arz- talep meselesi! ABD menşeli alışveriş platformu , üzerinde, C-17 askeri nakliye uçağından aşağı düşen insanların silüetlerinin ve “Kabil Atlama Kulübü” yazısının yer aldığı, tişörtleri satışa sundu. Tepkiler üzerine tişörtlerden “Kabil Atlama Kulübü” yazısı silinse de tüm bu olanlar insanlığın dibe vuruşunun resmidir.
Ortaçağ karanlığından daha karanlık bir çağdayız. Emperyalizmin medeni dünyası, Taliban karanlığını insanlığın üzerine saldı. Önümüzdeki süreçte bu karanlığın çeşitli türevleri karşımıza çıkacak. Bu çok uzun vadeli bir kaos planı.
Bu kaos planının karanlık kuyusunda debelenmekten başka bir çıkış yolu yok mu?
Ya doğayı, insanı, hayvanı koruyan yeni bir yaşam, yeni bir medeniyet kuracağız ya da barbarlığın gayya kuyusuna yuvarlanıp birbirimizi yok edeceğiz!
- Puslu Havada “Etki Ajanlığı” Yasası - 2 Kasım 2024
- Bahçemizi Yetiştirelim - 12 Ekim 2024
- Toplumsal Yozlaşma - 22 Eylül 2024