Zaman

Zaman, canını idareli kullanıyor gibidir. Yaşamdaki kötülüklere rağmen, uygun olmayan bir adımı yoktur. Zamanın hızlı ya da yavaş adımı da yoktur üstelik; acelesi olan ya da olmayan insan vardır. Bazı insanların yüzüne derin izler bırakır. Kimisine dokunur kaçar. O mu güneşi takip eder, güneş mi onu, bu güne kadar anlayan olmamıştır. Ama ikisinin arasında derin bir ilişki olduğu aşikârdır. Yürüyüşünü bir tazıya; bazen de kaplumbağaya benzetenler olur. Adımlarını bastığı yeri inlettiği doğrudur; tüy esintisiyle dokunup geçtiği de… Ağzında yeşil zeytin dalıyla gelir bazen; savaş tozuyla da… İyilik güzellik üreme mekânıdır. Ah o sevgi! zamanın kıyısını yalayan duygu durumu; insanı büyülten, küçülten, yok eden…

Zaman insanın aklına ayrı, kalbine ayrı barınaklar yapar; alçak ya da yüksek duvarlı; zayıf ya da güçlü yapılar olarak. Kimine emniyet kemeri, kimine oltanın ucundaki yemdir.

Bazen onun peÅŸine öyle bir ÅŸevk, ÅŸefkat ve ÅŸehvetle takılırım ki, mutluluÄŸu ininde yakalayacakmışım gibi hissederim. Ama bazen o baÅŸka yöne meyleder ben baÅŸka… Toprağı, güneÅŸi, çiçeÄŸi böceÄŸi; canlı, cansız ne varsa ona bırakıp gitmek ister insan. Ama fırtına geçer, sakinleÅŸirse ortam, hatırlarım onunla ahbaplığımı. “Böyle ÅŸeyler nasıl olur da apansız/ Bir yaz bulutu gibi tesiri altına alıverir bizi.” (Macbeth)

Akıntının ortasından geçip, teknemi kıyısına bağlayıp ona zarifçe ayak uydurmayı denerim. O vakit, içinde bulunduğum hazineden şüphe duymam; bilirim adımımı attığım her noktada maden yataklarının bulunduğunu. Sanırım zaman, herkes için bazen buharı üstünde, taze; bazen susuzluktan çatlamış topraktır.

Zaman kiminde gözyaşı, kiminde gözyaşını kurulayan güneş, kiminde sevinç gözyaşları ama sonuçta bir gözyaşı muhabbeti muhakkak… O, zaman zaman içimizdeki tutku ve heyecana selam yollayan ebeveyn de olabilir; en gaddarından kindar da… İnsan, hep giyindirmeye çalışsa da; o hep çırılçıplaktır; davetkârdır; bizi şen bir yürekle konuk etmeye hazırdır günün sonunda. 

Zaman; şairler için efsanevi ve mistiktir; yolcunun bitmeyen yokuşu… Çocuklara sorsan, geceleyin peri ve meleklerin mekânıdır. Bitkilerde, tıpkı insanlar ve ağaçlar gibi, zamanın karnına doğru uzatırlar başlarını. Bütün bu canlılar, mutlak bir bahar özlemi içinde zamana kendi lisanlarında ebedi olmasını istedikleri bir ezgiyi mırıldanırlar; ahenk içinde, tekil, tekil.

Zaman bana; kurda, kuşa, ağaca davrandığı gibi davrandı ama küçük bir farkla; yolcu gibi gördü beni. Kedileri, köpekleri sevdiği kadar sevdi; gönüllü, gönülsüz arkadaşlık etti bana. Herkes onun akrabası; yasalarına uymadığında herkes düşmanıydı. Konukseverdi ama vakti geldiğinde kapının önüne koymasını bilendir her canlıyı. Kimine abartılı lüks eşyalarla döşeli saraylar; çeşmelerinden bal ve süt akan topraklar verdi, kimine de ısıtan barınaklar sağladı, kimine su dahi çoktu…

Zaman, bir evdir bir bakıma; herkese açık ve kamusaldır. Eşikten geçip içeri adım attığınızda onun sahibi mi olursunuz yoksa o mu sizin sahibiniz… İşte bu, kişinin hayatı algılayışına bağlı.

Ah zaman! Bana çok az ilginçlik sundu. Aklımı ve kalbimi, kabımın aldığı kadar doldurdu. Beni ancak bu kadar korudu, kolladı, ödüllendirdi. Benim üzerimden özgün bir hayat deneyimledi; Kızılderili bilge kıvamında aşı uyguladı. Aşı tuttu mu bilmem; o ancak bana tahsis olunan “zaman” sona erdiÄŸinde anlaşılacak.

Zamandan öğrendim, yenilmeden yüzleşemiyormuş kendisiyle insan!

Yenildim… Yüzleştim… Öğrendim (mi)?..

 

Ali Rıza GELİRLİ
Latest posts by Ali Rıza GELİRLİ (see all)