Yol Ayrımında İdare-i Maslahat ve 14 Mayıs Seçimleri

Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu tamamlandı. İş ikinci tura kaldı. Eğer Millet ittifakı sandığa gitmeyen ya da protesto anlamında geçersiz oy veren seçmenlere ulaşıp onları destek açısından ikna edemezse ikinci turdan farklı bir sonuç çıkması da oldukça zor görünüyor. Muhalefet saflarında şimdiden bir umutsuzluk ve birbirini suçlama eğilimi gösterdi. O kesim çalışmadı, bu kesim oy vermedi, bu kesim seçime ayrı girerek muhalefetin gücünü böldü vb. Bunların boş ve hiçbir anlamlı sonuç üretmeyecek bir tartışma olduğu açık. Tam aksine etkin bir muhalefetin örgütlenmesi önünde çok önemli bir engel durumunda bu tartışma ve suçlamacı tutum. Asıl sorun AKP erirken muhalefetin neden güçlenemediğinde. Ki en başta Kürtler olmak üzere pek çok CHP’li olmayan ve hatta CHP ile ilgili ciddi kayıtları olan kesimler seçimde kerhen da olsa Kılıçdaroğlu’nu desteklemiştir. Buna karşın ortaya bu tablo çıkıyorsa;  alınan sonucun arkasında muhalefetin süreci doğru okuyamamasının ya da çok daha önemlisi, bugün ihtiyaç olan cesur ve köklü dönüşüm ihtiyacını karşılamaktan itinayla uzak durmasının belirleyici rolü vardır. 28 Mayısta gidecek ve AKP diktasına karşı oyumuzu tekrar kullanacağız ve çevremizdeki herkesi de sandığa yönlendireceğiz. Umarız bir sürprizi gerçeği dönüştürebiliriz. Olasılık tükenmemişse umut her zaman vardır. Ama meselenin çözümünün bu olmadığını, bunun yalnızca kısa süreli bir soluklanma ve moral aşısı göreceğini ama asıl meselenin çözümsüz olarak hala ortada durduğunu unutmadan.

****

Türkiye’nin ve aslında tüm dünyanın da önünde artık iki seçenek var. Ya daha sola ya da daha sağa kaymak. Ama örneğin bu ikisi arasında yer tutmaya dayalı merkez siyaset diye bir seçenek yok. Dünya uluslararası sermayenin baskısıyla neo liberalizm prangasından kurtulamadığı için sol seçenek acil bir ihtiyaç haline gelmiş olmasına karşın, sola yönelik eğilimler büyük ölçüde baskılanıyor. Sola yönelemeyen dünyada, merkez siyasetin de varlık zemini çöktüğü için giderek daha sağa ve faşizme doğru bir eksen kayması yaşıyor. Türkiye’de yaşanan da budur. CHP her başarısızlığında çözümü sola değil daha fazla sağa kaymakta görüyor. “Dincilik yükseliyor o zaman biz de biraz dincilik yapayım”; “milliyetçilik yükseliyor o zaman biz de milliyetçilik yapalım”. Aslı ortada varken doğal olarak taklide kimse rağbet emiyor. CHP, bu yönelişiyle güç kazanamadığı gibi toplumdaki sağa kayışı daha da güçlendiriyor ve meşrulaştırıyor. İşin özü şudur: CHP’nin devlet, uluslararası sermaye ve Türkiye büyük sermayesi ile içli dışlı yapısı nedeniyle, sola yönelik ihtiyacı karşılayamadığı ve karşılayamayacağı artık apaçık ortadadır. CHP dışı sol potansiyellerin, ehven-i şer mantığıyla her seçimde CHP’yi desteklemesi ise sol seçeneğin örgütlenmesini kolaylaştırmamakta, aksine çok daha zora sokmaktadır. CHP içindeki sol potansiyelleri harekete geçirmek için bile ne yapıp edip bağımsız bir sol seçeneği  eke kemiğe büründürmek gerekiyor. Bu görev büyük ölçüde HDP, TİP gibi parlamento içinde ve zemininde faaliyet gösterenlerin ve yanı sıra da bu zeminin dışında bulunan sol sosyalist yapıların omuzları üzerinde. En azından yakın vadede başka seçenek de gözükmüyor. Bu söylenen şu an için zor görünebilir ama ihtiyaç icadın anasıdır. Son seçimin net biçimde verdiği mesaj şudur: AKP eriyor ve bu erimeye karşın CHP bu boşluğu dolduramıyor. Bu durumda insanlar ya kerhen başarısız olsa da kendilerine en yakın gördükleri partilerin etrafında toplanıyor ya da şu an için daha küçük bölümüyle,  yeni seslere ve yeni yüzlere doğru bir arayış içindeler. Eğer, kararlı, net, tutarlı ve toplumun gerçek sorunlarını kavrayan, seslendiren ve çözüm öneren bir yeni ses inşa edilirse, kerhen oy vermek yerine o yeni ses etrafında odaklanmanın daha öne çıkması kuvvetle muhtemeldir. Bu yolda ise atılması gereken ilk adım Türkiye siyasetinin içine hapsolduğu ikili sıkıştırmadan kurtulmak…

****

Türkiye’de siyaset, geçtiğimiz son yıllar boyunca ne yazık ki statükocuların ve küreselleşmecilerin belirlediği ikili bir sıkıştırma içinde giderek anlamsızlaşmakta, işlevsizleşmekte ve buna bağlı olarak ülkede toplumsal doku çürümekte ve dağılmaktadır. Bugünkü siyasal kutuplaşmanın ve taraflaşmanın içerisinden bu gidişe dur diyebilecek bir çözüm üretebilmenin olanaksızlığını da geçen 20-30 yıllık pratik bize fazlasıyla göstermiş olmalıdır.

Kürt sorununu, Kürt varlığını inkar ederek ve bir oluruna getirip onları Türkleştirerek ya da İslami bir şemsiye altında tutkallayarak çözmeye dayalı politika iflas etmiştir. Alevilerin kimliksel taleplerini kabul etmemeye ve onları bir oluruna getirip Sünnileştirmeye dayalı politikalarda ısrar da bugüne kadar çözüm değil çözümsüzlük üretmiştir. Laiklikle din ve vicdan özgürlüğünü karşı karşıya koyan, biri adına diğerini yokluğa mahkûm eden politikaların, ne laikliğe ne dinsel inançlara bir fayda getirmediği de apaçık ortadadır.

Bu ikili sıkıştırma arasında, siyaset birilerinin çıkar ve statükolarını yerine getiren teknikerlik hizmetine dönüşmüş, dolayısıyla toplumun gerçek sorunlarından kopmuştur. İnsanlar kısa süreli umutlanmalar dışında hangi iktidar gelirse gelsin yaşam koşullarının daha kötüye gittiğini görüyorlar. AKP iktidarı da son 5 yıldır umut yaratma kabiliyetini yitirmiş, “daha kötüye gitme korkusu” iktidarını sürdürmesinin temel nedeni haline gelmiştir. Epeydir toplumun bir bölümü ekonomik ve sosyal haklarımı kaybediyorum ama hiç olmazsa dinselleşme furyasıyla yaşam biçimlerimiz tehdit edilmesin kaygısıyla statükocu kesimin; diğer bölümü de ekonomik ve sosyal haklarımı kaybediyorum ama hiç olmazsa kimliksel taleplerim karşılansın umuduyla küreselleşmeci neo-teokrasinin peşinde sıralanmak zorunda kalıyor…

****

Toplum nezdinde en temel ve acil talep, kimliksel hakları, yaşam tarzı güvencelerini refah ve özgürlük artışıyla birleştirerek çözüme kavuşturacak bir siyasal programdır. Böylesi bir program ve söylem üretilemediği için, yani etkin, kurucu ve yol açıcı bir muhalefet olmaması nedeniyle, AKP barutunu tükettiği halde ehven-i şer bir iktidar adayı olarak varlığını ve iktidarını sürdürebilmektedir. Bu kimliksel talepleri temel ve ortaklaştırıcı beklenti ve talepler ekseninde çözmek iddialı bir siyaset seçeneği bulunmaması nedeniyle, halk ikincil ya da yapay ayrımlar temelinde kutuplaşmakta, kimliksel talepler zenginleştirici değil “bölücü” etkiler doğurmaktadır. Bu siyaset girdabı içinde hem halkın tüm kesimlerinin ekonomik ve sosyal hak kayıpları istikrarlı bir tarzda sürmekte hem de kimliksel/inançsal talepleri, laiklik kaygıları karşılanamamaktadır. Aksine dindarı da, seküleri de, Kürdü ve Türkü de,  ayrımsız biçimde ve toptan koyu bir karanlığın içine doğru sürüklenmektedir. Kapsamlı bir paylaşımcı ekonomi ve demokrasi programı olmadan bun programın sahici ve muktedir bir temsilcisi olunduğuna dair inandırıcılık inşa edilmeden bu gidişatı tersine çevirmek olası değildir.

Oysa bütün bu sorun ve talepleri tek bir eksende toplamak, ekonomik ve sosyal hakları geliştirirken kimliksel ve yaşam tarzına ilişkin sorunları da  – eşitlik, özgürlük, kardeşlik temelinde- çözüme kavuşturabilmek olasıdır. Bu ülkede siyaset, eşitlikçilikle ile özgürlükçülüğü, laiklik ile din ve vicdan hürriyetini, kardeşlik ile etnik ve mezhepsel kimliklere dayalı özgürlükleri birbirine karşıt değil, tüm halk kesimlerinin ekonomik, sosyal ve kültürel haklarını sağlamak ekseninde bütünleştiren bir muhalefeti göreve çağırmaktadır. Bu siyaset aynı zamanda laiklik ve cumhuriyeti önemseyen ve öne çıkaran bir siyasettir. Ama besbelli ki, geçmişin dar, kısırlaştırıcı ve tüm toplumu kör bir girdabın içine sürükleyen siyasi kutuplaşmanın dışına çıkarak ve yeni, eşitlikçi, halkçı bir cumhuriyet ve laiklik tasavvurunu inşa ederek… Bu siyaset bugüne kadar egemen olduğu gibi toplumun milliyetçi ve dindar kesimlerini kazanmak için bir dindarlık ve milliyetçilik yarışına girmeden ve/fakat tüm bu kesimlerin kaygı ve duyarlılıklarına halkçı bir program ve söylemle, yahı toplumcu laiklik ve toplumcu yurtseverlik anlayışıyla yanıt üreten bir siyasettir. Eklektik değil organiktir… Yapay değil sahicidir…

****

Bugünün Türkiye’nde gerçek bir sol ve gerçek bir siyasal alternatif haline gelebilmek için, bizce en asgarisinden şu politika ve değerlerin tutarlı ve kararlı savunucusu olunmalıdır.

*İşçilerin ekonomik, sosyal, kültürel haklarının genişletilmesini; Kamu çalışanlarının toplu pazarlık ve grev hakkının tanınmasını; İstihdam öncelikli politikayla işsizlik sorununa çözüm getirmeyi; İş güvencesi sağlayan, etkin ve iyi işleyen bir sosyal güvenlik devleti olabilmeyi;  Eğitim, sağlık, ulaşım, kültür ve tatil haklarını tüm yurttaşlar açısından ulaşabilir kılacak önlemleri gecikmeksizin hayata geçirmeyi…

*Kürtlerle kardeşçe masaya oturularak sorununu çözülmesi gerektiğini…

*Anti emperyalist eksende yeni ve eşitlikçi bir evrenselleşme modelini; Tüm komşu ülkelerle düşmanlığı sona erdirecek adımların atılmasını; bağımlılık ilişkisini ortadan kaldıran, eşitlikçiliği ve çok yönlülüğü gözeten bir dış politikayı…

*Kimsenin kıyafetine, dinsel inancına karışmamayı, her inanca eşit durulmasını; Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılmasını; zorunlu din dersinin kaldırılmasını; Her türlü tarikat yapılanmasının lağvedilmesini ama seçimle gelen, mali ve yönetsel açıdan denetlenebilen dinsel örgütlenmelerinin önündeki tüm engellerin kaldırılmasını; Eğitimin bilimselleştirilmesini; Feodal aşiret düzenine ait kalıntıların kesin bir tarzda tasfiyesini; Alevilerin ve diğer inanışların üzerindeki baskıların kaldırılmasını, cem evlerinin ibadet yeri olarak tanınmasını…

*Demokrasiyi parlamenter sistemin dışına taşırarak okullardan, işyerlerine bütün alanlarda kalıcı hiyerarşik yönetsel yapılar yerine seçimle oluşan yönetsel yapıları hâkim kılmayı… Düşünce ve basın özgürlüğünün önündeki mali, sosyal, siyasal ve hukuksal tüm engellerin kaldırmasını…

*Çevre sorununu sanayi, ticaret, enerji, turizm politikaları oluştururken en başta gözetilecek unsur olmasını… Kadın özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırmayı ve tüm alanlarda pozitif ayrımcılık kuralını hayata geçirmeyi … YÖK’ün kaldırılmasını ve üniversitelerde tam özerkliğin hakim olmasını…Enerji alanında yenilenebilir enerji öncelikli, yerli kaynakları ve çevre değerlerini esas alan bir politikanın hayata geçirilmesini savunan ve uygulayan bir sol…

Mahmut ÜSTÜN