Akşamüstü gökyüzünün mora çalmasından anlaşılıyor bu yılın da eskidiği. Üç yüz altmış beş gün boyunca batan güneşin kızılından eprimişti gökyüzünün mavisi. Morumsu bir eskilikteydi artık. Morarmış bir eski yıl.
İzmir körfezinin martıları kocaman bir yılın geçtiğinden habersiz yine öylesine çığlık çığlığa…Ve bir çocuk bir yıl daha irermiş elleri ile annesine sarılmış huzurla uyuyordu. İşte kısaca geride kalmış kocaman bir yıl bu demek: Gökyüzünün morumsu kızıllığı, çocuğun büyüyen bebek elleri ve annesinin yüzündeki gittikçe beliren ince çizgiler.
Yeni bir yılın başlaması ile her şey yeniden başlayacak hiç durmaksızın…Yeniden.
İki binli yıllar başladığında yeni bir başlangıç diye ne çok heyecan yapmıştık. Milenyum heyecanı. Uzayda insan varlığının en uzun süreli kalma hali başlamıştı. 90’lı yıllarda seyrettiğimiz Uzay Yolu Maceraları 2000’li yıllarda gerçek olacaktı. Artık uzayda yeni dünyalar yeni ülkeler kurulacak, seyrettiğimiz Kaptan Kirk Uzay Yolu maceraları gerçek ve neredeyse sıradan olacaktı. Dünya teknolojik dev adımlarla uygarlığın zirvesine doğru ilerleyecekti. Yeryüzü savaşlarını ve yoksulluğunu geride bırakmış, çocuk ölüm oranları azalmış ve hatta neredeyse ölümsüzlüğü yakalamış, mutlu insanlar, uygar insanlar olacaktık. İşte o milenyum sarhoşluğu ile esrik genç kafalarımızın hayalleri eşliğinde iki binli yıllara doğru yol almaya başladık.
Neredeyse iki binli yılların ilk çeyreği kapanmak üzere ama hiçbir şey değişmedi. Yine etnik ayırımcılık, din savaşları çok geçmişte kalan yıllardaki gibi hatta daha da şiddetli devam ediyor. Yoksulluğun ve adaletsizliğin dibi görünmüş vaziyette. Uzayı artık düşleyemeyecek kadar da dar alanlarda sıkışmış insanlar. Cüceleşmiş insanlık. Ve iddia edilebilir ki neredeyse Orta Çağ tarihi kadar karanlıklardan geçiyoruz.
Madde-enerji transferindeki gizem çözüldükçe ve sözüm ona bilim ve fende istenilen düzeye eriştikçe uzayın derinliklerinden insanlığın hiç değişmeyeceği gerçeğinin o katı öğretisine doğru geriliyoruz. Geriye gidiyoruz. İlerlemenin aksine.
Evet artık uzaydayız, insan ömrü uzuyor hatta artık neredeyse düşünen karar veren insansı robotlarımız var. Teknoloji bütün hayatımızı kapsayacak kadar gelişti.
Neyi yaşıyoruz, neyi görüyoruz peki? Perişan, aç, yaralı, öldü ölecek sınırında yaşayan insanları. Savaşın vahşetini. Hiç günahsız insanların karıncalar gibi öldürüldüklerini. Teknoloji sayesinde eskiden filmlerde seyrettiğimiz veya romanlarda okuduğumuz kurgu veya belgeselleri şimdi doğrudan eş zamanlı olarak oturduğumuz yerden ve sıcak odalarımızdan canlı canlı seyrediyoruz. İşte uygarlığın geldiği nokta.
Bundan sonra ne olacak onu da söylemeliyim: Yakın tarihte bizi yine sıcak odalarımızda iken üç boyutlu olarak sanal savaş ve felaket haberlerinin içine yollayacaklar. Sadece ekrandan görerek değil (tabii ki para karşılığında) sanal ortamda dokunarak duyarak savaşın içine dahil edecekler. Modern yaşamın ve uygarlığın bedelini ruh daralmalarımız ve neredeyse kanıksayacağımız çirkin insan manzaralarına şahit olarak ödeyeceğiz.
Evet, çok yakında yeni bir yıla başlayacağız Milenyum beklentileri boşa çıkmış biz yetişkinler ve mutsuz gençler… Sözüm ona uygar bir dünyanın insanları. Hep birlikte daha güzel bir dünyanın olmadığı gerçeği ile yüz yüzeyiz. Artık biliyoruz adına medeniyet dediğimiz tek dişi kalmış canavar gittikçe daha da zalim oluyor.
Olsun yine de hayat devam ediyor dünya durdukça…
Güneş yine her günkü gibi akşamüstü kızıllığında batarken çocuğun elleri geleceğe doğru büyüyecek ve yüzümüzün çizgileri de yaşadıkça her yıl artacak. Martılar yine hiçbir şey olmamış gibi kocaman bir yılın geçtiğinden habersiz çığlık çığlığa yükselecekler göğe doğru.
Yeni yılın ilk günü. Yılın ilk bebeği. Adını yine “Umut” koyacaklar. Umut… Kadim kelime. Ne kelime ama! Her derde deva!
- Failler Güçlü Olunca… - 11 Eylül 2024
- SMA’lı Çocuklar ve Arkasındaki Trajedi - 22 Mayıs 2024
- Ben fesat mıyım? - 13 Mayıs 2024