Yeteri kadar yabancı düşmanlığı yok mu Türkiye’de?

Şu aralar demokrasilerde moda olan, yabancı düşmanlığı ve popülizmin vıcık vıcık bir türü. Almanya’da epey oy aldılar. Fransa’da güçleniyorlar, Macaristan ve Polonya malum, Avusturya’da ha keza. Ezeli müttefikimizin başında da, başta Müslümanlar olmak üzere sağa sola nefret saçan bir ırkçı müteahhit var. Dostum Danıld!

Kuşkusuz iyiliğin ve kötülüğün diğer halleri gibi yabancı düşmanlığı/ırkçılık da farklı ölçülerde yaşanıyor her yerde. Nihayetinde, düşmanlığın şekli şemaili de ülkelerin gelişmişlik ve demokrasi seviyesiyle ilişkili. “Ya Norveç’te de ırkçılık var ama” tespitini yapanlara, “Sen bana İskandinav koşullarını yarat, ben o ırkçılıkla mücadele ederim, dert etme” demekte yarar var. ABD’nin başında berbat bir herif var ama aynı toprakta yapay zekâ ile mahkemelerde hâkimlik yapacak robotlar üretilmesi için de çaba harcanıyor ve epeyce yol alındı. Herhalde ilk seçimde kurtulurlar Danıld’tan.

Bu yazıyı Kemal Kılıçdaroğlu’nun geçen hafta Giresun’da yaptığı konuşma üzerine yazıyorum. CHP, hazır her yerde yurttaşı heyecanlandıran işler yaparken, bir milletvekili İzmir’de, diğeri Manisa’da köylülerle toplantılar düzenlerken, fındık üreticisinin sorunlarını gündeme taşımak için üç gün yürümüş ve her geçilen yerde insanların derdini dinlemişken… Giresun’daki konuşmada sarf edilen o tuhaf sözler neyin nesi?

Bu ülkeyi yönetenler her gün bin beterini yapıyor olabilir, kabul. Ancak sorun da bu değil mi? Farklı bir dile duyulan gereksinim. Ayrıca iktidar mensuplarının söylediklerinde bir tutarlılık aranmıyor ki zaten. Bütün çocukları batıda eğitim görmüş olan AKP Genel Başkanı&Cumhurbaşkanı Erdoğan, gençler yurt dışında eğitim alınca Batı’nın ajanı oluyorlar, dediğinde kendisine herhangi bir soru sorulmayacağının farkında. Ya da bir vekil, diş macunu insanları koyun gibi yapıyor, derken. Allah bilir misvak üreticileriyle bir muhabbeti filan vardır. Bu örnekleri her gün yaşıyoruz. İktidar tarafının ‘mantık’ ya da sözlerinin hesabını verme gibi bir kaygısı yok. Memleketin neredeyse yarısına farklı düzeylerde terörist muamelesi yapan insanlardan söz ediyoruz. Biz ölümlülerin müşerref olmadığı başka bir boyuttalar; kendileri de seçmenleri de.

Oysa CHP’nin her eylemi ya da ‘sol’ taraftan gelen türlü değerlendirme; hem sözün geldiği dünyada hem de muhatabında tartışma yaratır, yaratıyor. Haliyle anlam ve özen, son derece gerekli.

Ben ‘fındık yürüyüşü’ne gülenlerden değilim. Aksine Türkiye’nin her dağ köyüne gidip insanlarla toplanmak, konuşmak gerektiğini ve ancak bu yeni siyaset yapma biçiminin bir değişime neden olacağını düşünüyorum; bin kez de yazdım bu nedenle. TBMM’nin hiçbir etkili tarafı kalmadı muhalefet açısından. Böylesi eylemleri, yürüyüşleri küçümseyenler, umuyorum bir gün sosyal medya hesaplarından paylaştıkları ‘iri sloganlar’ dışında, daha pratik, güncel siyasete ve siyasal/toplumsal dönüşüme dair farklı önerilerde bulunurlar. Herkes çok yararlanır. Her neyse, CHP’yi ‘yerel’e yürüyüşü ve sesi duyulmayan insanlarla temas çabası nedeniyle bir kez daha kutlarım.

Peki, bunları yapan CHP’nin genel başkanı Kılıçdaroğlu, nasıl olup Giresun’da o ifadeyi sarf edebildi? Nasıl oldu da yürürken İskandinav olan biri, konuşurken birden bire çılgın Türk’e dönüştü! “Suriyeliler birinci sınıf, Karadenizli fındık üreticisi ikinci sınıf vatandaş oldu.” Üstelik mülteciler konusunda CHP içinden bir grup ciddi bir çalışma yapmış, rapor hazırlamışken. Mültecilerin yaşadıkları sorunlara dikkat çekmişken, duyarlılık sergilemişken.

Ben mülteci sorunu konusunda çalışmış, uzmanlığı olan biri değilim. Buna mukabil, gözle görülebilen bazı gerçekleri dile getirmek için uzmanlığa ihtiyaç yok sanırım. Sermaye sahibi olup işini gücünü kurmuş, hemşerilerini sömüren varlıklı Suriyeliler olduğu biliniyor tabii. Kaç kişidirler? Türkiye’de her gün karşılaştığımız insanların haline bakıp “Birinci sınıf yurttaş oldular” demek mümkün mü? Daha geçenlerde beş yaşındaki bir çocuk bıçaklanarak öldürüldü. Yollarda dilenciler. Organ ve fuhuş çetelerinin eline düşünler. Köprü altında barınanlar. Müslüman iş adamlarının atölyelerinde üç otuza sömürdükleri din kardeşleri…

Nasıl bir mantık bu insanlara bakıp yurttaşlık derecelendirmesi yapar? Ne gerek var? O sınıflandırma, iki geri zekâlı ırkçının oyuna talip olmak için mi? Değer mi? Yürümek, çalıştaylar, toplantılar, toplumu dönüştürme çabasının parçası değil miydi? İki üç yarım akıllının gönlü alınanca mı dönüşecek bu toplum? Türkiye’nin berbat ve hayalci dış siyaseti ile Batı’nın her zamanki ikiyüzlü tavrının sonucunda perişan olmuş insanlardan söz ediyoruz.

Geçen hafta arka arkaya yaşadığım iki olayı anlatayım. İkisine de vapurda tanık oldum. Arap turist ailenin erkek mensubu vapurun açık alanında sigara yaktı. Açık alanda da sigara içmek yasaklandı malum. Martıların sağlığı önemli! Hemen arka sırada oturan kadın önce çaycıyı uyardı, sonra turiste bağırdı. Çaycı, ‘Abla siz de uyarabilirsiniz, söndürür’ deyince, kadın ona da bağırdı. Bağıran kadının başı açıktı ve kısa şort giymişti. Hemen yan sırasında oturan türbanlı bacımız da, kısa şort giyen kadını takdir etti ve haklı olduğunu belirtti. Şu cümle üzerinde birlik oldular: “Doluştular buraya hep.” Aynı partiye oy verme ihtimalleri olmayan iki kadın ve o açık alandaki ortalama yurttaş, yabancı düşmanlığında bir anda uzlaştı. Gerekçe sigaraydı. Başka bir şey de olabilirdi.

İki gün sonra yine vapurda, bu kez İngilizce ve Türkçe, iki dilde bağırabilme yeteneğine sahip bir diğer kadın! “Dis is may cantri, nat yors.” Birkaç kez. Yine Arap turist. Durmamaları gereken bir yerde durup rahatsızlık mı vermişler, nedir. Bu arkadaşımız da uzun süre bağırdı, sonra bağırarak içeri girdi, bağırarak merdivenlerden indi ve bağırarak vapuru terk etti. O ilerlerken arkasına başka bağırmak isteyenler de takılıp eşlik etti, destek verdi, birlikte bağırdılar. Ve inanın, yine aynı cümleyle: Ülkemize doluştular!

Bağırtıların içinde iktidara yönelik tepki, yabancıya yönelik tepki, sahtekârlık, her şey var. Türkiye’nin, İstanbul’un‘yalnızca’ Arap turistler için cazip bir yer haline gelmiş olması bir sorun mu? Evet sorun. Memleketin ‘rota’sı hakkında bir fikir veriyor. Güzel de, turistin günahı ne? İki yüzlülük burada işte. İktidara gıkını çıkaramayan, bırakın gık etmeyi, her düzeydeki iktidar karşısında iki büklüm olan kişiliksiz ve sünepe ortalama, acısını yabancıdan çıkarıyor. Hükümet yüzünden dese, vapurda olay çıkar. Ama “Doluştular ülkemize” dediğinde, yeterli muhafazakâr desteğini de buluyor. Çünkü iliklere işlemiş ve çoğu yurttaşın aslında farkına varmadığı bir düşmanlıkla malul. Milli eğitim tornasının olağanüstü başarısı.

‘Farkına varmadığı’ derken kastım şu. Çoğu insan ‘ırkçı’sözcüğünün kötü bir şey olduğunu düşünür de, ne olduğunu pek bilmez. Ya da örneğin, milliyetçiliğiyle övünür ama 20. yüzyılda insanlığın başına büyük bela olmuş ‘milliyetçi ideolojisi’ ile vatan sevgisi ayrımından habersiz olduğu için, oradan oraya sürekli savrulur. Bu konuyu ayrıca yazacağım.

Tabii, yabancı düşmanlığı derken, Türkiye yurttaşlarına yönelik ırkçılığı görmezden geldiğim düşünülmesin. Kürtlere ve Gayrimüslimlere yönelik ırkçılık. Hiç uzatmadan, Hatun Tuğluk’un toprağa verilemeyen cenazesini hatırlatmak yeterli olur. Alevi bir Kürt’ün cenazesi, “Ermenileri bu mezara gömdürmeyiz” sloganı atan faşist saldırganlar nedeniyle defnedilemedi! Peki, Valilik açıklamasında hangi sözcüğü tercih etti? ‘Sataşma.’ Tarihimizin bu kadar anlamlı bir özeti çok nadir bulunur.

Özet ve sonuç,

Türkiye’de siyasal partileri, muhtelif ideolojileri yatay kesen mebzul miktar düşmanlık, ırkçılık mevcut. Mide bulandırıcı düzeyde. Hiç olmazsa aklı başında, düşmanlıkla ilgisi olmadığı bildiğimiz insanlardan daha dikkatli, özenli bir dil kullanmalarını beklemek hakkımız olmalı.

Unutmadan, Kılıçdaroğlu’nun birinci sınıf yurttaş algısına gülümsediğimi itiraf edeyim. Kişisel olarak kendimi yurttaş sıralamasında ilk üçte dahi görmüyorum. Bana kalırsa Kılıçdaroğlu da değil. Onun adına konuşmayayım ama. Vallahi, yedi ay önce terörist olduğu tespit edilmiş, yurt dışı yasağı olan, işi olmayan ve iş bulması engellenip ağaç kemirmesi önerilen, her Allah’ın günü iktidar mensuplarının türlü hakaretlerine maruz kalan biri olarak, ben bu ülkede ilk üçe giremem!

Gözlemleyebildiğim kadarıyla; kırmızı ışıkta dahi durmayan, herhangi bir hukuk kuralını umursamayan, umursama gereği hissetmeyen, vergi kaçıran, dehşet verici ‘kolaylıkla’ edinilmiş servetlerini toplumun gözüne sokan, lüks araçlarla trafikte canımıza okuyan, dolmuşta canımıza okuyan, takside canımıza okuyan, taciz eden, küfreden, hakaret eden, torpil yapan, adam kayıran, vergi kaçıran, her düzeydeki her kuralı pervasızlıkla çiğneyen; ezcümle, eski Türkiye’de en hafifinden ‘rezil’ sıfatına layık görülenler, birinci sınıf vatandaş, hâlihazırda.

Sayın Kılıçdaroğlu, siz Türkiye’de birinci sınıf yurttaş olduğunuzu mu düşünüyorsunuz?

Kaynak: Diken