Musul-Kerkük sorunu ve tarihi gerçekler

İlk kez Paris Barış Konferansı’nda Kürdistan’ın sınırlarının belirlenmesinde ve Sevr Antlaşması’yla da Kürdistan’ın yeniden bölünmesi sırasında ortaya çıkan “Musul Sorunu”, Lozan Konferansı’nın tek anlaşmazlık konusu oldu. Mondros Ateşkesi’nden beri Musul’un bir Kürt sorunu olduğunun bilincinde olan Kemalist hareket, bölgeyi Misak-ı Milli sınırları içine alarak bu işi “Musul ve Kerkük Sorunu” olarak niteledi ve resmi düzlemde “Türk Sorunu” şeklinde algılanmasını sağladı. Şeyh Mahmut Berzenci tarafından Güney Kürdistan Hükümeti’nin kuruluşu ve bölgenin petrol zenginliği Kemalist hareketin politikalarına yön vermişti.

Lozan Konferansı’nın 23 Ocak 1922 tarihindeki oturumunda İngiliz delegasyon başkanı Lord Curzon Musul’daki etnik tablo’nun, “Araplar: 186 bin, Kürtler: 455 bin, Türkler: 66 bin, Hıristiyanlar: 62 bin, Yahudiler: 17 bin” olduğunu belirterek Türk delegasyonunun “plebisit” yapılması isteğinin Araplar ve Kürtler tarafından istenmediğini iddia etti. Türk tezini açıklayan İsmet İnönü ise, Musul Vilayeti’nde yerleşik nüfusun 503.000 kişiden oluştuğu ve bunun Kürtler: 263.000, Türkler: 146.000, Araplar: 43.000, Yezidiler: 18.000, Müslüman olmayanlar: 13.000 olduğunu söyledi.

İnönü, Kürtlerin de Turan kökenli Türklerle aynı soydan geldiğini, Araplar azınlıkta olduğu için Musul’un Irak’a bağlanamayacağını; TBMM hükümetinin Türklerin olduğu kadar Kürtlerin de hükümeti olduğunu; Kürtlerin gerçek ve meşru temsilcilerinin eşit haklarla Millet Meclisi’ne girdiğini iddia ederek, sorunun çözümü için “Plebisit” yapılmasını istedi. İnönü’nün Konferans oturumunda Türk görüşünü ayrıntı olarak anlatmak amacıyla yaptığı bu konuşmaya karşın, ikili görüşmelerde farklı davrandığı ve öne sürdüğü tezin Konferans delegasyonu tarafından da bilimsel verilere dayanmadığı için ciddiye alınmadığı, bu nedenle Lord Curzon’un İnönü’nün iddialarını kolayca çürüttüğü, Lozan’da zabıtlara geçen ve bilinen gerçekleridir.

Lozan’daki bu tartışmalardan sonra “Musul Sorunu”, Konferans gündeminden ayrılarak İngiltere ile Türk Hükümeti arasında özel müzakerelerle çözümlendi. Türkiye-Irak sınırlarını belirleyen 5 Haziran 1926’de imzalanan “Türkiye ile İngiltere ve Irak Antlaşması”nın 14.maddesi ile Musul vilayetinin Irak’a bırakılması karşılığında Türkiye’nin 25 yıl süre ile Irak’ın petrol gelirlerinden % 10 pay alması öngörülmüştü. Ancak, Kemalist hükümet bu antlaşmanın ekinde bulunan bir öneriyi kabul ederek 500 bin İngiliz Lirası karşılığında bu petrol payından vazgeçti. Kemalist hareketin kendi konumunu güçlendirme çabalarıyla da örtüşen bu kararın iki temel nedeni vardı:

Biri, Kemalist hükümetin Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra yürürlüğe koyduğu ve sömürgeci uygulamaları içeren “Doğu Islahat Planı” için öncelikle paraya ihtiyacının olmasıydı. Türk nüfusunun artırılması, Türk Dil ve Türk Tarih Tezleri’nin hayata geçirilmesi, Halkevleri, Halkodaları vb çalışmalarla “Dili, kültürü, tarihi aynı özdeş toplum” yaratma çabaları da devlet maliyesini zorluyordu. İkincisi de Şeyh Sait İsyanı’nı bahane ederek “tek millet, tek parti, tek bayrak ve tek şef” diktatörlüğüne yönelik yeni ideolojik, siyasal, kültürel ve ekonomik yatırımlara başlanılmasıydı.

Doğu Islahat Planı’nda Kürtler için “uygulanacak asimile etme ve zorunu iskan programının olumlu sonuçlar verebilmesi 10 senede Kayseri’den Erzincan’a ve Muş yoluyla Van Gölü sahiline ve Malatya’dan Diyarıbekir’e demiryolu” yapılması öngörülmüştü. Nitekim Cumhuriyetin kuruluşunun 10.yıl Marşı’nda “Demirağlarla ördük yurdu dört baştan/10 yılda 15 milyon genç yarattık her yaştan” mısraları aslında Doğu Islahat Planı uygulamalarını anlatıyordu.

Şaban İBA