Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in talimatıyla Rus ordusu Ukrayna’ya saldırıya geçti. Putin, Ukrayna üzerindeki Rus hegemonyasını geri kazanmak istiyor. Bu amaçla, Rus milliyetçi şovenist argümanlarına sarılıyor, her emperyalist savaş öncesi dile gelen bildik savaş yalanlarını kullanıyor. Ukraynalı “faşist” rejimin Rusça konuşan halka karşı girişeceği soykırımını önleme çabası içinde olmaktan söz ediyor.
Rus ordusu tanklar ve diğer ağır silahlar kullanarak kara birliklerinin büyük bombardımanı altında Ukrayna’ya girdi. Ukrayna ordusunun beklenmedik direnişi her iki tarafta da yüzlerce can kaybının ve yaralının olması ile sonuçlanırken, özellikle kadın ve çocuklardan oluşan yüz binlerce Ukraynalı komşu ülkelere doğru kaçmaya başladı. İlk günlerde yaşananlar, savaş uzadıkça yıkımın daha büyük olacağının kaçınılmazlığını gösteriyor.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Putin imzasını taşıyan ilk kanlı müdahale değil. Putin yönetimindeki Rusya, Çeçen bağımsızlık hareketini ezdi, Abhazya ve Güney Osetya’daki Rus azınlığı kurtarma bahanesiyle Gürcistan’a karşı savaş başlattı, Kırım’ı ilhak etti, Suriye’de terörle mücadele adına acımasız bir savaş sürdürmekte. Batı’nın ve NATO’nun Rusya’yı kuşatmasını boşa çıkarmak, Rusya’nın güvenliğini sağlamak adına atığı her adımda, Rusya’nın nüfus alanını genişletmek ve yayılmasını hedefliyor.
NATO Doğuya Doğru Genişlemesi
Batı ve NATO, elbette ak sütten çıkmış ak kaşık değil. Ancak bu Ukrayna savaşında Putin’in sorumluğunu ortadan kaldırmaya yetmiyor.
Kuşkusuz, NATO bir savunma ittifakı değildir. Dünya çapında hammaddelere ve pazarlara erişimi güvence altına almak için işlev gören askeri bir ittifaktır. ABD’nin önderliğinde Batılı güçlerin nüfuzunu dünyaya dayatıyor. ABD, NATO’nun önde gelen gücü olarak 2000 yılından bu yana 13 savaş ve askeri müdahaleden sorumlu. Bu müdahalelerden hiç biri savunma amaçlı değildi. Hiç birinde ABD ve NATO üyesi ülkeler saldırıya uğramış da değildi.
1999 yılında Sırbistan’a düzenlenen NATO saldırısı Kosova’nın ayrılmasına ve Balkanlar’da kalıcı bir NATO işgaline yol açtı. 2001 yılında Afganistan’a yapılan saldırıyı NATO liderliğindeki 20 yıllık bir işgal izledi. 2003 yılında Irak’a karşı yürütülen savaşta birçok NATO ülkesi de yer aldı.
Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra, Doğu Avrupa ülkeleri önce serbest ticaret anlaşmaları ve ortaklık anlaşmaları ile, son olarak da NATO’ya ve AB’ye kabul ile ekonomik ve siyasi olarak Batı’ya çok hızlı bir şekilde entegre edildi. Ukrayna ile ortaklık anlaşması aynı zamanda AB’nin ekonomik nüfuzunu Ukrayna’ya yaymakla ilgiliydi.
Bu özünde, bir yanda dünyanın en güçlü bloğu, ABD ve Avrupalı müttefikleri, diğer yanda, ekonomik ve askeri olarak çok daha zayıf, dolayısıyla daha agresif emperyalist güç olan Rusya arasındaki bir çatışmadır.
Emperyalist nüfuz mücadelesi, geçmişte olduğu gibi bir dünya savaşı riskini içinde barındırıyor. Bir dünya savaşını engellemek, taraflar arasında bir seçim yapmaktan değil, halkların kardeşliği ve barışı güçlendirmekten geçiyor…
Ekonomik savaş ve/veya yaptırımlar
Ekonomik yaptırımlar, Putin’in savaşına verilmiş yanlış bir cevaptır. Bu önlemin barışçıl bir gelecek inşa etmesi mümkün gözükmüyor. Yaptırımlar oligarkların karlarını kısmen etkilerken, Rus halkının cezalandırılmasına dönüşerek, Rus şovenizminin güç kazanmasana ve askeri çözümü tek yol ve yöntem olarak dayatır.
Putin’in yenilgisinin anahtarı, NATO ve Avrupa’nın artan silahlandırılması ve savaşın tırmanmasından değil, Rusya halkının savaşa ve Rus şovenizmine karşı direnişinden geçiyor. Rusya’nın sınırlarındaki her NATO askeri, Moskova ve St. Petersburg sokaklarında savaş karşıtı eyleme katılan bireylerden daha az etkili olacaktır.
H. Baki Kamil
- Bilim İnsanları, Bazı Kişilerin Neden Covid Olmadığını Buldu - 21 Haziran 2024
- Tüketicinin İyimserliği Azalıyor - 21 Haziran 2024
- Akşener, Erdoğan’dan Ne İstedi? - 7 Haziran 2024