Türkiye’nin Bitmeyen Seçimi: 7 Haziran 2015

Süleyman Soylu’nun Habertürk’teki (25.05.2021) konuşması, uzun yıllar hafızalardan silinmeyecek, ileride bugünler yazıldığında mutlaka anılacak bir yayın oldu. Program henüz devam ederken Sedat Peker’in sosyal medyadan verdiği yanıtlardan, Devlet Bahçeli, Doğu Perinçek ve Tayyip Erdoğan’ın Soylu’ya desteklerine, Soylu’yu eleştiren yüzlerce köşe yazısı, değerlendirme ve televizyon programına Habertürk’teki bu yayın hâlâ Türkiye’nin en fazla konuşulan konuları arasında yer alıyor. Süleyman Soylu’nun 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri ile ilgili olarak dönemin Başbakanı Ahmet Davutloğlu’na yönelik ithamları, Erdoğan’ın İyi Parti  lideri Meral Akşener’e yönelik  Rize’deki tasallut sonrasında yaptığı “Bunlar daha iyi günler!” açıklamalarıyla birlikte,  gözlerin  tekrar Türkiye’nin o kanlı günlerine dönmesine neden oldu.

7 Haziran’dan 1 Kasım’a: Paramparça Cesetlerin Arasında İktidar Arayışları

7 Haziran 2015 Pazar günü yapılan seçimlerden bugüne neredeyse tam 6 yıl geçti. Nazım’dan aparıp da söyleyim, “ona sorarsanız: ‘lafı bile edilmez, mikroskobik bir zaman.’ [bize] sorarsanız: “[altı] senesi ömrü[müzün].” Astronomi bilimi tersini söylese de siyaset bilimi Türkiye’nin siyasî dünyasının o gün tıkanıp kaldığını, dönmeyi bıraktığını söylüyor: O gün bu gündür, Türkiye için artık her gün 8 Haziran 2015’tir. Yaşadığımız tüm sorunlar, gerginlikler… halk “400 milletvekilini verip kurtulmadığı”  için başladı. İktidarın Tekel Direnişi ile başlayan, Gezi ile iyice ayan beyan olan gerileyişi o gün noktalandı. O gün iktidar düştü, ama düşemedi. HDP’nin %10 barajını geçmesi; sadece geçmesi değil, artık bu barajı rahat rahat geçebileceğini herkese kabul ettirmesi rejimin 1983’ten bu yana titizlikle uyguladığı omerta yasası’nı suskunluk kuralını bozdu. Bozdu derken, onu tam anlamıyla anlamsız, kendisinden beklenen işlevleri yerine getiremez hale getirdi.

Ankara Gar Katliami

1983’ten sonra getirilen %10’luk seçim barajının bir anti-Kürt kalkanı işlevi gördüğünü tüm siyasî oyuncular biliyordu ama işte mafyanın en bilindik kuralı omerta yasası da burada devreye giriyordu.  %10 Barajı hem rejimi olası bir siyasî gripten bir Kürd-uenza’dan koruyor hem de büyük partilerin Meclis’teki (aslında hak etmedikleri bazı) sandalyeleri de (meşru değilse de) kanunî yollarla işgal edebilmelerine imkân tanıyordu. Ama işte ne olduysa takvimler 2000’lerin ilk çeyreğinin sonlarına doğru yaklaşırken önce 10 Ağustos 2014’teki Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nde oldu sonra da 7 Haziran 2015 seçimlerinde.  Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Selahattin Demirtaş’ın %9,76 ile adaylar arasında “sonuncu” olması seçimleri %51,79 ile kazandığı söylenen Erdoğan’dan daha fazla tartışıldı.

7 Haziran seçimleri amiyane tabirle “zurnanın zırt dediği” yer oldu. HDP seçimlerde %13,12 oy alarak MHP ile eşit sayıda -80’er- milletvekiline sahip olunca   bir anti-Kürt kalkanı olan baraj-siyaseti çöktü: Bahçeli bu durumu her zamanki siyasî “nezaketi” (!) ve “feraseti” (!) ile “İzmir’de, Marmaris’te yazlıklarında yatıp AKP’nin olmasın diye oyunu MHP’ye vermeyen ama HDP’yi Meclis’e taşıyan zavallılar, Türkiye’nin kaymağını yiyenler, Boğaz’da, yalılarda viskisini yudumlayıp oyunu HDP’ye veren şerefsizler…” şeklinde tanımlamaktaydı.

2013’te  “Çapulcu” dedikleri 7 Haziran’ın “Şerefsizler”i omerta yasasını yırtıp atmışlar, “400 milletvekilini vermemişlerdi” Seher’in 7 Mart 2015’de Meclis’teki Grup Toplantısı’nda söylediği gibi  “onu başkan yaptırmamışlardı” ama cin de şişeden çıkmıştı. İşte tam o günlerde siyasal tarihimiz dondu; 7 Haziran 2015’te kilitlenip kaldık. O gün bu gündür geçen altı yıldır aynı siyasal-günü yaşamaktayız: Çünkü yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi 7 Haziran seçimleri, 1983 sonrası inşa edilen yapının darmadağın olması, 1 Kasım 2015 (ve sonrasındaki tüm seçimler de bu başarının) bir tesadüf olmadığının anlaşılması anlamına geliyordu. FETÖ darbesinden Cumhurbaşkanlığı  Hükmet Sistemine, (Cumur-Millet) ittifaklar sisteminden, iktidara oturan “fiili koalisyona”… tümünü anlayabilmek için önce mutlaka bu realiteye bakmamız gerekiyor. Baraj sisteminin işlevini yitirmesi hem 80 sonrasının baraj-siyasetini hem de 2002’den bu yana süren AKP iktidarını imkânsız hale getirdi: 7 Haziran’da HDP %10 barajını geçti; bu psikolojik eşiği aştı.  Bunu da hep elinde tuta geldiği seçmeninin –Kürt seçmenin- oylarıyla değil, aksine Türkiye’nin diğer bölgelerinden derlediği oylarla gerçekleştirdi. Ve o günden bugüne gördük ki, HDP’nin %10 barajını geçtiği bir meclis aritmetiğinde  AKP tek başına iktidar olamayacaktır; parlamenter sistemden çark edilse, ittifaklar yoluyla iktidarda kalınmaya çalışılsa, parlamenter düzenin “kabine sistemi” yerine Cumhurbaşkanlığı  düzeninin “kabile sistemi” getirilse de  artık güneş balçıkla sıvanamayacaktır.

1 Kasım 2015 seçimleri bu açıdan iktidarın yeniden konsolide edilmeye, 1980 sonrasının baraj-siyaseti iklimine yeniden dönülmeye çalışıldığı son seçimler olacaktır. Bir anlamda kasımdaki seçimler, hazirandaki seçimler yokmuş gibi yapılmaya  çalışılan, bu seçim hiç yaşanmamış gibi yapılmaya çalışılan seçimlerdi.  AKP bunda kısmen başarılı oldu da; lakin 1 Kasım seçimlerinde kısmen başarılı olması su alan iktidar gemisini eskisi gibi yüzdürebilmesine de imkân vermedi. İmkân vermedi; çünkü 7 Haziran seçimleri ile 80 sonrasının baraj- siyaseti dengesi kendi “badel-harabül Basra”sını yaşamaya başlayacaktı; 1 Kasım seçimleri de yepyeni bir Basra’yı kurmaya imkân vermeyecekti. Oysa, belki de,  hem AKP iktidarı kaybedişini hem de sistem baraj-siyasetinin artık miyadını doldurduğunu kabul edebilseler ve seçim sonuçlarını hazmedebilselerdi; insanların ölmediği, bombaların patlamadığı, bir ülkede yaşıyor olacaktık.

7 Haziran’dan sonra yaşanan ama 1 Kasım 2015 sonrasında bile o günde (7 Haziran’da) donup kalmamıza yol açan olaylardan bazılarını hatırlayalım:

Suruc Katliami

Ahmet Davutoğlu’na hükümet kurma(ma) görevi verilmişti ama daha seçimlerin üzerinden bir ay geçmeden Erdoğan, aynı yılın başlarında övünçle deklare ettiği çözüm sürecinin iyiniyet mektubunu (Dolmabahçe Mutabakatı’nı) artık tanımayacağını ilan etti.

5 Haziran’da HDP’nin Diyarbakır mitinginde patlayan bombayla olaylar silsilesi başladı. Saldırıda 5 kişi öldü. 20 Temmuz’da Eşbaşkan Oğuz Yüzgeç’in “Yarın sabah Kobani‘de olacağız. Kobani’yi yeniden inşa edeceğiz. Kalacağımız 1 hafta içinde okulların ve hastanelerin yapımında, çocuk parklarının inşa edilmesinde, hatıra ormanının yeniden inşa edilmesinde, Kobani halkının sağlık çalışmalarında yer almaya gidiyoruz.” dediği Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu Suruç’ta bir araya gelmişti ki, patlayan bombada 33 kişi öldürüldü. Daha bir hafta geçmeden Urfa Ceylanpınar’da iki polis, kaldıkları evde enselerinden vurularak öldürüldü.

Tahir Elci

Davutoğlu hükümeti kuramayınca hükümet kurma görevi başka bir partiye verilmedi, 1 Kasım’da seçimlerin yenilenmesine karar verildi. 10 Ekim’de Ankara’daki Barış Mitingi’nde patlayan bombalarda 104 kişi katledildi. Türkiye Seher’in “Seni Başkan Yaptırmayacağız” sözlerinin, “400 milletvekilini verip kurtulmamanın” bedelini ödemeye devam ediyordu. 20 Ekim’de Van’daki mitingde konuşan Ahmet Davutoğlu, “AK Parti iktidardan indirilirse buralarda terör çeteleri dolaşacak, beyaz Toroslar dolaşacak”  demişti. Dediği de doğru çıkıyordu:  Tahir Elçi, 28 Kasım 2015 tarihinde Diyarbakır’ın Sur ilçesinde silahlı saldırı sonucu hayatını kaybettiğinde Diyarbakır Baro Başkanlığı görevini sürdürmekteydi.

Cizre’de PKK’nin özerklik ilanı sonrasında, 14 Aralık 2015’te sokağa çıkma yasağı başlatılmış, 15 Aralık 2015’te de operasyonlara başlanmıştı. Operasyonlar 11 Şubat 2016’da bitti. Operasyonlarda 597 kişinin öldürüldüğü açıklandı. Ancak çok sayıda sivil ölümü gerçekleştiği yönünde iddialar da gündeme geldi. Bunların arasında bir bodrumda mahsur kalan yaralıların durumu kamuoyuna yansımıştı. Ambulanslarla alınması girişimleri boşa çıkan bodrumdaki 30’u aşkın kişi, öldürüldüler. Olaylar Nusaybin ve Yüksekovada’da devam etti. Kentlerin sokaklarında savaşlar yaşandı, bombalar patladı, roketler ateşlendi, tank ve top atışları yapıldı. İnsanlar evlerini terk etmek zorunda kaldı, terk edemeyenler evlerinden dışarı çıkamadılar.

1 Kasım 2015 seçimlerinde her şey siyasî tablonun 7 Haziran öncesine -hani neredeyse- 12 Haziran 2011 Genel Seçimleri’ne geri döndürülmesine göre ayar edilmişti. Öyle de oldu, ancak tek farkla, HDP yine barajı aşmış,  2011 Seçimlerinde yaratılan iklime dönme senaryosu da tam anlamıyla tutmamıştı. 1 Kasım 2015 seçimlerinin 7 Haziran 2015 seçimlerinin değil, 12 Haziran 2011 seçimlerinin bir tekrarı olarak senaryo edildiğine dikkatinizi çekmek istiyorum. Lütfen aşağıdaki tablolarda verdiğim sonuçlara bir karşılaştırın. Sizce de Kasım 2015 seçimleri tek bir farkla tarihi 2011’e döndürmeye çalışmıyor mu?

Secim Sonuclari 1

Türkiye 2016’ya da terör olayları ile girdi. 12 Ocak 2016’da İstanbul Sultanahmet’te düzenlenen intihar saldırısında 11 Alman turist öldü. 14 Ocak 2016’da PKK, Diyarbakır Çınar Emniyet Müdürlüğü ve lojmanlarına bombalı araçla saldırdı, saldırıda üçü çocuk altı kişi öldü.

17 Şubat 2016’da PKK, Ankara’da Genelkurmay servislerine bombalı araçla saldırdı, 28 kişi öldü. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, saldırının filinin Suriye’nin Haseke ili doğumlu olan Salih Neccar olduğunu ve saldırıyı YPG’nin düzenlediğini açıkladı. Ankara’da Kızılay, Güvenpark’ta 13 Mart 2016’da bombalı araçla saldırı düzenlendi. Saldırıda 35 kişi ve 2 saldırgan öldü.  19 Mart 2016’da İstanbul’da İstiklal Caddesi’nde IŞİD İsrailli turistleri hedef aldı. Saldırıda biri saldırgan 5 kişi öldü. Saldırganın “terör nitelikli kayıp şahıs” olarak aranan 1992 Gaziantep doğumlu IŞİD üyesi Mehmet Öztürk olduğu ortaya çıktı.

Bursa’da Ulu Cami’nin batı kapısında 27 Nisan 2016’da PKK’nin düzenlediği intihar saldırısında saldırgan öldü, 13 kişi de yaralandı. Diyarbakır’ın Sur ilçesinde 2 Aralık’ta operasyonlara başlandı ve 5 mahallede sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Operasyon ve sokağa çıkma yasakları 9 Mart’a kadar sürdü. Tarihi eserlerinde bulunduğu mahalleler harabeye döndü, çatışmalarda 71 polis ve askerin öldürüldüğü açıklandı. Genelkurmay Başkanlığı, Sur’da 271 kişinin de öldürüldüğünü açıkladı.

15 Temmuz 2016’daki Dini Cemaat Lideri Fethullah Gülen ve şürekası liderliğindeki siyasal İslâmcı darbe girişimi Türkiye’yi bir Kanun Hükmünde Kararname Rejimi’ne doğru taşıdı. KHK’lar, Siyasî İslâmcıları ya da tarikatları devlet mekanizmasından kovmak bir yana, 7 Haziran sonrası kurulmak istenen yapıyı kalıcılaştırmanın bir payandası haline geldi. Barış Akademisyenleri de bu süreçte işlerinden atılmaya, sivil ölüler haline getirilmeye başlandılar. Akademik temizlik ve sindirme bu tarihlerde ayyuka çıktı. Ülkücü tosuncukların  Hacettepe Üniversitesi’ni “fethettikleri” (!) ve bu fetihin yıldönümlerini de kutlamayı ihmal etmedikleri, her türlü öğrenci etkinliğinin bu paramiliter çeteler tarafından basıldığı, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ndeki saldırılarda fakültenin tarumar edildiği dönemlere de böylece merhaba demiş olduk.

Kabine Sistemi”nden “Kabile Sistemi”ne

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, bir yönüyle AKP için bir iktidarda kalma stratejisiydi ama diğer yönüyle de  HDP’yi bir siyasî özne olmaktan çıkaracak, siyaseti yeniden  2015 Haziran öncesinin  baraj-siyasetinin kalıplarına dökecek bir raison d’etat operasyonuydu. Hatta Cumhurbaşkanlığı’nın Erdoğan’a altın tepside sunulmasının, HDP’nin tafsiyesi ve baraj-siyasetinin yeniden inşası karşılığında (D)evlet aklıın (raison d’etat)  AKP’ye/Erdoğan’a bıraktığı bir “bahşiş” şeklinde okunmasının da yanlış olmayacağını düşünüyorum.

16 Nisan 2017’deki Mühürsüz Referandum’yla da tarih, 2015 öncesi koşullara geri çevrilemedi; ancak  yine de Bahçeli’nin her zamanki o üstün “feraseti” (!) ve “nezaketiyle” (!) belirttiği gibi “fiili durum hukuki duruma uydurulmaya” çalışıldı. “Kabine” sistemi yerine getirilen “kabile” sistemi hiç değilse HDP’li bir meclisin siyasî faaliyetlerini özgürce yürütebilmesini bloke edebilecek kadar gücün AKP  ve MHP’nin elinde toplanmasına imkân tanıdı.  “Fiili durumu hukuki durum haline getirmek” sözleri Devlet’in (Bey) kararı gibi görünse de aslında (D)evlet’in kararıydı.  Nitekim Devlet’in (Bey ya da raison d’etat) fiili durumu hukukileştirme kararını şu şekilde okumanın mümkün olduğunu da unutmayalım: “7 Haziran sonrasının” kabul edilemediği ama koşulların “7 Haziran öncesine” de döndürülemediği bu  siyasî konjonktürde siyasi tarihi “8 Haziran gününde dondurmak”.

Ancak bu proje de başarısız oldu ve Hayır oyları Evet oylarından fazla çıktı ama CHP’nin örgütsüzlüğü, sandıklara sahip çıkamaması, örgütünü harekete geçirememesi, halkın evet demediği bir sistemin uygulamaya geçmesini, bir oldu bittiyle Evet oylarının sayısının daha fazla olduğunun tescillenmesini kolaylaştırdı. Üç büyük ilin Hayır dediği referandum da nasıl olduysa Evet oylarının fazla çıktığına inandık. İnanmak zorundaydık; korkudan vb. değil, örgütsüzlükten, muhalefetin, en başta da CHP’nin ataletivurdumduymazlığından, seçimlere sahip çıkamamasından dolayı. Artık, Erdoğan’ın tabiriyle “Atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmişti” Tabii, “Atı alan” (D)evlet, “Üsküdar’ı geçen” ise AKP ve terkisine attığı Devlet (Bey) oldu.

2018-İttifak Hileleri ve Game of Thrones

Aynı mekanizma, 24 Haziran 2018’deki Muharrem İnce’nin CHP adayı olduğu Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de görüldü. CHP örgütü yine nal topladı. Yine oylara sahip çıkılmadı. Yine Devlet (Bey ve aklı) istedi, sonuçta yine “Adam kazandı”

Milletvekili seçimlerinde ise başarıyı seçim sisteminde yapılan değişiklik belirledi. İttifakların önünün açılması, 7 Haziran sonrası dağılan baraj-siyasetini konsolide etme amacı taşıyordu. Doğrusu, konsolide etti de; ittifaklar sitemi ile Cumhur (AKP-MHP) İttifakı bir şekilde iktidarda kalmayı başarabildi.  Cumhur İttifakı’nı oluşturan partiler,  eski seçim sistemi yürürlükte kalsaydı asla elde edemeyecekleri sandalye sayısına bu taht/seçim oyunlarıyla erişebildiler.

Seçim kanunundaki değişiklikle oluşturulan  ittifak sisteminin özünü, partilerin seçimlerde işbirliği yapmaları değil, bu ittifak yoluyla,  her birinin aldığı oy ile elde edecekleri sandalyeden çok daha fazlasını elde etme mantığı oluşturuyordu. Basitleştirmek için söyleyeyim Cumhur ittifakı 2018 seçimleri öncesinde AKP-MHP bloğunun 1+1=3 denklemini yürürlüğe sokmasını kolaylaştırdı. Bu  değişikliğin temel hedefinin HDP’yi tasfiye ve 2015 öncesine dönme, hediyesinin de AKP-MHP iktidarı olduğunu defaatle ve dafaatle  yazmak gerekiyor.

Yeni düzenlemeler, gücü gittikçe azalan AKP’nin, parlamento dışında kalması neredeyse kesin MHP’yi de yanına alarak, iki partinin toplam oylarından daha fazla milletvekilliği kazanmasına imkân veren bir hile-i şeriye olarak işlev gördü.

Bu “taht oyunları”na yakından bakalım. Önce seçim çevresi kavramını tanımlamak gerekiyor. Seçim çevresi, çok genel bir ifade ile illere tekabül eder. Kanun, nüfusu itibarıyla, çıkaracağı milletvekili sayısı 18’e kadar olan illerin bir, çıkaracağı milletvekili sayısı 19’dan, 35’e kadar olan illerin iki, 36 ve daha fazla olan illerin üç seçim çevresine bölündüğünü” söyler.

AKP-MHP ittifakının nasıl, kendine ait olmaması gereken milletvekilliklerini elde etmeye çalıştığını anlatmaya çalışacağımız seçim çevremiz de bir il olsun. Bu ile X şehri diyelim. X şehrinde seçime giren partiler de A, B, C ve D partileri olsun. B ve D partileri de bu kanundan yararlanarak ittifak halinde seçimlere girmiş olsunlar.

96 bin geçerli oyun kullanıldığı ve 6 milletvekili ile parlamentoda temsil edilen X şehrindeki partilerin, milletvekilli genel seçiminde aldıkları oyları gösteren tablo da şu şekilde olsun.

A Partisi B Partisi C Partisi D Partisi
45.000 33.000 12.000 6.000

Elbette ki partilerin aldıkları oylar, hiçbir seçimde  böylesine yuvarlak rakamlara tekabül etmez. Ayrıca 96 bin geçerli oy kullanılan bir seçim çevresi de 6 milletvekilliği ile parlamentoda temsil edilmez. Ancak anlatacaklarımı özetleyebilmek ve bölme işlemlerini kolaylaştırmak için böyle bir senaryoyu kabul edelim. Hemen belirtelim ki, bu bir senaryo değil de gerçekten bir genel seçimde olsaydı da hesaplama asla ama asla değişmeyecekti. Senaryomuza dönelim. Son yasal düzenlemeler olmasaydı. X ilindeki 6 milletvekilliğinin dağımı için şöyle bir tablo yapılacaktı (Elbette artık bunlar elde kalem, A4 kâğıtlara çizilen tablolara tükenmez kalemle yazılarak yapılmıyor. Bilgisayarlar aracılığı ile yapılıyor.)

Şehrimiz parlamentoda 6 milletvekili ile temsil edileceğinden, her bir partinin alacağı oy, sırayla önce 1’e, sonra 2’ye….son olarak da 6’e bölünecektir. Eğer o seçim çevresinden 10 milletvekili çıkarılacak olsaydı, bölme işlemi her partinin aldığı oyun 1’den 10’a kadar bölünmesine kadar devam edecek; 3 milletvekili çıkaracak olsaydı, oylar sadece 1,2 ve 3’e bölündükten sonra bölme işlemi durdurulacaktı. Biz, X şehrimiz için bu işlemi 6’ya kadar yapmak zorundayız. Yapalım o zaman!

A Partisi B Partisi C Partisi D Partisi
1 45.000 33.000 12.000 6.000
2  22.500 16.500 6.000 3.000
3  15.000 11.000 4.000 2.000
4 11.250 8.250 3.000 1.500
5 9.000 6.600 2.400 1.200
6 7.500 5.500 2.000 1.000

Tablomuzu çıkardıktan sonra işimiz kolay. Hangi sütunda ya da satırda olduğuna bakmaksızın gözümüze ilişen en büyük altı rakamı seçelim. Çünkü şehrimiz altı milletvekili çıkaracak.

Tabloda, gözümüze ilişen en büyük 6 rakamı seçtiğimizde, X şehrimizde A Partisi’nin 3, B Partisi’nin ise 2, C Partisi’nin ise 1 milletvekilli çıkardığını, D Partisi’nin ise milletvekili çıkaramadığını görürüz.

A Partisi B Partisi C Partisi D Partisi
1 45.000 33.000 12.000 6.000
2  22.500 16.500 6.000 3.000
3  15.000 11.000 4.000 2.000
4 11.250 8250 3.000 1.500
5 9.000 6.600 2.400 1.200
6 7.500 5.500 2.000 1.000

Yukarıdaki hesaplama, son kanun değişiklikleri ile ittifaklara izin verilmeden önceki hesaplama biçimidir. Şimdi bir de partilerin ittifak yaptıkları ve milletvekili hesaplarının bu ittifaka göre dağıtıldığı duruma bakalım.

Şehrimiz yine aynı, oy dağılımları aynı. Ancak B ve D partileri ittifak yaptıkları için onların oylarını toplayarak İttifak Partisi sütununa yazalım. Oylarda ne bir artış, ne bir azalış var; her şey aynı. İttifakın (B+D partileri) toplam oyu (33.000+6.000) 39.000’dir. Şimdi tablomuzu bir kez daha düzenleyelim.

Evet, “ne sihirdir ne keramet el çabukluğu marifet” senaryosu işte bu noktada devreye giriyor. Kanundan önce A partisi 3, B partisi 2, C Partisi 1 milletvekili çıkarırken, ittifak ile birlikte C Partisinin 1 milletvekili, kendiliğinden ittifaka geçiveriyor.

Eğer bir siyasî parti, ülke genelindeki oyların %10’undan daha azını alırsa, o seçim çevresinde milletvekili sayıları hesaplanırken o partiye ait sütunun çıkarılarak milletvekili dağılımlarının yeniden hesap edildiğini de unutmayalım. Şimdi A Parti’sinin X şehrinde en fazla oyu alan parti olmasına rağmen, ülke genelinde %10 dan daha az oy aldığını düşünelim ve tablomuzu yenileyelim.

A Partisi C Partisi İttifak (B+D) Partisi
1 45.000 12.000 39.000
2  22.500 6.000  19.500
3  15.000 4.000  13.000
4  11.500 3.000  9.750
5 9.000 2.400  7.800
6 7.500 2.000 6.500

Dikkatinizden kaçmamıştır; milletvekili sayıları, A Partisi’nin baraja takılması durumunda yeniden değişti. A Partisi dağılım sütunundan silinince C partisi 1 milletvekili çıkarabilirken geri kalan 5 milletvekilini de ittifak çıkarmış oldu.

C Partisi İttifak (B+D) Partisi
1 12.000 39.000
2 6.000  19.500
3 4.000  13.000
4 3.000  9.750
5 2.400  7.800
6 2.000 6.500

Yeni yasal düzenlemeler olmasa, ittifaka girecek partilerden sadece B partisi 2 milletvekili çıkaracak; D partisi milletvekili çıkaramayacaktı. İttfak ise en kötü haliyle (A Partisi %10’u geçer) ittifaka 1, en iyi haliyle (A Partisi %10’u geçemez) ittifaka 2 milletvekili daha eklemiş oldu.

Her şey Çok Güzel Olacak

31 Mart 2019 Yerel Seçimleri de siyasî tarihimizi 7 Haziran’dan sonraki güne taşımaya yetmedi; ama buna yönelik bir umudu körükledi. Ne 7 Haziran seçim sonuçlarına göre iktidar artık iktidarda olmadığını kabul ediyor; ne de 7 Haziran’dan sonraki seçimlerin ve şiddet olaylarının gölgesinde muhalefet yenilgiyi kabul ediyordu. Ta ki, 31 Mart öncesinde Haziran Hareketi ve Canan Kaftancıoğlu muhalefet cephesini Yedi Uyurlar Mağarasından çıkarana kadar; seçim sonuçlarına sahip çıkacak bir teşkilatı harekete geçirene kadar…

Evet, 23 Haziran 2019’un “31 Mart’taki seçim sonuçlarına ilişkin olarak yapılan bir hukukî itirazın sonucunda, bir ilde seçimlerin yenilenmesi”yle alâkası olmadığının herkes farkında. Ancak şunun adını koyalım artık. 23 Haziran seçimleri, 7 Haziran 2015’te duran bir “siyasî saatimizi ayarlama enstitüsü” girişimidir. Siyasi tarihimizde hala “8 Haziran 2015” yaprağı duruyor ama sayfayı yırtma umudu her zamankinden çok daha güçlü ve en önemlisi örgütlü.

Tanpınar’a rahmet olsun. Büyük Ümitler, Küçük Hakikatler ve Her Mevsimin Bir Sonu Vardır diyor üstat. 23 Haziran yenilgisi, ekonomik kriz ve Korona ile derinleştikçe derinleşti, ama “bir tripot bir kamera” önünde yeni-Türkiye’nin salasını okumak Sedat Peker’e düştü.

Ve elbette “Her Mevsimin Bir Sonu Vardır” ve “Yurdumun mutlu günleri mutlak gelen gündedir.”

Mete Kaan KAYNAR