Türkiye’de Toprak İşgalleri ve Yerel Direnişler*

Türkiye’de 2000’lerin ortasından itibaren, özellikle inşaat ve enerji sektörleri lehine yapılan bir dizi idari ve hukuki düzenleme yoluyla, kırda mera, orman, su ve dağ gibi “orta mallar”ın, kentte hazine arazileri, kamu mülkiyetindeki binalar ve park, kent içi orman ve kıyılar gibi “kamu taşınmaz kaynakları” statüsündeki alanların sermayenin temellüküne açıldığına şahit oluyoruz. Bu süreç 2000-2001 ekonomik krizini aşmak için benimsenen sermaye birikim rejiminin öngördüğü ekonomik büyüme programının önemli bir veçhesini oluşturuyor; bu doğrultuda devletin yasal, bürokratik ve mali gücü bu dönüşümü mümkün kılmak için harekete geçiriliyor.[2] Kalkınma söylemi ve yeni rant dağıtımı mekanizmalarıyla meşrulaştırılan bu ekonomik büyüme modeli, kırsal ve kentsel topografyayı altüst ederek nüfusun geniş bir kesiminin yerinden edilmesine yol açıyor, mekânsal sosyalizasyon ağlarını parçalayarak kentli ve kırsal mekânsal aidiyet biçimlerini dönüştürüyor. Salt iktisadi olmayan ve iktisat dışı mekanizmalarla gerçekleştirilen bu sosyomekânsal dönüşümü nasıl adlandırmalı?

Haziran 2013’te dönemin Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker’in AKP’li işadamlarıyla gerçekleştirdiği bir toplantında Ethem Sancak’ın sarf ettiği sözler, bahsi geçen sürecin nasıl tanımlanması gerektiğine dair ilginç bir fikir veriyor. Sancak şöyle diyor:

Yem sorununa 80 yıl önceki bu ülke kurucuları bir gem vurmuşlardır.

Sovyetik bir anlayıştaydılar. Ve meralarımızı bütün halkın malı ilan ederek mahvettiler. Mera çitlenmiyor, bakılamıyor çünkü bütün halkın malı. Bir şey bütün halkın malı olursa bakılamıyor çünkü halkın malı. Bir şey bütün halkın malıysa yağmalanır. İnsanlık tarihi bunu böyle gösterdi. [….] Çok şükür Tarım Bakanımız geçen ay çok büyük bir devrim gerçekleştirdi. Bence sessiz bir devrim. Ve merayı çitlenebilir hale getiren kanunu çıkarttılar. Bunu nasıl başardılar bilmiyorum ama anayasal bir sorundu. Ama yaptılar bunu sonuçta. Şimdi ben çok umutluyum. Bu kanun çıktıktan sonra petrolden de daha önemli zenginliğimiz olan meralarımız el birliğiyle işleriz. Bunları servete dönüştürürüz. Sayın Bakan’a bir tarım gönüllüsü olarak şükran borçluyum.[3]

Ethem Sancak’ın sessiz devrim olarak tanımladığı değişiklikler meraların tahsisine yönelik –özel sektör yatırımcılarının kiralama şartlarını değiştirmek, kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı ilan edilmesi halinde tahsisinsin değiştirilmesi, 3. Köprü inşaatı gibi– düzenlemeleri içeriyor. İlginç olan, Sancak’ın ifadelerinin 16-19. yüzyıllar arasında İngiltere’de kolektif kullanım rejimine tâbi toprak, orman ya da suların “çitlenerek” özel mülkiyete tâbi kılınmasının, bu alanları verimli kılacağını ileri süren “iyileştirme” yazınıyla müthiş bir yakınlık taşıması.[4] Diğer yandan, Sancak, Garret Hardin’in 1970’lerden itibaren küresel ölçekte ortak alanların gaspına dayanan “neoliberal çitlemeler” olarak adlandırılacak sürecin amentüsü haline gelen “Müştereklerin Trajedisi” (1968) metnine referans vermese de, Hardin’e benzer şekilde mera gibi ortak alanların müşterek kullanımının yaratacağı yağmanın önüne ancak bu alanların özelleştirilerek “çitlenmesi” yoluyla geçileceğini iddia ediyor.[5]

İşin daha da ilginç yanı, Sancak’ın konuşmasının yayınlandığı Gezi direnişi sonrası dönemde “çitleme” mefhumunun eleştirel sosyal bilimler ve toplumsal hareketler alanlarının eleştirel söz dağarcığına da girmiş olması. Bu dönemde Marx’ın ilk birikim tezine atıfla geliştirilen “neoliberal çitlemeler” ya da “mülksüzleştirerek/el koyarak birikim” kavramsallaştırmaları enerji ve inşaat odaklı sermaye birikim süreçlerini derinlemesine kavramak açısından oldukça kullanışlı görünüyordu.[6] Benzer şekilde müşterekler ve müşterekleştirme pratikleri kavramları kırda HES ve termik santral inşaatlarına ve maden yatırımlarına karşı ortaya çıkan yerel direnişleri ve kentte mahallelere yönelen kentsel dönüşüm tehdidine ve kamu arazilerinin ve mülklerinin satışına karşı yükselen toplumsal muhalefeti anlamak için yeni bir bakış açısı sağlıyordu. Sancak’ın “insanlık tarihi bunu böyle gösterdi” diyerek imlediği trajedi yerine, sosyal bilimciler ve aktivistler dayanışma, paylaşım, demokrasi gibi ilkelere dayanan başka bir insanlık tarihini ve şimdisini gözler önüne seriyordu.

Çitleme ve müşterekler kavram çifti, günümüzde neoliberal sermaye birikim süreçlerinin yeni ve yaygınlaşmış bir aşamasını tanımlamak için kullanılsa da Türkiye’de toprak üzerinde bu dönemi önceleyen ve mekânsal yaygınlık ve dönemsel yoğunluk içeren iki çitleme dönemi ayırt edebiliriz. İlki 19. yüzyılda 1847 Tapu Nizamnamesi ve 1858 Arazi Kanunnamesi gibi toprak üzerinde yapılan düzenlemelerle başlayan ve Yücel Terzibaşoğlu’nun ifadesiyle “toprak üzerindeki tasarruf hakları rejiminin hem içeriğini hem de mülkiyet tanımını” temelden değiştiren dönem.[7] Toprak üzerinde ilk “özelleştirme dalgası” olarak tanımlanabilecek bu dönem “cemaaten tasarruf edilen meralar, ormanlık alanlar ve köy ortak malları üzerindeki toplu tasarruf haklarında aşınmaya ve kadim hakların ceza konusu haline gelmesine” işaret eder.”[8] İkinci “çitleme harekâtı” tarımdaki modernleşmeyle birlikte 1950’lerden itibaren ortaya çıkar. İkinci dalga, ilki gibi devletin idari ve hukuki düzenlemelerine dayanmaz, fakat tüm coğrafya üzerinde yaygınlık ve yoğunluk kazanır. Bu yazıda üzerinde duracağımız bu dönemde tarımın modernleştirilmesi için büyük miktarda dış yardım ve kredi (Marshall yardımları gibi) aktarılması sonucunda tarım sektöründe altyapı ve teknoloji bakımlarından büyük çaplı gelişmeler ve yapı değişiklikleri yaşanır.[9] Bu dönüşümün ilk elden sonuçlarından bir tanesi toprak sahiplerinin işleyecek daha fazla araziye ihtiyaç duyması ve çoklukla topraksız ya da az topraklı köylüler tarafından müştereken kullanılan hazineye ait toprakların peyderpey gasp etmesi olur. Buna karşı, modern Türkiye’nin ilk ve belki de en büyük (ve üzerinde en az konuşulan) köylü toprak işgal hareketi ya da bu yazının terminolojisiyle “çitleme karşıtı” direnişler ortaya çıkar.

68  ruhu

Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler

Ansiklopedisi’nde yayınlanan “68’in Mirası” başlıklı yazısında Ragıp Zarakolu “1968 yazı başında bütün Türkiye üniversitelerini kaplayan boykot ve işgal dalgası[nın], diğer toplumsal kesimlere de yeni bir eylem ve kendini dile getirme aracı” sunduğunu; öğrencilerden başlayarak “işçilerden seyyar satıcılara, köylülerden küçük burjuva katmanlarına, kız enstitülülerden hemşirelere dek” çok farklı toplumsal kesimlerin, “farklı boyut ve yaygınlıkta bir ‘fiili isyan’” duygusunu yaşadığını belirtir.[10]

Zarakolu işgalin ilk olarak üniversitelerde başladığını söylese de, topraksız köylüler, “fiili isyan duygusu” henüz aygınlaşmadan önce, 1950’lerden itibaren hazine topraklarını gasp eden toprak ağalarına karşı bazıları işgal biçimi alan eylemler gerçekleştirmiştir.[11] Bu dönemde sıklıkla James C. Scott’un tabiriyle “sessiz direniş” biçimini alan bu mücadelelerin farklı yerel düzeylerde izlerini sürmek oldukça güç, zira bu mücadeleler ne arşivlere girecek ne de haber değeri taşıyacak kadar görünürdür.[12] Yine de 1950’lerde makineleşme nedeniyle ortaya çıkan işsizliğe karşı köylülerin öfkelerini makinalara yöneltildiğini görürüz. Örneğin, Burak Gürel, Yaşar Kemal’in Çukurova’daki yoksul köylülere dair gözlemlerine dikkatimizi çeker:

Düşmanlıklar da türlü türlü… Kimisi, bir traktörün en can alıcı yerini söküp parçalıyor, kimisi Çukurova’daki bütün motörleri imha edecek çareler düşünüyor. Bunlardan birisi aylarca düşünüp taşınmış, toptan imha için aradığı çareyi bulmuştu. Zımpara tozunu traktörlerin motörlerine atmak. Tabii bunu hiçbir zaman tatbik edemedi. Düşmanlık, topraksızlıktan doğuyor. Topraksızların, traktöre bir diş gıcırdatışları var ki…[13]

Kemal Çukurova köylülerin öfkesini kaydetmiş olsa da bu hissin Türkiye’nin dört bir yanındaki topraksız köylülerce paylaşıldığını tahmin edebiliriz. Zira bu sessiz “dip dalga” 60’larda yükselmeye başlayan politik ve toplumsal mobilizasyonla birlikte, ortaklaşan talepleri, örgütlenme biçimi ve eylem repertuvarı olan toplumsal bir harekete dönüşür. Masis Kürkçügil, 67-71 arasında köylülerin, devlet ya da aşiret zorlaması olmadan “kendilerinin bir özne olarak” tarihe geri döndüklerini söyler. Gerçekten de “68,” büyük kentlerde ayaklanan öğrenci ve işçilerin yanı sıra kırda “[b] üyük toprak sahipleri karşısında toprak, tefeci-tüccar ve devlet karşısında adil değişim” talepleriyle mücadele eden yoksul ve topraksız köylüler ve küçük üreticilerinin de hareketidir.[14]

Toprak işgali, 1967’de Antalya’ya bağlı Elmalı köylerinde, Avlan Gölü’nün taşkınlarından geriye kalan arazileri süren topraksız köylülerin ekinlerinin ağalar tarafından traktörlerle ezilmesiyle görünür olur ve yaygınlaşır.[15] Elmalı’ya önce ODTÜ SFK ve SBF Öğrenci Derneği’nden gruplar desteğe gider.

Ardından CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit köyleri ziyaret eder ve toprak işgallerinin sloganı haline gelecek “toprak işleyenin su kullananın” cümlesini Elmalı’da sarf eder.[16] Elmalı köylülerinin direnişi, topraksız köylü mücadelelerinin sembolik başlangıcı haline gelir; yaygınlaşacak eylem formu, politik talepleri ve toprak mücadelesi etrafında örgütlenecek farklı politik aktörler arasındaki karşılaşmaların ilk adımları burada atılır. Hareket, Mart 1971’de Maraş’ın Pınarbaşı köyünde gerçekleşen işgale dek kesintisiz olarak devam eder. Bu toprak direnişlerinin sayısı 1970 yılı sonunda 146’yı bulur. Cevat Geray’ın verdiği listeye göre 1967’de 10, 1968’de 13, 1969’da 27, 1970’de ise 96 tane toprak işgali gerçekleşir.[17]

Toprak işgallerinin 67-71 gibi kısa bir zaman aralığında bu denli farklı bölgelerde ortaya çıkışını anlamak için tarımsal ve toplumsal yapıdaki değişimlere odaklanmak gerekir. Bu yapılmadığı takdirde, tarımsal üretim ve köylülerin refah düzeyi açısından pozitif değerlere sahip 1960’lar döneminde toprak işgallerinin ortaya çıkışını yorumlamak mümkün olmaz.[18] Dönemin ilk toprak işgali olarak değerlendirilen 1967 Elmalı direnişine katılan ve bir süre civar köylerde araştırma yapan Sezgin Tüzün’ün Aydınlık (1970) dergisinde yayımlanan yazısı, toprak işgallerini zorunlu kılan nesnel koşulları anlamak açısından bilgilendiricidir. Tüzün, Elmalı köylerindeki toprak işgallerinin, “toplumsal yapıdaki ve daha özel olarak tarımsal yapıdaki gelişim sürecinin (kapitalistleşme sürecinin) yansıması olarak geliştiğini” ileri sürer.[19] Tüzün’e göre toprak işgallerine yol açacak çatışmaların yapısal zemini, 1950’lerin ortalarından itibaren tarımda makineleşme, özellikle traktörün ve biçerdöverin üretime sokulmasıyla üretim ilişkilerinin dönüşümüyle ortaya çıkmaya başlar. Bu döneme kadar tarımsal üretim, “toprağın mülkiyetini elinde bulunduran ağa ile tasarrufu elinde bulunduran köylünün ortakçılık şeklinde yaptığı üretim”e dayanır. 1950’lerden itibaren “[y]eni bir üretim tarzının üretim araçlarının üretime sokulması” emek talebini düşürür, toprak talebini artırır. Tarım dışı sektörlerde iş imkânlarının çok sınırlı oluşu, ağanın köylüleri tümüyle topraklarından sürebilmesine engel olur.[20] Dolayısıyla, topraktan kopamayan ve ortakçı olarak üretime katılamayan köylü ile elinde tuttuğu toprağı niceliksel olarak artırmak zorunda olan ağa arasında çatışma ortaya çıkar. Toprak sahipleri, köylülerin “kadimden beri” kullanageldikleri çoğu tescillenmemiş hazine arazilerini fiilen mülkiyetlerine geçirerek ekim yapmaya girişir, köylüler de kimi zaman hukuki itiraz yoluyla ama çoklukla ekimi durdurmaya çalışarak, traktörleri sabote ederek bu gaspın önüne geçmeye çalışır.

Tarımda makineleşmeyle 1950’lerden itibaren ortaya çıkan yapısal çelişki, 60’larda yükselen politik ve toplumsal hareketlerin etkisiyle Türkiye’de daha önce benzeri görülmemiş kendiliğinden bir köylü hareketine yol açar. Bu dönemde toprak işgalleri özellikle Ege Bölgesi’nde yoğunlaşır. Bölgenin 19. yüzyıldan itibaren küresel dünya pazarıyla bütünleşmeye başlamış olması ile birlikte düşünülebilecek bu yoğunlaşma kamuoyunda şaşkınlık yaratmışa benzemektedir. Örneğin Suat Aksoy, 60’larda sürmekte olan toprak reformu tartışması çerçevesinde reforma doğrudan karşı çıkamayanların reformun “bölgesel” olarak uygulanmasını savunduğunu ve işe “toprak ağalığının en çok hakim olduğu ve hala feodal kalıntısı ilişkilerin hüküm sürdüğü Doğu bölgesinden başlanılmasını” önerdiklerini yazar.[21] Aksoy’a göre İzmir “Atalan ve Göllüce olayları, bu iddiaların […] ne kadar mesnetsiz olduğunu” açıkça ortaya koyar. Zira “Doğu’da olduğu kadar Batı’da da köylümüzün yoğun bir toprak isteği” bulunmaktadır.[22] Demokrat İzmir gazetesi “Ege Bölgesinde Gizli Gizli Toprak Reformu Yapılıyor” başlıklı haberinde Ege’de sürmekte olan toprak işgallerini “hayret” içerisinde duyurur. Haberde, “öğrendiğimize göre, 27 Mayıs Devriminden bu yana, İzmir İli sınırları içerisinde sessiz sedasız bir toprak reformu yapılmaktadır. Selçuk yakınlarındaki Belevi Gölü bir süre önce kurutulmuş ve kurutulma sonunda ortaya çıkan topraklar, çevre köylüleri tarafından paylaşılmıştır. Aynı durum, yine Selçuk’taki Çakal gölünün kurutulması sırasından meydana gelmiş, köylüler bu topraklara da el koyarak sahiplenmişlerdir,” denilir.[23] Gerçekten de muhtemelen gizlice sürmekte olan köylü toprak işgalleri 1969’da İzmir’in Torbalı ilçesine bağlı Atalan ve daha sonra Göllüce köylerinde toprak ağalarının hazine arazilerini çitlemelerine karşı ortaya çıkan direnişin ardından görünürlük kazanır. Bu iki köyde ama bilhassa Göllüce’deki toprak işgallerinin büyümesi, yukarıda bahsi geçen yapısal koşulların yanı sıra bir dizi öznel koşulun varlığıyla birlikte anlaşılabilir.

Göllüce’de işgal

Göllüce bugün İzmir’in Torbalı ilçesine bağlı 614 nüfuslu bir Alevi köyü. 19. yüzyıl ortalarına ait temettuat defterinde Göllüce, kime ait olduğu belirtilmeyen 37 haneli “köy haline gelmiş bir çiftlik” olarak tarif edilir.[24] 19. yüzyıl sonlarında Tire’ye göç eden Adnan Menderes’in dedesi Hacı Ali Paşa Göllüce bölgesindeki toprakların büyük bölümünün mülkiyetine geçirir. Hacı Ali Paşa’nın bu topraklara nasıl sahip olduğunu bilemiyoruz fakat bu dönemde toprak gaspına dayalı bir çitleme sürecinin yaygın olduğunu ve toprak üzerinde özel mülkiyetin kuruluşunun yereldeki güç ilişkileri tarafından şekillendiğini biliyoruz.[25] 1960’lara geldiğimizde köyün hemen bitişiğinde Hacı Ali Paşa’nın torunu ve Adnan Menderes’in halası Mesude Evliyazade ve eşi İzmir’in ünlü tüccar ailelerinden Nejad Evliyazade’ye ait Evliyazade Çiftliği yer alır. Köylülerin “Hanımağa” olarak adlandırdıkları Mesude Evliyazade ve Göllüceliler arasında yıllardır süregiden bir toprak “çekişmesi” söz konusudur. Evliyazadeler söz konusu araziler üzerinde Osmanlı tapularına dayandırdıkları özel mülkiyet iddiasını ileri sürerken, köylüler kadim kullanım hakkına dayalı müşterek bir sahiplik iddiasında bulunur.[26] 1940’lara kadar Evliyazade Çiftliği’nde önce yarıcılık sonra da buğday, pamuk, vb. ekim ve hasat dönemlerinde ırgatlık yapan Göllüceliler, Evliyazade Çiftliği’nde kullanılan modern tarım teknolojilerinin verimliliği artırarak üretimde emek talebini azaltması üzerine, ortakçılık vasfını yitirirler.[27] Buna mukabil, ekim yapacak daha fazla toprağa ihtiyaç duyan Evliyazadeler, köylülerin özellikle hayvan otlatmak, yiyecek ot ve yakacak toplamak ve sınırlı oranda tarım yapmak için kullanageldiği Küçük Menderes kıyısına uzanan hazine arazilerini peyderpey gasp etmeye başlar.

1968 yılı boyunca Torbalı’da yapılan kadastro ölçümlerinin tamamlanması ve Hanımağa’nın gasp ettiği arazilerin şahsi mülkiyetine tescillenmiş olduğunun anlaşılması aktörler arasındaki çatışmada bir kırılma yaratır. Abdullah Aysu’nun belirttiği gibi kadastro zamanlarında ağalar gasp ettikleri hazine topraklarını resmi olarak mülkiyetlerine geçiriyorlar, yetkililer ise bu gaspa “tapu fazlası” diyordu.[28] Bölgede kadastro ile tescillenen hazine arazisi gaspına karşı ilk işgal, Göllüce’nin komşu köyü Atalan’da 28 Ocak 1969’da gerçekleştirilir.

Göllüce’deki kadastro çalışmalarının 18 Kasım 1968 tarihinde kesinleştirilmesinin ardından, Torbalı Mal Müdürü tarafından 13 Aralık 1968’te “tapu fazlası” olan topraklar İzmir Tapulama Müdürlüğüne bildirilir.[29] Kadastro ölçümlerinin açıklanması, 1969’un ilk aylarının hareketli politik atmosferinde köylü ve ağalar arasında sürmekte olan toprak ihtilaflarının görünür kılınması için bir fırsat olarak görünmüş olmalıdır. Evliyazadeler’in hazineye ait olan Küçük Menderes kenarındaki toprakları sürdürmeye başlaması üzerine köylüler traktörleri durdurmaya kalkışırlar. Bu eylemi takiben 2 Şubat’ta sabaha karşı otlaklara hayvanlarını sokarlar.

Yaklaşık üç ay süren işgalin gündelik hayatına dair bilgilerimiz oldukça sınırlı olsa da köylülerin Evliyazadeler’in çektiği dikenli telleri yıkarak, hayvanlarını merada otlatmaya çıkardıklarını gazete haberlerinden takip edebiliyoruz. Hayvan otlatmanın yanı sıra ele geçirilen arazilerde köylülerin ortaklaşa ekim yaptığını da görüyoruz. Köylülerin ekim yaptıkları arazilerin jandarma zoruyla boşaltıldığını ve tekrar ekim yapıldığını ya da ekim yapılan arazilerin genişletildiğini anlıyoruz.

İşgal farklı politik aktörler tarafından da desteklenir. CHP işgallerin taleplerini politikleştirecek dili oluşturur, Fikir Kulübü Federasyonu eylem ve örgütlenme biçiminin sürdürülmesinde önemli rol oynar. İki örgütün kırsal sınıf yapısına ve sınıf mücadelesi stratejisine dair düşünceleri ve ideolojik yönelimleri farklılaşsa da her iki grup da bu işgalleri kendi siyasetlerini doğrulayacak ve güçlendirecek alanlar olarak benimserler. Öte yandan toprak reformu bütün köylüleri ve politik aktörleri birleştiren ortak bir taleptir. Kadir Dede’nin ileri sürdüğü gibi, yeni Anayasa bu işgaller açısından gerçekten de siyasi bir öznedir.[30] Köylüler Anayasa’nın köylülerin topraklandırılmasını öngören 37. maddesine dayanarak işgallerini gerekçelendirirler; devrimci öğrenciler ve siyasetçilerin dayanışmalarını kurduğu ve mücadelelerini ortaklaştırdığı temel husus yine Anayasa ve toprak reformu talebidir.

İşgal, 1970 yılında kura usulüyle belirlenen 32 ailenin Küçük Menderes kıyısında onar dekarlık tarım arazisine sahip olmasıyla sonuçlanır. Araziler yerel idare tarafından bir toprak ağasıyla yapılan görüşmeler sonucunda devlet tarafından satın alınır ve Ziraat Bankası’ndan kredi ile borçlandırılarak köylülere satılır. Bu dağıtım öncelikle köyde mücadelenin sönümlenmesine yol açar ve köy içerisinde toprak sahipliğine dayalı bir eşitsizlik yaratır. Fakat bu, çiftlik ve köylü arasındaki çekişmenin bittiği anlamına gelmez. Kadastro işlemleri sırasında ortaya çıkan “tapu fazlasının” düzeltilmesi için Torbalı Tapulama Müdürlüğünce açılan dava 1974’te sonuçlanır ve Mesude Evliyazade adına tescil görmüş araziler Maliye Hazinesi’ne devredilir. Fakat Evliyazadeler’in şahsi mülkiyetine kayıtlı kalan arazi, köy ve mera olarak kullanılan hazine arazileri arasında kalır. Dolayısıyla köylülerin meralara ulaşımı bu sefer hukuken tescillenerek engellenir. Bu durum toprak çatışmasının süreklilik kazanmasına sebep olur. Anlaşıldığı kadarıyla köylüler tarafından aileyle sürdürülen müzakere ve çatışmalarla meraların bir kısmı fiilen köylülerin kullanımına geçer. Köylülerin aktardığına göre bu kullanım, çiftlik sahipleriyle dönemsel müzakerelerle belirlenir. Dolayısıyla köylüler özel mülkiyete tabi meraları günlük kullanımlarıyla müşterekleştirirler.

2015 yılında Evliyazade Ailesi çatışmaya konu olan arazilerini Defne Tarım Hayvancılık Gıda Üretim ve Ticaret A.Ş.’ye satar.[31]  Şirketin söz konusu merayı çitlerle çevirmesi üzerine kendilerine “Milli Birlik Komitesi” adını veren köyden yaklaşık 30 genç erkek önce sınır ölçümleri sırasında dikilen direkleri indirir, daha sonra köyde geniş katılımlı toplantılar düzenleyerek kolektif direnişe geçilmesi kararını alır. Köylüler şirketin diktiği çitleri indirerek hayvanlarını otlatmaya Köylüler Anayasa’nın köylülerin topraklandırılmasını öngören 37. maddesine dayanarak işgallerini gerekçelendirirler; devrimci öğrenciler ve siyasetçilerin dayanışmalarını kurduğu ve mücadelelerini ortaklaştırdığı temel husus yine Anayasa ve toprak reformu talebidir. Buna karşılık şirket hayvan ve insan geçişini önlemek için jandarma eşliğinde hendekler kazar, bu hendekler kadınlar tarafından kapatılır. Yaklaşık bir yıl süren mücadelenin ardından şirketin satın aldığı ve içerisinde tapusuz 25 kadar hane ve ağılın yer aldığı parsel Torbalı Belediyesi tarafından satın alınır ve köylülerin bu alanı kullanmasına bir nevi göz yumulmaya devam edilir. Ayrıca şirket kendi arazisi içerisinde köylülerin hayvanlarını hazine arazisi olan meralara çıkartmaları için geçiş yolu olarak kullanabileceği bir alan açar.

Şimdiye dair

Göllüce’de çitleme ve müşterekleştirme arasındaki ikili hareketin gelecekte nasıl devam edeceğini bilemesek de, mücadele bugün hâlâ devam ediyor. Köylüler, farklı tarımsal üretim alanlarını içerecek bir üretim kooperatifi kurmayı planlıyor, diğer yandan da şirketin mera arazilerinin çitleri arasından hayvanlarını sessizce geçirerek hazine arazisi olan meralara çıkartıyor, şirket arazisinden ot, salyangoz ve yakacak odun toplamaya devam ediyor.

Göllüce’nin hikayesi farklı dönemlerde toprak çitlemelerinin ve buna karşı toprağı köylülerin ortak kullanımına tâbi kılmaya çalışan müşterekleştirme eylemlerinin izini sürebileceğimiz istisnai bir vaka gibi görünüyor. Diğer yandan bugünün neoliberal çitlemelerine karşı farklı yerellerde ortaya çıkan direnişleri de geçmişteki çitleme dalgalarını yarattıkları mülksüzleştirme ve proleterleştirme dinamikleriyle birlikte okumak gerektiğini gösteriyor. Yerel sadece verili fiziki bir mekân değil aynı zamanda geçmişte farklı yerel aktörler arasındaki güç ilişkileri çerçevesinde şekillenen toplumsal bir uzamdır da. Bu nedenle, bugünkü çitlemelerin ve karşı mücadelelerin seyri çoklukla geçmişteki farklı mülksüzleştirme süreçleri tarafından belirlenir. Dolayısıyla, mücadelelerin “şimdisi” görünmez kılınmış ama mekâna yazılı tarihsel çatışmaları da içerir. Bugünün yerel direnişlerini geçmişteki mücadelelerle birlikte okumak sosyal bilimcilerin analizini derinleştirmekle kalmaz, politik stratejiler geliştirmek açısından da önem arz eder.

Böylesi bir bakış geçmişin mücadelelerinden öğrenmemizi de mümkün kılıyor. Her ne kadar 1960’larda görünür hale gelen çitleme ve toprak işgali formunda ortaya çıkan müşterekleştirme eylemlerinin toplumsal, siyasi ve iktisadi bağlamı bugünün çitlemelerinden farklılık arz etse de dönemin mücadelelerinin kazanım ve başarısızlıkları bizler için yol gösterici olabilir. Örneğin 1969 işgalinde 17 yaşında olan Haydar Teker “biz o zaman Ali’nin Veli’nin devrimini yaptık, gerçek devrim, bildiğiniz gibi böyle değildir” diyerek geri dönüp baktığında direnişe dair taşıdığı hayal kırıklığını ifade ediyor.[32] Teker, parçalı yerel ve tekil hareketlerin kaybetmeye mahkûm olduğunu dile getiriyor. Buna karşı, Ertuğrul Kürkçü dönemin devrimci örgütlerinin köylü eylemlerine verdiği desteğin, kır ve kent direnişleri arasında örgütsel bir bağ kuramamış olsa da bir “ruh hali,” “görünmez bağlar ve sempatiler” yaratmayı başardığını ileri sürer.[33] Gerçekten de toprak işgalleri kırda devrimci ve direngen bir his yaratmıştır. Fakat bu hisse sürekliliğini verecek maddi toplumsal ilişkilerin zemini yaratılmadığı takdirde “görünmez bağlar ve sempatiler” yitip giderler. Örneğin, Teker 1970’te yapılan kura usulü gerçekleşen toprak satışının direnişi kırdığını dile getiriyor ve köylülerin en büyük hatasını tarımsal üretimi müşterekleştirecek bir model geliştirmemiş olmalarında buluyor. Bu şekilde, savunulan müşterek alanların, müştereken idaresini sağlayacak kurumlarını yaratılmasının önemini vurguluyor. Bugünün mücadeleleri açısından da “ne yapmalı” sorusunun cevabı, Teker’in ısrarla altını çizdiği gibi, savunulan müşterek alanların dayanışmacı, paylaşımcı ve demokratik ilkelerle işleyen piyasa ve devlet dışı kurumlarını yaratmakta yatıyor.


[1] Bu yazıya konu olan alan araştırmasından hareketle daha önce sırasıyla şu makaleler kaleme alındı: Begüm Özden Fırat, “Mülkiyet ve Müşterek: Göllüce’de Toprak Mücadelesi,” Toplum ve Bilim, no. 142, (2017): 105-133; “Köylüler, Devrimciler, Toprak, İşgal: Bitmeyen ’68,” İsyan, Devrim, Özgürlük: 50 Yıl Sonra 1968 içinde, der. Ömer Turan, (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, yayım aşamasında)

[2] 2 Ümit Akçay ve Ali Rıza Güngen, Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği (İstanbul: Nota Bene, 2014).

[3] http://kiyamet-projesi.blogspot. nl/2013/06/tarim-bakani-ve-isadamlari[3]ses-kaydi.htm

[4] Bkz. E.P. Thompson, “Görenek, Hukuk ve Genel Haklar,” Avam ve Görenek içinde, çev. U. Kocabaşoğlu (İstanbul: Birikim Yayınları, 2006). Marx tarafından “ilk birikim” adı altında incelenen çitleme süreci, emek gücünü ve toprağı metalaştırdığı için kapitalist sermaye birikiminin önkoşulu olarak görülür. Bkz. Karl Marx, Kapital Cilt: I, Ekonomi Politiğin Eleştirisi, çev. N. Satlıgan ve M. Selik (İstanbul: Yordam, 2011)

[5] Garrett Hardin, “Müştereklerin Trajedisi,” Herkesin, Herkes İçin içinde, der. B. Akbulut, F. Adaman, U. Kocagöz (İstanbul: Metis, 2017): 25-43

[6] Sırasıyla, Midnight Notes Collective, “The New Enclosures,” New Enclosures, (New York: Autonomedia, 1990) ve David Harvey, Yeni Emperyalizm, (İstanbul: Everest Yayınları, 2004).

[7] 7 Yücel Terzibaşoğlu, “Eleni Hatun’un Zeytin Bahçeleri: 19. yüzyılda Anadolu’da Mülkiyet Hakları Nasıl İnşa Edildi?,” Tarih ve Toplum: Yeni Yaklaşımlar, sayı 4, (2006): 122

[8] Terzibaşoğlu, a.g.e., 129.

[9] Burak Gürel, “Türkiye’de Kırda Sınıf Mücadelelerinin Tarihsel Gelişimi,” Devrimci Marksizm, no. 91, (2008).

[10] Ragıp Zarakolu, “68’in Mirası”, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi içinde, (İstanbul: İletişim Yayınları, 1988), 2098.

[11] Bkz. Abdullah Aysu, “Osmanlı’dan Günümüze Köylü Mücadeleleri”, Köylülükten Sonra Tarım içinde, der. A. Aysu ve M.S. Kayaoğlu, (Ankara: Epos, 2014), 613-670; Fikret Babuş, Devrim Havarileri: 68 Hareketinin Köy Eylemleri, (İstanbul: Ozan Yayıncılık, 2011).

[12] James C. Scott, Weapons Of The Weak Everyday Forms of Peasant Resistance, (New Haven, London: Yale University Press, 1985)

[13] Gürel, a.g.e., 96

[14] Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, (İstanbul: İletişim Yayınları,1988), 2136

[15] Babuş, a.g.e., 136.

[16] Yavuz Yusuf, “Elmalı Ovasında Devrim Provası,” 1 Kasım 2009, https://www.acikgazete.com/elmal-ovasnda-devrim-provas/, (erişim tarihi 10 Temmuz 2018).

[17] Cevat Geray, Planlı Dönemde Köye Yönelik Çalışmalar: Sorunlar Yaklaşımlar Örgütlenmeler, (Ankara: Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayınları, 1974), 366. Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’ne göre 67-71 döneminde gerçekleşen toprak direnişlerinden bazıları şöyledir: 1969 Şubat’ta Tokat’ın Uzunburun köyünde ve Torbalı’nın Kortuna, Pancar, Kuşçuburun köylerinde köylüler ağalara ait bir bölüm toprakları hazine toprağı ilan ettikten sonra ortaklaşa sürer. 1969 Nisan sonlarında Gaziantep, Oğuzeli ilçesi Karadibek köylüleri, başkalarına kiraya verilmek istenen üç bin dönüm ağa toprağına el koyarlar. Antalya’nın Manavgat ilçesi Çolaklı köyünde ağaların 350 dönüm araziye el koymak istemeleri üzerine köylülerle ağaların adamları çatışır; köy jandarma komandoları tarafından kontrol altına alınır ve 13 köylü tutuklanır. Haziran 69’da Balıkesir, Dursunbeyli ilçesi Akyayla köylüleri hazine topraklarını işgal ederler. Gemlik’te Muratoba köylüleri yetersiz olan topraklarının baraj inşaatı dolayısıyla, karşılığında başka yer gösterilmeksizin, istimlak edilmesini protesto ederler. Erzurum’un Tekmen ilçesi ve Malatya, Düzyurt, Kelef, Hıdır, Çekaluk ve Madralı köylerinde ağaların köylülere ve hazineye ait toprakları sürekli olarak işgal etmeleri üzerine köylülerin silaha sarılarak ağalara başkaldırması sonucunda çıkan çatışmalarda köylüler ağaların adamları tarafından yaralanır. Ankara’nın Polatlı ilçesine bağlı köylerde de köylüler, Karailyas köyünü büyük toprak sahiplerinin olduğu gibi satın almasına karşı protesto gösterilerinde bulunurlar. Kırıkharmanı köyündeyse ağa topraklarına el konulur. Eylül 1969’da Silivri’ye bağlı Değirmenköy halkı Esece çiftliği sahiplerinin el koyduğu hazine topraklarının yarısını işgal eder. Hatay’ın Reyhanlı ilçesinin Varışlı köylüleri de ağanın işgal ettiği hazine arazisine girerek ekim yapar. 1970’te Adıyaman’ın Besni ilçesinin Araplar köylüleri ağa topraklarına el koyarlar. Adana’nın Irmakbaşı Kilise ve Küçükkaldırım köylüleri toprak ağalarına karşı mücadeleye girişirler. Mayıs’ta Olukpınar köylüleri ağanın gasp ettiği toprakları geri alırlar. Tire’nin Kızılcaavlu köylüleri ağanın çiftliğini basarak ambarlarını yakar, motorlarını dinamitler. Ağustos 1970’te Polatlı’da topraksız 30 köy halkı miting yapar. İzmir’in Tire ilçesinin Yenioba, Kızılcaavlu köylüleri ağa topraklarını işgal eder, Gaziantep’te Osmanoğulları, Kuzuyatağı, Nallıhan’ın Narlıdere, Pazarcık’ın Köskenli, Aslanbey, Zeyneppınar, Filo, Dedeler köylüleri ağa topraklarına el koyar, jandarmayla çatışır. Maraş’ın Emiroğlu köylüleri Hacı Ömer Ağa’nın hazineden el koyduğu toprakları işgal eder. Siverek’in Teşt köyünde, Şeyh Halit Gürpınar’ın gasp ettiği toprakları geri almak için giriştikleri mücadelede, köylü önderi Ali Rıza Keskin, Gürpınar’ın adamları tarafından öldürülür. (STMA, 1988: 2151-2152).

[18] 8 Emin Alper, “Reconsidering Social Movements in Turkey: The Case of the 1968-71 Protest Cycle,” New Perspectives on Turkey, (2010): 63-96.

[19] 9 Sezgin Tüzün, “Elmalı Toprak İşgali Üzerine bir Deneme,” Aydınlık, no. 16, (1970): 272

[20] Tüzün, a.g.e., 272

[21] Suat Aksoy, “Atalan ve Göllüce Olayları”, Milliyet, 10 Şubat 1969, 2.

[22] Aksoy, a.g.e., 2.

[23] Demokrat İzmir, “Ege Bölgesinde Gizli Gizli Toprak Reformu Yapılıyor,” 5 Nisan 1969, 1

[24] Ertan Gökmen, “XIX. Yüzyıl Ortalarında Tire Kazası Çiftliklerinin Sosyal ve Ekonomik Durumu” CBÜ Sosyal Bilimler Dergisi, no. 13 (3), (2015): 203.

[25] Bkz. Terzibaşoğlu, a.g.e., 2006 ve Huri İslamoğlu, “Property as a Contested Domain: A Re-evaluation of the Ottoman Land Code of 1858”, New Perspectives on Property and Land in the Middle East içinde, der. R. Owen, (Cambridge: Harvard University Press, 2011). Şevket Süreyya Aydemir Hacı Ali Paşa için şöyle yazar: “Söylendiğine göre, bir süre de dağlarda silahlı olarak dolaşmıştır [….] Sonunda onun, belki bu gücüne ve itibarına da dayanarak, Tire taraflarında bir çiftliği kahya olduğu söylenir. Gene söylendiğine göre, işte bu kahyalık sırasındadır ki Ali, çiftliğin dul kalan hanımıyla evlenmiş, böylece de Ali Ağa olmuştur […] Bir gün saraydan kendisine, bir de sivil paşalık fermanı gelir […] Ali de böylece, idareye sadık bir hacı Ali Paşa oldu. Hem Küçük Menderes, hem Büyük Menderes havzalarında nüfuzunu kurdu. Tireli Hacı Ali Paşa olarak şöhret buldu… Fakat Anadolu’nun kanunu, bu paşanın hikayesinde de görürüz. Galiba kendilerine zararı dokundu sanan bazı Rum köylüleri, yahut o bölgede söylendiği gibi eşkiyası, Balkan Harbi’nden önce veya o sıralarda, Hacı Ali Paşa’yı pusuya düşürerek öldürdüler.” Şevket Süreyya Aydemir, Menderes’in Dramı, (İstanbul: Remzi Kitabevi, 2006), 18-19

[26] Göllüce vakasını toprak üzerinde özel mülkiyetin kuruluşuyla ve özel mülkiyetin yarattığı toplumsal çatışma eylem ve söylemleri çerçevesinde değerlendiren bir yazı için bkz. Begüm Özden Fırat, a.g.e., 2017.

[27] Fatma İrfan Serhan, “Göllüce Dramı,” Cumhuriyet, 3 Mayıs 1962, 2

[28] Aysu, a.g.e., 2014.

[29] Hikmet Çetinkaya’nın aktardığına göre tapu fazlası oranları şu şekildedir: 1) 120 sıra numarasında Mesude Elmas adına kayıtlı gayrimenkul 275 bin 400 metrekare olarak tespit olunmuştur. Aslında 85 cilt, 22 sahife, 52 sırada bu gayrimenkul 210 bin metrekare tapuyu ihtiva etmektedir. 2) İlan cetvelinin 130 sıra numarasında Mesude Evliyazade adına kayıtlı gayrimenkul 995 bin 500 metrekare olarak teslim olunmuştur. Halbuki 72 cilt, ikinci sahife 63 sırada 91 bin 930 metrekare, diğeri 85 cilt, 76 sahife 98 sırada 400 bin, ceman yekûn 491 bin 930 metrekare olarak adına tapu bulunmaktadır. 3) İlan cetvelinin 133 sıra numarasında Mesude Evliyazade adına 427 bin 100 metrekare olarak görülmektedir. Halbuki 77 cilt, 72 sahife 100 sıra numara da bu gayrimenkul çok az miktardadır. Çetinkaya, “A. Menderes’in Halası’nın Arazisi İşgal Edildi,” Cumhuriyet, 3 Şubat 1969, 1

[30] Kadir Dede, “Altmışlı Yılların Siyasal Gündemi ya da bir Siyasal Özne Olarak 1961 Anayasası,” Türkiye’nin 1960’lı Yılları içinde, der. M.K. Kaynar, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2017), 809-843

[31] 1 Şirketin satın aldığı yaklaşık 1200 dekar araziyi nasıl kullanacağı açıklanmamış durumda. Çiftlikteki az sayıdaki büyükbaş ve küçükbaş hayvana bakan çalışanlar meraların yonca üretimi için kullanacağını belirtiyorlar. 2018 itibariyle şirket meraların etrafını çevirmek dışında bu alanda herhangi bir çalışma yapmamış vaziyette. Bunda köylülerin direnişin etkisi olsa gerek.

[32] Ali Haydar Teker’le görüşme, Göllüce, 25 Mart 2018.

[33] Ertuğrul Kürkçü, “Devrimci Gençlik Hareketi Üzerine,” Pratiğin Aklı Teorinin Heyecanı içinde, (Ankara: Dipnot 2014), 153

Begüm Özden FIRAT
Latest posts by Begüm Özden FIRAT (see all)