Tanrılara Özgürlük

Mısırın ruhbanlarının mesnetsiz yakıştırmalarından illallah etmiş olan tanrılar; “yav bu iblisler bizi buraya tıkmış, hiç alakamız yokken karıştırdıkları her haltı bize mal ediyor, olmayan ağzımızdan her türlü yalanı uyduruyor, adak ve kurbanlarla ceplerini şişiriyorlar, dilimiz yok söyleyelim, sesimiz yok duyuralım, böyle tanrılık mı olur” diye dert yanıyor ama firavun Akhenaton onları duyuyordu.

Beri taraftan Mısır imparatorluğu, gözünü Fırat boylarına, Kenan’a, Suriye’ye, dikmişti. Her ne kadar öteki halkların tanrıları Mısır’da kabul görüyorsa da, Mısır tanrılarını öteki coğrafyalara kabul ettirmek güç görünüyordu.

İmparatorluğun hedefleri ve ruhbana çeki düzen verme ihtiyacı, Akhenaton’u harekete geçmeye mecbur ediyordu. Tüm tanrıların yerini alacak tek bir tanrı ilan edip, tek imparatorluk, tek firavun, tek tanrı, tek din demenin zamanı gelmişti.

Böylece Akhenaton, “Tanrılara Özgürlük” başlıklı tanrı hakları fermanı yayınlayıp, panteondaki esir tanrıları özgürleştirip, tapınakların kapılarına da kilit vurmuş, ruhbanın da, kendisinin de özgür kalmasını sağlamış ve ‘Atondan başka tanrı yoktur. Aton tasvir edilemez. O zamandan, mekandan ve kevniden münezzehtir. Bir şekli yoktur. Kevni alemi idrak edebilen duyularla idrak edilemez. Ona ritüel ve merasimle, kurban ve adakla, tapınak ve tavafla varılamaz. Onunla bir olmak, kalbini yalnızca ona açık tutmakla mümkündür. Tüm kainat Aton’un evidir, bundan böyle tanrı evi diye Teb’ı, Karnak’ı tavaf etmek putperestliktir’ diye buyurmuştu.

Tüm mülkler ve tapınak gelirleri de yeni tanrı Aton’a kalıyordu.  Mülk meselesi mühim çünkü, avcı toplayıcılığı terk ettiği andan itibaren, insan soyunun dini, ahlakı ve kültürü, mülkiyet üzerinde biçimlenmiştir. Krallar, tanrılık veçhelerini tapınağa koyduklarında kraliyet mülklerini de tanrı adına tescillemişlerdi. Böylece kralın malından çalmak tanrının malından çalmaktı, kralın mülkü için çalışmak ise tanrı için çalışmaktı.

Laf aramızda Sümer-Akkad tabletlerini okuyanların epeyce bir tanesi de, başlangıçta mülklerin krala değil tanrıya ait olduğu numarasını yutmuştu, ama biz Göbekli Tepelilerin torunlarıyız, buralarda işlerin nasıl yürüdüğünü, hangi şeytanın hangi melek kılığında göründüğünü biliriz az çok. Neyse.

Tanrı Aton’un herkese yakın olabileceği fikrinin çok önemli implikasyonları olmuştur kuşkusuz. Tanrılar ile kullar arasında getir götür işlerinden, muktedirlerin himayesinde, muktedir olmayanların maneviyatından beslenen devasa bir ruhban ordusu lüzumsuz hale gelmiş, onların tüy dökücü güzel kokulu müryağı masrafları bile epey bir fakir fukaranın karnını doyurmuştur muhtemelen.

Ruhban sınıf bu duruma isyan etmiştir diye düşünen yanılır. Kudrete, refaha ve imtiyazlara, nerede olursa olsun bulup, korona virüsü gibi yapışmak konusunda sekiz bin yıllık tecrübenin sahibi ruhban, isyan peşinde değil, imkan peşinde koşar. Tüm imkanlar da yeni firavunun elinde toplandığına göre, firavun onların tanrılarına değil, onlar firavunun tanrısına tapacaktır, işleri bu.

Akhenaton da, firavunlar hakkında ileri geri laf eden muhalif ruhbanı yanına çekmeyi tercih etmişti. Böylece onlar kendi tapınaklarının kapısında firavuna lanet okumayacak, firavunun kapısında eski tanrılarına lanet edeceklerdi.

Onların ünlülerinden biri de, Tutankamun’un çocuk yaşta ölümü üzerine, onun kraliyet ailesinden karısıyla evlenip tahtına el koyacak olan Ay adındaki kahindi. Hatun her ne kadar Tutankamun’un ölümü üzerine Hitit kralına mektup yazıp, Mısır kraliyet soyundan erkek kalmadığını, kendisiyle evlenmesi için Hitit kraliyet soyundan birini göndermesini istemişse de, ona göz koymuş olan kahin Ay’ın ilahi müdahalesiyle, beklenen soylu hiçbir zaman Mısıra varamamıştır.

Tanrı aşkıyla yanıp tutuşan ruhban, Akhenaton’un tanrı Aton’a dair manifestosuna şunu ilave etmekte de gecikmemiş bu arada; ‘Tamam Aton herkese yakındır, yakındır ama herkese aynı derecede cömert değildir. Beklemeye tahammülü olmayanlar için Aton’un inayetine mazhar olmanın başka bir yolu var; Aton, bazı güzide kullarına onun tecellilerine vakıf olma marifeti bahşetmiştir. Onlar da biziz. Takılın peşimize, sizi ona götürelim’. Dedik ya, ne de olsa insanları Atondan uzak kendilerine yakın kılmak konusunda, arkalarında sekiz bin yıllık riya ve münafıklık tecrübesi vardı.

Ruhbana haksızlık olmasın yine de. Yalanlarımız ve ikiyüzlülüklerimiz, menfaatlerimizin muhafızlarıdır. Onlar da riya ve münafıklık ikilisinin muhafızlığına bundan dolayı ihtiyaç duymuştur. Yoksa Allah muhafaza, kimse işi düşmeden o ikilinin muhafızlığına müracaat etmek istemez.

İşler yoluna girdi, giriyor derken, Mısır vebadan ya da benzeri bir salgından kırılmaya başlamış. Kraliyet soyuna kıran girmiş, Tutankamon’dan başka erkek çocuk kalmamıştır. Mısır halkını besleyen kaynaklar da salgından etkilenmiştir. Firavunun güç yitirdiğini gören ruhban da çark edip; bu felaketlere, kafir Akhenaton’un kadim tanrılara sırt dönmesi, tapınaklarının tahrip edilmesi sebep olmuştur diye fetva vermeye başlamış.

Neden ve nasıl öldüğü meçhul Akhenaton’un kendisi için yaptırdığı firavun mezarına gömülmesi de nasip olmamış, ona ait olduğu söylenen mumya, sıradan mumyalar arasında bulunmuştur. Ölümüyle birlikte yeni dininin başkenti yerle bir edilmiş, firavunun adı kraliyet listelerinden silinmiş, tanrısı da unutturulmuştur. Mütevazı ve özgür bir hayat kurmuş eski tanrıları toplayıp, yeniden tapınaklara kapatmak ve tapınak mülklerini iade etmek konusunda Tutankamon’u ikna etmek, ruhban için hiç zor olmamıştır.

Her ne kadar Freud amca, Akhenaton’un tek tanrılı dininin, Amarna’nın yakılıp yıkılmasıyla göç etmek mecburiyetinde kalanlarca devam ettirildiğini ve Museviliğin kaynağı olduğunu iddia ediyorsa da, Yahudilerin aforoz ettiği Spinoza, formel Museviliğin antropomorfik bir tanrı inancının devamı olduğunu, putların semaya fırlatılmasının ne onları put olmaktan ne de bizi putperest olmaktan çıkarmadığını delillendirmiştir.

Bu hikayenin böyle kupkuru bitmesine de anlatıcı değil, Aton sebep olmuştur. Belli ki tüm muktedirler gibi, o da yıkımlarının değil, zaferlerinin hikayesinin anlatılmasını istiyor ama yükselen tahtlar ve parlak zaferler, riya, vehim ve yakıştırmalarla doludur. Soyumuzun kan ve gözyaşı dolu sahici hikayesi, devrilen tahtların, yıkılan sarayların harabelerinde yatar. Rumi’nin dediği gibi mamur yerde define olmaz, defineler viranelerde ortaya çıkar.

Evvelki tanrılar mezarlarında uyuyor,
Yüce asiller de mezarlarında uyuyor.
Onların keyfi yerinde de, ya mezarları yapanlar nerde?
Ne oldu acep onlara, yerleri bilinmiyor.

(Antik Mısırda bir mezar yazısından…

Önceki Bölüm

M. Şirin ÖZTÜRK
Latest posts by M. Şirin ÖZTÜRK (see all)