Orhan Veli Şiirinin Modernliği: Bir Elinde Birey, Bir Elinde Gelenek

Orhan Veli’nin (1914-1950) ilk şiir denemelerinin büyük kısmı 1936-1937 yıllarında Varlık’ta yayımlanır. Bütün Şiirleri içinde ikinci bölümün alt başlıklarında verilmiştir bu şiirler. “Dergilerde Yayımladığı Ama Kitaplarına Almadığı Eski Biçimli Şiirleri” başlığı yirmi dört şiiri kapsar. Şairin bu ilk dönemi hakkındaki değerlendirmelerde o yıllarda yetişen şairler üstünde etkisi olan Fransız şairler anılır ve yine o dönemde Fransız şiirinin etkisindeki yerli şairlerle Orhan Veli arasında ilişkiler kurulur. Oktay Rifat, “Orhan Veli’nin Ardından” başlıklı yazısında henüz bir delikanlıyken Orhan Veli’nin neler okuduğunu sıralar: “Bir gömme dolapta şiir kitapları dururdu. Appolinaire, Eluard, Soupault, Max Jacob, Radiguet v.s.” (29). Asım Bezirci,  Orhan Veli adlı incelemesinde, Orhan Veli’nin içinde yetiştiği şiir ortamını dört başlıkta ele alıp hececiler, halkçılar, öz şiirciler, serbestçiler şeklinde özetlerken Orhan Veli’nin ilk dönemini şiir anlayışı bakımından öz şiircilere, şekil bakımından hececilere yakın bularak, onu Necip Fazıl, Ahmet Muhip, Ahmet Hamdi, Cahit Sıtkı kuşağına bağlar (22-23). Ahmet Haşim de “saf şiir”, sembolizm, Parnas şairleri etkisi gibi bağlamlarla Orhan Veli’nin yetiştiği yılların en önemli figürleri arasında gösterilir ve Baudelaire, Verlaine, Rimbaud gibi isimler daima vurgulanır. Orhan Veli’nin başlangıç şiirleri söz konusu şairlerden öğrenilmiş bir şiirin örnekleridir.  En eski tarihli şiiri Haziran 1936’da yayımlanan “Oaristys”tir. Başlığı söyleşi, nutuk, konuşma, aşk hakkında konuşma anlamına gelen şiir kederli bir duygusal yoğunluğa sahiptir ve bu duygu etrafında gezinen, kaybedilen ilk gençlik aşkının ya da çocukluğun acısını vurgulayacak şekilde düzenlenmiş ifadelerle ilerler. Henüz 22 yaşındaki Orhan Veli okuyarak öğrendiklerini uygulamakta, şiire uygun sözcükler, “Ey” ve “Ah” gibi nidalar kullanarak bir güzellik yaratmaya çalışmaktadır. 14’lü hece ölçüsüne rağmen ses zaman zaman aksar. Şiirin merkezinde yatan duygu sürekli çeşitlenen çocukluk deneyimleri, doğa imgeleriyle pekiştirilir. Divan şiirlerinde beyitlerin birbirinden bağımsız şeylerden bahsederek bir redife, bir duygusal yoğunluğa bağlanmasını hatırlatan bir bütünlük sorunu göze çarpar. Deneyimler ve doğayı işaret eden imge ya da betimlemeler şairi bir birey olarak görmemizi sağlayacak bir yenilik, yadırgatıcılık, gerçekçilik içermeyip şiir ortamının beğenisini yansıtan yapay bir dil üretirler. Osmanlıca sözcükler son derece az kullanılmasına rağmen şiirin genel edası fazlasıyla eskidir. “Ebabil” başlıklı şiirin ilk dörtlüğü ölçü ve uyak kullanımının şiiri nasıl yönlendirdiğini, seçilen sözcüklerin şiir için seçkin bir güzellik vaat eder cinsten olduklarını örneklemesi bakımından çarpıcıdır. “Alıp içinde sesler uçuşan bu akşamdan / Hafızamı bir deniz kıyısına çeken yol, / Aydınlık rüyaların peşine düşen gondol / Mavi bir denizde yüzer gibi yanan şamdan” (140). Orhan Veli’nin 1941’de Garip önsözünde ölçüye ve uyağa, bunlarla sağlanan bir ahenge sert bir üslupla karşı çıkmasının nedenini kavramak için “Ebabil”i okumak yeterlidir. 1945’te yazdığı “Nazım, Nesir, Şiir” başlıklı yazısındaki, “Ama biz, gerçek şiirin ölçüsünü arıyoruz. ‘Vezin yok, kafiye yok, teşbih yok, istiare yok; demek ki şiir yok,’ diyenin değil, ‘Vezin var, kafiye var, mecaz var, hepsi var; fakat şiir nerede?” diyecek olanın ölçüsünü” (45) ifadesiyle şiirin şiirliğinin birtakım teknik araçların varlığıyla garantilenmediğini savunur. Bu eski biçimli şiirleri değerlendirmek için de geçerli bir bakış açısı. “Düşüncelerimin Başucunda”, “Odamda”, “Buğday” gibi şiirlerde bütünlük sorunu giderek ortadan kalkar. “Aden, Tûba, Habil-Kabil, Tanrı, Ave Maria, Yusuf, Ömer” sözcükleri ilk dönem şiirlerinin kutsal kitaplar, çeşitli dinlere referanslar yoluyla öte dünya inancının, metafizik göstergelerin şiire kattığı derinliğin ve katmanlaşmanın Orhan Veli tarafından başlangıçta kullanıldığını gösterir. “Sağlığında Yayımlamadığı Eski Biçimli Şiirleri” başlığının kapsadığı 5 şiirden ilki “Efsâne”, Orhan Veli’nin divan şiirlerinin benzerlerini nasıl kolaylıkla yazabildiğini gösterir. “Mahallemdeki Akşamlar İçin” duyu verileri bağlamında ilginç bir şiirdir. Basma perdeler, kırmızı uzak damlardaki serinleme, evlerden gelen takunya sesleri şairin dünyayı betimlemek için kendi duyularını kullandığı, şiir okumaları yerine deneyimin malzemeye dönüştüğü izlenimini güçlendirir. “Otların içine sırtüstü yatmanın tadı”, “Avcumda sıcaklığını duyduğum ekmek” dizeleri bağlamında “Ekmek” başlıklı şiir de benzer bir imkânla yüklüdür. “Şarkı”larsa bir yazma biçiminin denendiği ve başarıldığı metinler olarak görülebilir. “Dergilerde Yayımladığı Ama Kitaplarına Almadığı Yeni Biçimli Şiirleri” ile farklı bir şiir ortaya çıkar. Amacım bu yeni şiirlerin modernliğinin dinamiklerini belirlemeye ve zaaflarını göstermeye çalışmak.

Garip şairleri mevcut şiir ortamını tatmin edici bulmayıp bir yenilik arayışına girmelerini ve aradıklarını bulmalarını coşkulu bir üslupla fakat nedense kolayca olmuş bitmiş bir iş gibi anlatırlar. Oktay Rifat, Orhan Veli’yle bir buluşmalarında yazıp yayımladıklarından mutlu olmayan Orhan Veli ile epeydir yeni bir şiir yaratmak üzerine konuştuklarını söyler. Oktay Rifat yeni yazdığı kısa, basit bir şiiri okuyunca Orhan Veli de Raymond Radiguet’ten çevirdiği benzer bir şiiri okur. “O bambaşka şiire ilk adımı attığımızı biliyoruz. Üç dört günün içinde bu çeşit şiirlerden bir sürü yazıyoruz. Yarışırcasına karşılıklı okuyoruz. Bir hafta sonra Varlık dergisinde Yaşar Nabi bize bir sayfa ayırıyor. İlk yeni şiirlerimizi basıyor” (27-28). Basılan şiirlerden biri “Ağaç”. “Ağaca bir taş attım; / Düşmedi taşım, / Düşmedi taşım. / Taşımı ağaç yedi; / Taşımı isterim, / Taşımı isterim!” (175). İki şairin birlikte yazdıkları bu parça nasıl değerlendirilmeli? Ölçü, uyak, benzetme, metafor, söz sanatları yok, peki şiir nerede? Alegorik bir okuma yapmaya müsait. Ağaç, taş, ağacın taşı yemesi, taşımı isterim diye tutturan insan anlamlandırılabilecek bir dizge oluşturuyorlar. Büyüleyici bir etkisi yok ama akılda kalıcı, yadırgatıcı, tuhaf, çocuksu, eğlenceli ve arzu ettikleri gibi “pirimitif”. Burada ilk dikkat edilmesi gereken nokta Orhan Veli’nin şiirdeki keder edasından kurtulduğudur. Edgar Allan Poe’nun meşhur  “Kuzgun” şiirini nasıl tasarladığını anlattığı “Yazmanın Felsefesi” başlıklı yazısında, “hüzün tüm şiirsel edalar içinde en meşru olanıdır” (10-11) diyerek şiirine seçtiği hüzün edası Türkçe şiirin yüzlerce yıllık tarihinde de kabul gören eda olmuştur. Üst düzey bir estetik performans olarak görülen şiirlerin açıktan ya da gizliden duyurduğu kederdir. Orhan Veli halk kültürünü, türküleri, fıkraları şiirin malzemesi olarak görmeye başlayınca öncelikle şiirin edası değişir. Gülümseyen ve gülümseten bir şiirin halkçı, direngen, umut aşılayan olumsal bir yanı olduğu yadsınamaz. Orhan Veli’nin “Sanat İçin Sanat” başlıklı yazısında geçen “sanatla faydayı birbirine yaklaştıran, öyle sanıyorum ki, mimari olmuştur” (23), “Güzellik içinde oturmak için yapılmış olan binaya, sonradan ilave edilemez” (24), “Fayda sanatın içine o tarzda girmiştir ki onu sanatın kendinden ayırt etmek güçtür” (25) ifadeleri bu minval üzere anlaşılabilir pek tabii. Yapısı, Baudelaire’in vurguladığı gibi “şimdi, ele geçirilemez ve olumsal” () olanı anlatması, sözcük seçimi, mizahı kullanması ve her şeyiyle okuyana kötü hissettirmeyen bir şiir. Faydası tüm özellikleriyle kaynaşmış durumda. Bu yüzden, üzülünce işimizin bitik olduğunu, çünkü üzüntünün eyleme kudretimizi elimizden aldığını söyleyen Spinoza’yı hatırlatıyor.

Yeni biçimli şiirlerden “Deniz”le birlikte Orhan Veli şiirinin modern  ve bireyci yanı pekişmeye başlar. Şiirde lirik ben’in, dolayısıyla arka planda şairin kişisel zihin kayıtları olarak imgelerin farkına vardığı, doğayı ve mekânı duyu verilerini kullanarak kendine özgü bir biçimde anlattığı gözlenir.

Deniz
Ben deniz kenarındaki odamda,
Pencereye hiç bakmadan,
Dışardan geçen kayıkların
Karpuz yüklü olduğunu bilirim.

Deniz, benim eskiden yaptığım gibi,
Aynasını odamın tavanında Dolaştırıp beni kızdırmaktan
Hoşlanır.

Yosun kokusu
Ve sahile çekilmiş dalyan direkleri
Sahilde yaşayan çocuklara
Hiçbir şey hatırlatmaz (176)

Bu şiirin modernliği geleneğin gösterdiği yazma normlarından ayrılması, gündelik hayata, sıradan olana bakması kadar duyu verilerinin malzemeye dönüşmesi bağlamında şiirin merkezine bireyin oturmasıyla da ilgili. Oysa Orhan Veli şiiri bu imkânı az kullanıyor ve birey meselesi çevresinde kimi zaman çelişkili savlar ortaya koyuyor. Bir manifesto olduğundan, planlı bir şiir hareketinin ilkelerini ve teorik alt yapısını içerdiğinden Garip’i şiir tarihimize bir akım olarak kaydeden önsöz Orhan Veli tarafından yazılmıştır. Orhan Veli’nin yazılarının önsözü tekrarlaması, Garip’i en ateşli biçimde Orhan Veli’nin savunduğu ve sürdürdüğü hatırlanacak olursa Garip aslında Orhan Veli demektir. Önsözde “An’ane, şiiri nazım dediğimiz bir çerçeve içinde muhafaza etmiş. Nazmın belli başlı unsurları vezinle kafiyedir. Kafiyeyi ilk insanlar ikinci satırın kolay hatırlanmasını temin için, yani sadece hafızaya yardımcı olmak maksadiyle kullanmışlardı. Fakat onda sonradan bir güzellik buldular” (24) diyerek dolaylı da olsa düşüncelerinin temelinde sözlü ve yazılı kültürler arasındaki farkın bulunduğunu açık eden Orhan Veli ölçüyü ve uyağı bir metni hatırlamanın tek yolunun ezberlemek olduğu, yani belleğin dilin depolama ve aktarma işlevini yüklendiği sözlü kültür, sözlü edebiyat için uygun araçlar olarak görür. Oysa basılı kâğıdın, kitabın söz konusu olduğu ve unutma endişesinin tarihe gömüldüğü bir çağda şairin söyleme olanaklarını kısıtlayan bu araçlara gerek yoktur. Ölçüyle uyağın oluşturacağı bir ahenk, anlamı kapalı hale getirecek söz sanatları, bunlarsız olmayan berceste mısralar terk edilirse ortaya gündelik konuşma diliyle yazılacak, sözcük seçiminde özgür, diğer sanatların araçlarının karışmadığı bir şiir çıkacaktır. Ancak sıra halk kültürü hakkında konuşmaya geldiğinde seçkinci bulunan, şairin deyimiyle “müreffeh sınıfların zevkine hitap etmiş” gelenekten kopma arzusunun bir başka geleneği sürdürme arzusuyla bir arada olduğu, hatta şairin anonimleşme tehlikesini gözden kaçırdığı görülür. Orhan Veli “Halk Sanatkârının Kültürü” başlıklı yazısında, “Halk sanatkârı kültürünü, okuyup yazması olan sanatkâr gibi kitaplara borçlu değildir. O belki de çok kere okuyup yazması olmadığı için, bilgisini dünyadan alın teriyle çıkarmaya çalışır” der (27). Şaire göre halk sanatkârı kaideleri kitaplardan ve kendilerinden önceki sanatkârlardan öğrenen münevverler gibi kurulu bir geleneğe körü körüne bağlı kalmayacaktır.  “Divan şairi asırlarca tekkede, gül mevsiminde ve meclis-i meyde bülbül sesiyle Allahtan, oğlandan ve kızdan hep aynı kelimelerle, hep aynı hassasiyetle bahsetmiştir” (27) sözleri şairin karşısına aldığının öncelikle Divan şiiri ve devamındaki gelenek olduğunu gösterir. Oysa halk kültürü ve edebiyatı da burada itiraz edilen noktalar açısından üst sınıfların muhatap olduğu şiir kadar bazı kural ve kaidelere bağlıdır. “Halbuki medeniyet insanda ne yeni mefhumlar, ne yeni hadiseler ve bunlara bağlı olarak ne yeni heyecanlar ve ihtiraslar getirmiştir” diyen Orhan Veli insan deneyimini, modern zamanların insanını, bireyi vurgulamaktadır. Birkaç cümle sonra ise Rumeli, İstanbul ve Doğu Anadolu bölgesinde “hakiki realist sanatı” bulduğumuzu belirtir

(27). “Şimendifer, telgraf, martin, mavzer, konyak, mahpushane, fabrika,meyhane, seferberlik, jandarma, gardiyan, müstantik, kâtip bu havalinin halk kültürlerinden şöyle bir nefeste çıkarılıvermiş motiflerdir” ona göre. Bu sözcükleri içeren türkü örnekleri de sıralar. Şairin niyeti “taklit edilmesi lazım gelen realite”nin halk sanatındaki realite olduğunu işaret etmektir. Deneyim ve birey Orhan Veli tarafından kutsanmakta mıdır? Değil. Üst sınıfların zevkine hitap eden şiir, toplumun alt sınıflarında daha basit bir halde yeniden üretilir. Halk sanatkârının modern bir birey olma olasılığı hayli düşüktür.

Folklorik kalıpları tekrarlamaktan başka seçeneği yoktur neredeyse.  Cemal Süreya’nın “Folklor Şiire Düman” başlıklı yazısını hatırlamak gerekir. Halk kültürü, türküsü, şiiri donmuş kalıplarla dolu olduğundan nispeten özgün, bireysel bir yazının dışında kalır. Orhan Veli’nin halk kültüründen seçtiği sözcükler ve örnek olsun diye verdiği türkü sözleri başka açılardan da sorunludur: “Hey müstantik müstantik tabancamı ver bana / Bir orospu yüzünden idam verdiler bana” (28). Yani “realizmi kitaptan öğrenenle hayattan öğrenen arasındaki farka dikkat” çekmek isterken kaynağın halk kültürü olarak gösterilmesinde sorunlu yanlar vardır (29). Garip önsözü yasaklar getiren, kesin kurallar koyan, yani aslında özerk davranan bir şairin varlığına ve bireyin özgür seçimlerine izin vermeyen bir manifestodur. “Deniz” şiirinde bireyi müjdeleyen duyu verileri şairin sonraki kitaplarında, ama belki en fazla “İstanbul’u Dinliyorum”da karşımıza çıkacak ve kendinden sonraki kuşaklar için yol açıcı olacaktır. “Seyahat Üstüne Notlar”ın ikinci parçası tam da böyledir:

Sarhoş olunduğu akşamlar
Islıkla çalınan şarkı Neşelidir.
Halbuki aynı şarkı
Bir trenin penceresinde
Neşeli değil (183)

Orhan Veli yeni biçimli şiirler yazmaya başlar başlamaz alt sınıftan, sıradan insanların işçilerin, işsizlerin hayatlarına odaklanır. “Montör Sabri”de bir ustabaşıyı anlatır. Oktay Rifat’ın aktardıkları arasında Montör Sabri’nin şairin tanıdığı biri olduğu, Orhan Veli’nin çok sayıda işçi, garson, şoför ile ahbaplık ettiği bilgisi de vardır. İmparatorlardan, büyük mimarlardan, bestekârlardan söz eden, isimleri ansiklopedilere girmiş insanları anan şiirlere karşı Orhan Veli’nin Montör Sabri’yi, Süleyman Eefndi’yi, Şoförün Karısı’nı anlatması gelenek yıkıcı ve heyecan vericidir. Ancak ne “Montör Sabri”de Sabri’nin, ne  “Kitabe-i Seng-i Mezar”da Süleyman Efendi’nin bir betimlenmesine, dünyasına tanık oluruz. Sabri her akşam kolunun altında iki ekmekle eve geç kalan sarhoş bir adamdır sadece. Bir başlangıçtır ama tamamlanmayacaktır, bu tür bir girişimin birkaç yıl sonra Nâzım Hikmet tarafından Memleketimden İnsan Manzaraları’nda başarıldığı görülür. Orhan Veli, İkinci Dünya Savaşı gibi tüm dünyayı sarsan bir sürecin içinde bile Hitler Amca’ya tereyağı ikram etmeyi düşünen bir çocuk olarak konuşturur şiirinin anlatıcı sesini. Bu bölümün son şiiri bir “Hay Kay”dır.  “Yosun kokusu / Ve bir tabak karides, / Sandıkburnu’nda” (196). Şair haikular çevirmiş ve yazmıştır. Turgay Fişekçi, “Çağdaş Türk Şiirinin Yenileşme Serüveni İçinde Orhan Veli” başlıklı yazısında, “Orhan Veli, yeni bir şiir kurmaya giriştiği dönemde ‘haiku’ denilen geleneksel Japon şiir biçiminden etkileniyordu. 1937-1941 arası KiKa-Ku (1660-1707) adlı Japon ozanından çevirdiği yirmi haiku yayımlandı” der (116). Fişekçi, Orhan Veli’nin bu çevirilerde haiku türünün dize, hece sayısı gibi kurallarına uymadığını ancak haiku türünün az sözcükle çok şey anlatma, yalın, duru, incelikli söyleyiş özelliklerine bağlı kaldığını belirtir. Haikular az sözcükle çok şey anlatmıyorlar aslında. Anda ortaya çıkan bir algıyı yansıtıyorlar daha çok. Bu yüzden duyu verileriyle yakından ilgililer. L. Sami Akalın, Japon Şiiri adıyla yayımladığı çeviri antolojinin başındaki notlarında klasik Japon şiirinin hece veznine dayandığını, bunun 5-7’li düzen olduğunu belirtir ve Klasik Japon şiirinin Japonca’nın fonetik özelliğinden dolayı “şiirde kafiye diye katma bir müzik unsurundan mahrum” olduğunu söyler (54). Akalın’ın verdiği şu bilgi de önemlidir: “Japon şiiri, o minicik nazım şekli içinde bile zamanla gelenek olan bir kompozisyon planı yürütür. Şiir önce bir dekor çizer; bir zemin hazırlar, bu dekor ekseriya mevsimlerden biriyle ilgili yalnız bir tek kelimedir. Bu dekor içinde şair şiirine konu olacak olayı, varlığı ve duyguyu yerleştirip okuyucuya sunar ve şiir biter” (63). “Gemliğe doğru / Denizi göreceksin / Sakın şaşırma” dizelerinin 5-7-5’lik düzende tam bir haiku olduğunu Turgay Fişekçi de söyler. Şiir, Akalın’ın verdiği kompozisyona da uygundur. Orhan Veli, haikulara Çin ve Japon şiirinden etkilenen Fransız şairleri aracılığıyla ulaşıyor olmalıdır. Ahmet Haşim’in şiirlerinde Japon şiiri etkisinin konu edilmesi de aynı kaynaklara bağlıdır. Orhan Veli şiirinin Garip doğrultusunda gelişmesinde, Garip’in ortaya çıkışında haikuların doğrudan bir etkisi vardır. Yani haiku olsun diye yazılmış şiirlerin ötesinde haikunun mantığı, aranan yeni şiirin sadeliğini, basitliğini, kısa ve öz oluşunu, anlamın her şey olmasını, mısra güzelliğindense bütünün güzelliğinin öne çıkması gibi kriterleri belirlemiştir. Haikularda doğa, insan, psikoloji, an vardır ancak kompozisyonun kısa oluşu, daraltılmış yazınsal imkânları şiirde bireyi var etmek konusundaki beklentileri olumsuz etkiler. Vardır ancak tatmin edici bir derinlikte değildir. Sağlığında yayımlamadığı yeni biçimli şiirleri arasında yer alan “Bebek Suite’i” Orhan Veli şiirinin haikulardan esinlenmiş yapısını ve söyleyişini yansıtır. Bu şiir aynı zamanda bir bireyin yaşadığı anı algılaması, duyu verilerini kullanarak ortamı ve duygularını betimlemesine dayanır. Avangard bir şiir olarak değerlendirilen Garip’in ya da Orhan Veli şiirinin, modernliği ve bireyi yakaladığı şiirlerden biridir.

Orhan Veli’nin, 1941 tarihli ortak kitap Garip’te yer alan şiirleri arasında “Hicret” duyu verileri açısından ilgi çekicidir. Şiirde yatalak bir hasta anlatılıyor gibidir. Pencereden görünen liman, çan ve tren seslerinin duyulması, karşı apartmandan görülen kıza âşık olunması gibi detaylar ilginçtir. Şiirin ikinci parçasında da kavak ağaçları, yağmur, karşı meydanda kurulan pazardan söz edilir. Şiirdeki O, dış dünyayı görme, işitme ve hisler yoluyla algılar (42). “Şoförün Karısı” ve “Dedikodu” adlı şiirler bir kenar mahalledeki deneyimlere yer verir. Hafifmeşrep kadınlarla şiirin anlatıcısı olan genç, çapkın erkeğin deneyimleri mizahi bir üslupla verilir. Orhan Veli şiirlerinde kadınların durumu biraz problemlidir ancak bu bir başka yazının konusu olabilir. Garip’te artık ilk dönem şiirlerindeki öte dünya ya da din unsurlarına rastlanmaz. Anlatıcının kendisiyle eşit bir düzlemde ele aldığı, en azından şairin bunun için çabaladığına ikna olduğumuz durumlar vardır ki bu da modern birey ve şiir sorunsalına çeker ilgimizi. “Kitabe-i Seng-i Mezar”, adından başlayarak bir ironidir. Mezar taşı sahibi olmak sınıfsal bir meseledir. Bir mezar taşının, üstüne üstlük kitabesi olan bir mezar taşının parasını ödeyebilecek bir konumu ya da ailesi yoktur Süleyman Efendi’nin.Şiirin kendisi, olmayan mezar taşının kitabesi olarak algılanmalıdır. Süleyman Efendi nasırıyla birlikte Türkçe şiire girdiğinde halkçı, toplumcu bir şairle karşı karşıyayızdır. Süleyman Efendi’yi bir insan olarak gören, onu kimliklerinden azat etmiş bir anlatıcı vardır ancak Süleyman Efendi dünyaya, nesnelere nasıl bakıyordu, bu konuda fikrimiz yoktur. Orhan Veli, türkülerden, deyim ve atasözlerinden gelen sözcükleri ve ruhu kullanır, böylelikle halkın zevkini oluşturacağına, herkes tarafından anlaşılacağına inanır. Şairin, “Yeni Neslin Tanınmış Şairi Orhan Veli’ye Altı Sual” başlıklı söyleşide “Yazık oldu Süleyman Efendiye!” dizesi için anlattığı şu olay çarpıcıdır: “Bir ecnebi kadın, bunu bana söyledi. Sonradan mısraım olduğunu öğrenip pek şaşmış. ‘Ben bunu eski bir atalar sözü sanırdım!’ dedi” (349). Şiirlerde halk kültüründen, sanatından, şiirinden gelen malzemenin bir anonimleşme tehlikesi taşıdığını daha önce de belirtmiştim.

Şairin Vazgeçemediğim  adlı ikinci kitabı 1945’te yayımlanır. Duyu verileri ile takip edilebilecek birey izleğine katkısı olacak çok sayıda şiir vardır. 1946 tarihli Destan Gibi  (Yol Türküleri)’nde gören, duyan, koklayan, dokunan birey yol izlenimlerini anlatır ancak her şehir için metne dahil edilmiş türkü sözleri, maniler anonimleşme, folklorikleşme tehlikesini hatırlatır. 1947’de Yenisi, 1949’da Karşı yayımlanır. Yeniden kafiye, söz sanatları kullanılan şiirlerle Garip çizgisinden uzaklaşan Orhan Veli birey izleğini de olgunlaştırır. Orhan Veli’nin kısa şiir serüveni hem İkinci Yeni’nin ortaya çıkmasında hem de günümüzde edası artık hüzün değil ironi olan şiirlerin yazılmasında etkili olmuştur. Bugün belli başlı şiirlerini okumayı sevsek de yol açıcı bir figür olarak önemini daima koruyacaktır.


Akalın, L. Sami. “Japon Şiirinin Belli Başlı Özellikleri”. Japon Şiiri. Çev. L. Sami Akalın. İstanbul: Varlık

Yayınları, 1962. 48-91.

Bezirci, Asım. Orhan Veli. İstanbul: Gözlem Yayınları, 1979.

Fişekçi, Turgay. “Çağdaş Türk Şiirinin Yenileşme Serüveni İçinde Orhan Veli.” Orhan Veli Kanık. 111-

125.

Kanık, Orhan Veli. Bütün Şiirleri. İstanbul: Adam Yayınları, 1998.

—. “Garip”. Bütün Şiirleri. 23-36.

—. “Halk Sanatkârının Kültürü”. Şairin İşi. 26-29.

—. “Nazım, Nesir, Şiir”. Şairin İşi. 44-47.

—. “Sanat İçin Sanat”. Şairin İşi. 23-25.

—. Şairin İşi. Derleme. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2013.

—. “Yeni Neslin Tanınmış Şairi Orhan Veli’ye Altı Sual”. Şairin İşi. 313-15.

Oktay Rifat. “Orhan Veli’nin Ardından”. Orhan Veli Kanık. 27-31.

Orhan Veli Kanık.  Editör: Semih Gümüş. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2011.

Poe, Edgar Allan. “Yazmanın Felsefesi”. Edgar Allan Poe. Çev. Dost Körpe. İstanbul: İthaki Yayınları, 2007. 7-18.