Sokrates’ten Günümüze: Düşünce Özgürlüğünün Tarihsel Hesabı

Çağdaş dünyada ifade özgürlüğü, yalnızca evrensel bildirgelerde güvence altına alınmış bir hak değil; aynı zamanda iktidarla birey arasındaki kadim mücadelenin güncel yüzüdür. Bugün, düşüncelerini dile getirdiği için yargılanan akademisyenler, görevden alınan kamu çalışanları, hapsedilen gazeteciler ve susturulan sanatçılar, yalnızca bireysel öykülerin değil, kolektif bir düşünsel bastırmanın da temsilcileridir. Bu durum, yalnızca siyasi rejimlerin otoriter eğilimlerini değil, toplumların eleştiriye karşı gösterdiği tahammülsüzlüğü de gözler önüne serer. Ancak bu manzara yeni değildir; hatta, tarih boyunca düşünceyle otoritenin çatıştığı anların belki de en sembolik olanı, Sokrates’in mahkûmiyetinde ve ölümünde vücut bulmuştur¹.

Modern otoritelerin düşünceye karşı açtığı savaşın araçları farklılaşsa da, temel dinamik değişmemiştir: Hakikati dile getirenlerin susturulması. Günümüzde bu baskı çoğunlukla hukuki görünümlü süreçler, “ulusal güvenlik”, “toplum değerleri” ya da “kamu düzeni” gibi muğlak gerekçelerle işleyen idari mekanizmalar yoluyla gerçekleşmektedir². Sokrates’in yargılanması da benzer bir çerçevede gerçekleşmişti: Atina demokrasisi içinde kendine özgü bir etik ve sorgulayıcı yaşam biçimi benimseyen bir filozof, “gençleri yozlaştırmak” ve “devletin tanrılarına inanmamak” gibi suçlamalarla hedef alınmıştı. Suçlamaların niteliği değil, bu suçlamaların hangi toplumsal ve siyasal iklimde ortaya çıktığı belirleyiciydi³.

Hukukun siyasallaştığı ve yargı kararlarının iktidar ilişkilerince belirlendiği her toplumda, Sokrates’in davası yeniden canlanır. Günümüzde hâkim kararlarının yalnızca yasa metinlerine değil, siyasal konjonktüre göre şekillenmesi; yargının etik sorumluluk ile iktidar sadakati arasında sıkışıp kalması, Antik Atina’da da gözlemlenen bir olgudur⁴. Sokrates’in davasında jüri, yalnızca yasal bir karara değil, aynı zamanda toplumsal intikam arzusuna ve politik istikrarsızlığa da yanıt vermeye çalışıyordu. Onun ölümü, hukukun, halkın kaygılarıyla ve devletin meşruiyet krizleriyle nasıl iç içe geçebileceğini gösteren tarihsel bir örnektir.

Bugün hâlâ fikirleri nedeniyle hayatı kararan bireyler, Sokrates’in yaşadığı etik ikilemlerle karşı karşıyadır: Ya susmak ve sistemle uzlaşmak, ya da hakikat uğruna bedel ödemeyi göze almak. Bu ikilem, yalnızca bireyin değil; aynı zamanda toplumun vicdanının da sınandığı andır⁵. Sokrates’in kendisine sunulan kaçış imkânını reddetmesi, bir idealin uğruna ölümü tercih etmesi, yalnızca kişisel bir cesaret değil, felsefi bir eylem olarak tarihe geçmiştir. Bu anlamda onun ölümü, adaletin ne olduğuna ve bireyin ona karşı sorumluluğuna dair radikal bir sorudur⁶.

Çağdaş etik tartışmalar, özellikle devletin cezalandırma gücünün sınırları, cezaların meşruiyeti ve bireyin hakikati dile getirme hakkı etrafında döner. Bu tartışmaların temelinde, Sokrates’in davasında ilk kez somutlaşan sorular vardır: Bir toplum, düşünsel farklılığa ne ölçüde tahammül edebilir? Devlet, hangi hakla bir düşünürü susturabilir? Ve en önemlisi: Hakikat uğruna ölmek, yaşarken boyun eğmekten daha mı değerlidir⁷?

Sokrates’in ölümü, tarihsel bir anın ötesinde, düşüncenin sürekliliğine dair bir felsefi jesttir. Modern çağda hâlâ Sokratik yönteme başvurmamız, onun yalnızca bir filozof değil, aynı zamanda bir düşünme biçiminin kurucusu olduğunu gösterir. Sokrates’in sürekli soru sorarak bilgiyi derinleştiren yöntemi, eleştirel düşüncenin, hukukun, eğitimin ve etik felsefenin temelini oluşturur⁸. Bu yöntem, dogmalara ve otoritelere karşı duyulan kuşkuyu kurumsallaştırır; bilginin ancak sorgulama yoluyla inşa edilebileceği fikrini kutsar.

Bugünün baskı rejimlerinde susturulmak istenen her entelektüel, Sokrates’in izinden gitmektedir. Onun davası, yalnızca Antik Yunan’da yaşanmış bir trajedi değil; her düşünürün, her eleştirel yurttaşın, her vicdan sahibi bireyin yüzleştiği etik bir sınavdır. Bu nedenle, günümüzde yaşanan her düşünce suçu davasında, her baskı mekanizmasında ve her etik direnişte Sokrates’in sesi yeniden yankılanır. Ve bu yankı, bize bir gerçeği hatırlatır: Sorgulanmamış bir hayat yaşamaya değmez⁹.


Dipnotlar

  1. Stone, I.F. The Trial of Socrates. Little, Brown and Company, 1988.
  2. Arendt, Hannah. Sorumluluk ve Yargı. Çev. Kemal Atakay, Metis Yayınları, 2010.
  3. Brickhouse, Thomas C., and Nicholas D. Smith. The Philosophy of Socrates. Westview Press, 2000.
  4. Ober, Josiah. Mass and Elite in Democratic Athens: Rhetoric, Ideology, and the Power of the People. Princeton University Press, 1989.
  5. Hadot, Pierre. Antik Yunan’da Yaşam ve Düşünce Biçimi Olarak Felsefe. Çev. Ayşen Tekşen, Alfa Yayınları, 2019.
  6. Plato. Apology. Çev. G.M.A. Grube, Hackett Publishing, 2000.
  7. Foucault, Michel. Disiplin ve Ceza. Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Kitabevi, 2000.
  8. Vlastos, Gregory. Socrates: Ironist and Moral Philosopher. Cornell University Press, 1991.
  9. Nussbaum, Martha C. Hiding from Humanity: Disgust, Shame, and the Law. Princeton University Press, 2004.