Türkiye’de her akşam televizyon ekranlarında siyaset tartışması adı altında sunulan programlar, toplumun büyük bir kesimi için siyasetin gerçekliğinden uzaklaşmış, neredeyse dedikodu ağırlıklı bir magazin içeriğine dönüşmüş durumda. Vatandaş, ekonomiden adalete, eğitimden sağlığa kadar ülkede her gün giderek artan ve karmaşıklaşan sorunlara dair çözüm arayışlarını duymayı beklerken, kim kime ne dedi, kim kiminle polemik yaşadı gibi yüzeysel tartışmalara mahkum ediliyor. Her akşam izlediğimiz siyasi talk-show’lar artık bir ülkenin sorunlarını ele almak yerine kimin kazandığını veya kaybettiğini ölçen yüzeysel bir “şov” hâline gelmiş durumda.
Bu eğilim üzerine yapılan akademik araştırmalar, Türk televizyonundaki siyasi programların kitleleri ekrana çekmek adına popüler kültür unsurlarını benimsediğini ve siyaset tartışmalarını magazinleştirdiğini gösteriyor. Televizyonlar, toplumun çok boyutlu meseleleriyle izleyiciyi “yormak” istemezken, kolayca anlaşılır ve hızlı tüketime uygun tartışma yöntemleriyle reyting peşinde koşuyor. Kısa vadede izleyici ilgisi çekebilir gibi gözüken bu formatın, uzun vadede siyasete olan güveni ve ilgiyi azaltan bir yaklaşım olduğunu ortaya koyan birçok araştırma var.
Bu yüzeysel siyasi söylem, yalnızca izleyicinin algısını manipüle etmekle kalmıyor, aynı zamanda gerçek sorunlar üzerine düşünmenin ve çözüm arayışının önüne geçerek toplumsal bilinçlenmeyi de engelliyor. Bugün ekranlarda nadiren ekonomi, eğitim, adalet sistemi, gelir eşitsizliği gibi konular konuşuluyor. Gerçek sorunları yerine, belirli figürlerin günlük söylemleri ve siyaset sahnesindeki kişisel çekişmeler başrolü alıyor. Sonuç olarak toplum, siyasetçilere yalnızca “dost” veya “düşman” penceresinden bakan bir anlayışa hapsoluyor. Oysa gazeteciliğin ve siyasi yorumculuğun amacı, izleyiciyi düşündürmek ve ülkenin geleceğine dair yapıcı tartışmaları gündeme taşımaktır; ancak bu işlev kaybolmuş durumda.
Medya Sahipliği ve Yüzeysel Tartışmaların Arka Planı
Bu yüzeyselleşmenin temel nedenlerinden biri de medya sahipliği ve iktidarla medya arasındaki karmaşık ilişki. Türkiye’de medya sahiplerinin iktidarla kurduğu yakın bağ, bağımsız ve eleştirel bir gazetecilik anlayışını adeta imkansız hâle getiriyor. İktidara yakın medya yöneticileri, programlara iktidarın çizdiği sınırlar içerisinde yön vermeyi tercih ediyor. Programlarda hükümet politikalarına karşı çıkmak, iktidarın eleştirilebileceği noktaları tartışmak yerine gündemin farklı noktalara çekilmesi sağlanıyor. Böylece siyasete dair derinlikli tartışmalar önleniyor ve yerini iktidarın çizdiği “sempatik” ve “zararsız” bir siyaset söylemi alıyor.
Bu yüzeysel tartışmaların bir başka çarpıcı yönü de, programlarda sıklıkla aynı uzman ve yorumcuların ağırlanması. Çeşitli kanallarda aynı yorumcuların benzer söylemlerle, benzer bakış açılarını tekrar etmeleri, farklı fikirlerin ve analizlerin duyulmasını neredeyse imkansız kılıyor. Kamuoyu, gerçekleri keşfetmek yerine kişisel yargılara dayalı bir siyasi illüzyonla oyalanıyor. Toplumun nabzını tutması ve farklı fikirleri kucaklaması gereken medya, adeta bir siyaset sahnesinin en yüzeysel ve kişisel rekabetlerini sergileyen bir platforma dönüşmüş durumda.
Bu magazinleşmiş siyaset anlayışının en olumsuz sonuçlarından biri, genç kuşağın siyaset sahnesinden soğuması. İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Sistemleri bölümünden yapılan bir araştırmaya göre, 18-25 yaş arasındaki gençlerin yarısından fazlası, televizyonda sunulan siyaset tartışmalarından uzak durduklarını ve ilgilenmediklerini belirtiyor. Genç izleyiciler daha çözüm odaklı ve toplumsal faydaya yönelik içerikler görmek isterken, ekranda sürekli olarak dönen yüzeysel polemiklerden yorulmuş durumda. Siyaseti yüzeysel bir magazin içeriği gibi sunan bu programlar, siyasetin gençler için erişilmez ve itici bir olgu hâline gelmesine neden oluyor.