Sayılardan Korku Üretmek: ABD’den Türkiye’ye Göçmen Karşıtlığının Siyasi Ekonomisi

ABD’de yasa dışı göçmen sayısına ilişkin tartışmalar yeniden alevlendi. Eski tahminlerin ötesine geçen iddialar, sadece istatistiksel bir belirsizlik değil, aynı zamanda siyasi bir tercihi de yansıtıyor. ABD İç Güvenlik Bakanı Kristi Noem’in “20 milyon, belki 21 milyon” diyerek ortaya attığı rakam, yalnızca bir tahmin değil; seçmen davranışlarını etkilemeyi hedefleyen bir korku stratejisi. Bu yöntem, son yıllarda sağ popülist siyasetin uluslararası ölçekte en sık başvurduğu araçlardan biri haline geldi.

Tıpkı Avrupa’da ve Türkiye’de olduğu gibi, ABD’de de göçmenler, özellikle de belgesiz olanlar, toplumsal sorunların ve ekonomik sıkıntıların günah keçisi olarak sunuluyor. Göçmen sayılarının abartılması, güvenlik tehdidi iması ve kültürel homojenlik vurgusu, milliyetçi söylemin merkezine yerleşmiş durumda. Gerçek verilere dayanan akademik çalışmalar, göçmen sayısının yaklaşık 11-12 milyon civarında olduğunu belirtirken; sağ çevreler bu sayıyı 20 milyon, hatta 50 milyona kadar çıkarıyor. Sosyal medyada yayılan yorumlar arasında “100 milyon”dan bile söz edenler var. Sayılar artık nesnel veri olmaktan çıkmış, bir ideolojik silaha dönüşmüş durumda.

Washington Times’ın haberine göre, bazı araştırma kuruluşları — örneğin Center for Immigration Studies (CIS) veya Federation for American Immigration Reform (FAIR) — bu rakamları daha da büyütmek için varsayımları zorlayarak kullanıyor. Oysa hem Pew Research Center hem de Migration Policy Institute gibi görece tarafsız kurumlar, mevcut yasa dışı göçmen nüfusunun 11 milyon civarında seyrettiğini belirtiyor. Yine de bu rasyonel sesler, siyasi iklimin gürültüsü içinde boğuluyor.

Peki neden? Çünkü korku, siyasette her zaman güçlü bir mobilizasyon aracıdır. Göçmenlerin “gizlice ülkeye girdiği”, “çocuklarımızın okullarını doldurduğu”, “hastanelerde sıra beklememize neden olduğu” gibi kalıplaşmış ifadeler, kanıt gerektirmeyen, ama duygusal karşılık bulan ifadelerdir. Sağ popülist siyasetçiler, bu ifadeleri kitlesel histeriye dönüştürerek, güvenlik politikaları için kaynak artırımı talep eder; aynı zamanda da seçmen sadakati oluşturur. Bu strateji, Türkiye’de de benzer bir şekilde işliyor.

Türkiye’de özellikle Suriyeli ve Afgan mülteciler üzerinden yürütülen tartışmalar, benzer bir psikolojik altyapıya dayanıyor. Gerçek sayılar belirsiz olsa da, kamuoyunda milyonlarca “kaçak göçmen”in Türkiye’yi “ele geçirdiği” yönünde bir algı yaratılıyor. Üstelik bu söylem sadece iktidar tarafından değil, muhalefetin sağ kanatları tarafından da benimsendi. “Göndereceğiz” vurgusu, siyasi vaatlerin merkezine yerleştirildi. Tıpkı ABD’de olduğu gibi, Türkiye’de de mültecilerle ilgili politikalar, sosyoekonomik sorunların üzerini örtmek için bir tür gündem değiştirme taktiğine dönüştü.

Ancak burada gözden kaçan ya da bilinçli olarak göz ardı edilen şey şu: Göç, küresel kapitalizmin yarattığı krizlerin bir sonucudur. Savaş, yoksulluk, iklim krizi ve emperyal müdahaleler, insanların yerinden edilmesine neden olurken; sınırların militarize edilmesi, göçmenleri hem görünmez hem de sürekli olarak tehdit altında yaşamaya zorlayan bir sistem üretmiştir. Göçmenler, emeğin en kırılgan kesimini oluşturdukları için, ucuz iş gücü olarak sömürülürler. Ama aynı zamanda politik olarak da günah keçisi ilan edilirler.

İstatistiklere takılıp kalmak, asıl sorunu gözden kaçırmaktır. Sorun, kaç kişinin ülkede olup olmadığı değil; bu insanların hangi koşullarda yaşadığı, hangi haklara sahip olduğu ve nasıl bir sistem tarafından hem ihtiyaç duyulup hem de dışlandığıdır. Bu çelişki, ne yazık ki sadece ABD’ye özgü değil; Avrupa’da, Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde tekrar eden bir döngü.

Bu nedenle yapılması gereken, göçü kriminalize eden ve göçmenleri potansiyel suçlu olarak gören sağ popülist söylemi sorgulamak ve bunun yerine insan haklarını, dayanışmayı ve küresel adaleti önceleyen bir politik hattı inşa etmektir.


  • NHY / Pew Research Center, Migration Policy Institute, Center for Immigration Studies, FAIR, Washington Times