II. Dünya Savaşı, sebep olduğu bütün trajedilere rağmen, Britanya’da ve diğer müttefik ülkelerde bir yandan da “Halkların Savaşı” ya da “iyi savaş” olarak anılır. Hilda Kean, Büyük Kedi ve Köpek Katliamı: İkinci Dünya Savaşı’nın Bilinmeyen Trajedisinin Gerçek Hikâyesi (2017) başlıklı kitabında, “sorunsuz ve olumlu” (ve bütünüyle insan-merkezli) görülen bir hikâyenin, hayvanların açısından bakıldığında nasıl alt-üst olabileceğini, hayvanların varlığını (ve yokluğunu) dikkate almanın konvansiyonel tarih anlatısını nasıl kesintiye uğratabileceğini bize gösterir. Kean, 1961 ve 1986 yıllarında yazan iki Britanyalı yazarın[1]“evde bakılan hayvanların kırımı”ndan (holocaust of pets) bahsettiğini okur ve bu ifadenin peşine düşer.
1939 yılında sadece Londra’da iki milyon kadar kedi ve köpek, 50 bin kadar at ve sığır, 24 bin civarında da koyun olduğu tahmin edilmektedir. Ağustos 1939’da Ulusal Hava Saldırısı Önlemleri Hayvanlar Komitesi (NARPAC), savaş zamanında hayvanları etkileyebilecek durumlarla ilgili tavsiyelerde bulunmak üzere, İç İşleri Bakanlığı’nın himayesi altında bir şemsiye örgütü oluşturulur. Kurulduktan kısa bir süre sonra bir broşür yayınlar. Broşürde, evde bakılan hayvanların mümkünse kırsal kesimdeki tanıdıkların yanına taşınması, eğer bu mümkün değilse ortadan kaldırılmalarının en doğrusu olacağı, bunun da “insancıl” bir yoldan yapılması gerektiği belirtilmektedir. Bu tavsiye hemen hemen bütün gazetelerde ve BBC kanalıyla yayınlanır, hayvan koruma örgütleri vasıtasıyla da halka dağıtılır.[2] II. Dünya Savaşı’nın ilk hafta sonunda Londra bölgesindeki insanlar çocuklarını kırsal alanlardaki yakınlarının yanına gönderirler, siyah perdelerini hazırlarlar, sebze ekmek için bahçelerinde ufak hendekler açarlar ve ailelerinin bir parçası olan hayvanlarını öldürtürler. Toplamda 400 bin’den fazla kedi ve köpek savaşın ilk günlerinde öldürülür.[3] Söz konusu katliam, “iyi savaş”a dair popüler imgenin bütünüyle dışındadır. Hafızalardan silinmiş bu olay insani kriz zamanlarında yoldaş hayvanların vazgeçilebilirliğini göstermektedir. Bu savaş gerçeği “unutulmuştur”. Evde bakılan hayvanlar, Birinci Dünya Savaşı’nda da insanın yoldaşları olarak ayrıcalıklı konumlarının sarsılmasıyla karşı karşıya kalmışlardır. Fakat bu sarsıntı, II. Dünya Savaşı’nda bir kitlesel katliam biçimini alır. Devletin, kişilerin hayvanlarını öldürme kararına ilişkin doğrudan bir mesuliyeti olmamakla beraber bu hususta uzunca bir süre (ta ki fareler şehirde cirit atmaya başlayana kadar) sessiz kalışı hayvanlarla insanlar arasındaki ilişkinin Eylül 1939’da kökünden sarsılmasını kolaylaştırmıştır. Veterinerler böyle bir öneride bulunmamış, hayvan koruma örgütleri de bu katliama karşı olmuşlardır. Ne var ki Eylül 1940’taki Londra bombardımanı bir kez daha insanların “pet”lerini öldürülmek üzere kliniklere taşımalarıyla sonuçlanır.
Savaş on binlerce insanın ölümü anlamına gelecektir. Altı yıllık savaş boyunca, hava bombardımanları neticesinde Britanya’da toplamda 60 bin’den fazla insan hayatını kaybeder, 80 binden fazla insan da ağır yaralanır. Hayatını kaybeden kedi ve köpeklerin insan ölümlerinden farkı, “düşman” saldırısı sonucunda değil, korumasında oldukları “sahip”lerinin kararıyla ölmüş olmalarıdır.
400,000 bin rakamı Londra’daki kedi ve köpeklerin dörtte biridir. Aynı zamanda bu rakam, bütün bir savaş boyunca bütün ülkede “düşman” bombalamaları sonucunda ölen sivil sayısının altı katıdır. Öldürülen hayvan sayısı “normal” zamanda bütün bir yıl boyunca başkentte rutin olarak öldürülen “pet”lerin sayısının üç katından fazladır. Bu katliam sadece birkaç günde olur. 1890’larda, kuduz histerisi zamanlarında köpekleri korumak için kurulmuş bulunan NCDL[4], katliamı, “Eylül Holocaust’u” olarak niteler ve kıyımın boyutlarının ellerindeki kloroformun tükenmesine neden olacak kadar büyük olduğunu açıklar. RSPCA’in[5] yayın organı Animal World savaşın ilk haftası boyunca hayvanların gündüz ve gece boyunca öldürüldüğünü yazar. 1917’de Doğu Londra’da yoksulların hayvanlarına bakım sağlamak için kurulmuş bulunan PDSA’in[6]de benzeri bir deneyimi vardır: Klinikleri, yok edilmek için getirilen hayvanlarla dolup taşmaktadır. Kuzey Londra’daki ufak Wood Green Hayvan Barınağı köpek ve kedilerini getiren insanların oluşturduğu kuyruğun yarım mil boyunca uzandığını açıklar. Eylül’ün bu ilk günlerinde öylesine çok ölü hayvan bedeni vardır ki belediye meclisleri, hayvan koruma dernekleri ve veterinerler nasıl baş edeceklerini bilemezler. PDSA sanatoryumunun olduğu yerde bir çayırlığı gösterir ve buraya yarım milyon kadar hayvan gömülür.
Kean’in dikkatimizi çektiği önemli bir nokta “savaş zamanı insan-hayvan ilişkileri”nin belirtilerinin 1939’dan önceki zaman diliminde de görüldüğüdür. Hatta buradan yola çıkarak, 1939 katliamının “öngörülebilirliği”ni tartışır. 19. Yüzyıl’dan başlayarak, yeni doğmuş cins olmayan köpekler (kırma kedilerin yanı sıra) düzenli olarak öldürülmektedir. Öbür yandan, köpekler canlı hayvan deneylerinde de kullanılmaya devam etmektedir. Hayvanları korumak için yeni yasa çıkarılması doğrultusunda çeşitli girişimler olsa da bu girişimler başarısızlığa uğramıştır. 1920 yılında bir milyon civarında insan köpekler üzerinde deney yapılmamasını talep eden bir dilekçeyi imzalamasına rağmen başarı elde edilememiştir. Üzerinde deney yapılan köpekler arasında pazar günleri kurulan hayvan pazarında satılamayan köpekler de vardır.
“Barınak”lardan bir hafta içinde alınmayan kedi ve köpekler düzenli olarak öldürülmektedir ve 1930’ların sonlarına kadar hayvanların öldürülmesi için kullanılan yöntemler acı verici niteliktedir. Siyanür asidi, kloroform, elektrik, karbon monoksit odası kullanılan yöntemler arasındadır ve bunlar sıradan “barış zamanı” yöntemleridir.
Özetle, hayvanların “acı çekmemeleri için” öldürüldükleri bilgisi bu evveliyattan gelir.
Kasım 2014’ten bu yana Hyde Park’ta savaşlar boyunca İngiliz ordusunun “emri altında” ölmüş sayısız hayvan için bir anıt bulunuyor. Anıtın ön yüzünde “Bu anıt tarih boyunca savaş ve seferberliklerde İngiliz ve müttefik kuvvetlerle beraber hizmet etmiş ve ölmüş bütün hayvanlara adanmıştır. Bir seçenekleri yoktu”; arka yüzünde de “Yüzyıllar boyunca savaş ve seferberliklerde İngiliz ve müttefik kuvvetleri takviye etmek için çok sayıda ve çok çeşitli hayvan çalıştırıldı ve bunun sonucu olarak milyonlarcası öldü. İnsan özgürlüğü davası için bütün dünyada güvercinden file kadar bütün hayvanlar her bölgede hayati bir rol üstlendiler. Katkıları asla unutulmamalı” diye yazar. “Savaş kahramanı” olamayan yarım milyon hayvanın ise anılmaya değer bir yanı yoktur.
Not: Bu yazı BİRİKENLER’den alınmıştır..
[1] Ernest Sackville Turner (1961) The Phoney War on the Home Front, London: Michael Joseph ve Angus Calder (1986) The People’s War, London: Cape.
[2] Bkz. Alison Feeney-Hart (2013, 12 Ekim) “The little-told story of the massive WWII pet cull”, BBC News, https://www.bbc.com/news/magazine-24478532, 26 Ocak 2019 tarihinde erişildi.
[3] Başka kaynaklarda rakam 750 bin olarak verilmektedir. RSPCA’in başkanı da bu kaynaklar arasındadır. Kean de 400 bin rakamını “ihtiyatlı bir rakam” olarak verir. Aynı zamanda bkz. BBC, aynı yer.
[4] National Canine Defence League – Ulusal Köpek Koruma Cemiyeti.
[5] Royal Society for the Prevention of Cruelty to Animals – Hayvanlara Karşı Kötü Muamelenin Önlenmesi için Kraliyet Derneği.
[6] People’s Dispensary for Sick Animals – Hasta Hayvanlar için Halk Dispanseri.
- Hayvan Kuramı – Eleştirel Bir Giriş - 7 Nisan 2019
- Savaş Zamanı Gözden Çıkarılabilecek Aile Mensupları… - 26 Ocak 2019
- Şehir Bahçelerinin Biyo-Çeşitlilik İçin Önemi ve Jennifer Owen - 25 Eylül 2018